EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
PKK ile mücadele 80'li yıllar boyunca Silahlı Kuvvetler'e terkedilmişti.
Siyasi tartışmalarda bile, hükümetlerin terör konusunda bir tedbiri
olmadığı bu konuyu askerlere tevdi ve terk ettiği tenkit olarak
söylenegelmiştir. Ardından ve 1991 sonlarında iktidar değişince
terörle mücadelede esasa müteallik bir değişimin gündeme geldiği
söylenemez. Asgaride uygulamalarda ve görünümde önemli bir fark
ortaya çıkmamıştır. Zaten 1992 yılının hakim faaliyetleri; devlette
kadro değişiklikleri, Cumhurbaşkanı ile tartışmalar ve özellikle
de Koskotas dosyalarıydı. Gazetelerin ve basının en önemli haberleri
ve hükümetin dikkati bu noktalardaydı. Daha sonra ve 1993 yılı
köklü değişiklikleri gündeme getirdi ve terörle mücadelede şahinler
devri başladı.
Başbakan terörle mücadeleyi, ön plandaki faaliyeti olarak takdim
etti. Emniyet Genel Müdürlüğü'ne Mehmet Ağar geldi ve ciddi bir
tercih yapıldı; polis terörle mücadelede daha aktif olacak bir
konuma getirildi ve Özel Harekât Timleri ön plana çıktı.
Özel Harekât Timlerinin lehinde - aleyhinde çok şey söylenmiştir.
Ancak emniyetin dosyalarındaki rutin yazışmalara eğilince çok
önemli bir görüntü öncelikle tesbit edilmektedir. İl Valileri
özel güvenlik gerektiren her önemli olayda Özel Harekât Timleri'nin
görevi devralmasını, asgaride görevde olmasını talep etmektedirler.
Hatta bir çok Vali, tayinler sebebiyle eksilen kadroların süratle
doldurulmasını talep eden çok sayıda yazıyı imzalamışlardır.
Özel
Harekât önceleri merkezde Şube Müdürlüğü, Ankara - İstanbul -
İzmir illerinde Bölge Grup Amirliği olarak teşkilatlanmıştı.
Genel
Müdürlükte Asayiş Daire Başkanlığı'ndaki Şube Müdürlüğü daha
sonra Terörle Mücadele ve Harekat Dairesi Başkanlığı bünyesinde
yer almış 26.7.1993 tarihli olup ancak Resmi Gazete'de yayımlanmayan
Bakanlar Kurulu Kararı ile Özel Harekat Daire Başkanlığı kurulmuştur.
Hatta 12.08.1993 tarihinde yayınlanan Kanun Hükmünde Kararname
ile kanunda değişiklik yapılarak Özel Harekat Polis Okulu açılmasına
ve özel personel yetiştirilmesine imkan hazırlanmıştır.
Dairenin çalışmalarını düzenleyen Yönetmelik "Çok Gizli" işaretini
taşımaktadır. Bu yönetmeliğe göre daire doğrudan Genel Müdüre
bağlanmıştır.
Özel Harekât Dairesi "Devletin ekonomik, sosyal, siyasi ve hukuki
temel Anayasal düzenin yıkılmasına, ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünü bozmaya ve cumhuriyetin temel niteliklerini değiştirmeye
yönelik baskı, cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya
tehdit yöntemlerini kullanan terör örgütlerini meskun veya kırsal
kesimde etkisiz hale getirmek, rehin aldıkları kişi, uçak, araç
ve yerleri kurtarmak için ani müdahale, pusu, keşif, baskın ve
operasyon yapmak üzere" kurulmuştur. Kursu tamamlayıp Özel Harekat
birimlerine atanmış personel, atamaya yetkili amirin onayı olmaksızın
branşı dışında bir hizmette çalıştırılamamaktadır.
Özel Harekât Timleri ise en az 20 Özel Harekât personelinden
oluşmakta, sorumluluk bölgeleri ise "illerin polis mıntıkaları
ve polis bölgesi dışındaki kırsal alanlardır." Ancak polis sorumluluk
bölgeleri dışında askeri birimlerin talebi ve askeri makamların
sorumluluğunda görev yapmaktadırlar.
Mevcut evrakların tetkiki ve yazışmalar Özel Harekât Dairesi'nin
ayrıcalıklı durumu ve konumunu açıkça ortaya koymaktadır.
Belli
başlı problemlere ise Dairenin 30.06.1997 tarihli brifing dosyasında
da yer verilmiştir.
Yetiştirilen toplam personel sayısı 8443 kişidir. 2043 kişi çeşitli
sebeplerle ayrılmıştır.
TİM'lerin çalışma, dinlenme, yıllık izin şartları genelde çok
ağır ve zahmetli uygulamaları gerektirir. Bu sebeple de tazminatlar
ödenmektedir. (1) Özel Harekat personelinin dağılımında kısa
sürede ciddi problemler ortaya çıkmıştır. Süresini tamamlayan
personelin atanması sonucu 1998 yılında Türkiye genelinde ve
bölge dışında 5000 personel birikecek oysa Olağanüstü Hal Bölgesi'nde
sadece 1600 personel kalacaktır. Personel tercihleri dikkate
alındığında ise Batı'da beş ilde talepler yoğunlaşmaktadır.
İşte
bu durum Özel Harekât Dairesi'nin kısa bir dönemde beklenen fonksiyonunun
dışına çıktığını ortaya sermektedir.
Brifing raporunda açıkça "İllerdeki bu dengesiz dağılımdan dolayı
birimimizin asıl görev yoğunluğunun bulunduğu Doğu ve Güneydoğu
illerimizde büyük bir boşluğa sebep olacağı gibi Batı illerimizde
de personel sayısı kabarık sorunlu şubeler yaratacağı gerçektir.
Bundan da anlaşılacağı gibi yeni kurslar açarak, Doğu'daki ihtiyacı
mümkün oluyor gibi görünse de Batı illerinde yığılmanın önüne
geçmek mümkün olmayacaktır. Kaldı ki, yeni kursların da getirmiş
olduğu maddi külfet oldukça yüksektir."
Bu gerçekçi tesbit Özel Harekât Dairesi'nin genel ve çözümlenemeyen
problem yönünü açıklamaktadır. Ancak bu personel probleminin
beraberinde getirdiği ve birçok ilgilinin "Güneydoğu Sendromu"
ifadesiyle tariflediği daha derin ve köklü bir başka problem
vardır; Güneydoğu'da silah elde, teröristlerle çarpışan, teröre
yardım ve yataklık eden kişileri dağda, köyde ve mezrada takip
eden Özel Harekâtçı Polis, Batı'ya geldiğinde yine aynı insanları
görmektedir. Hatta arama yaptığı ücra köyden göç etmiş insanların
yeni taşındığı evin bir alt sokağında ve yine "bir grup halinde"
ikamet ettiklerini görünce kendisi ve ailesi için "tedbir" almak
zaruretini hissetmektedir.
Bir süre sonra Özel Harekât Tim'leri ama bu defa savunma saikiyle
oluşturulmaktadır.
Burada kritik bir başka husus vardır; Emniyet Müdürleri atandıkları
illere kendi ekipleri ile, seçtiği yardımcılar ve "Tim"lerle
gitmektedirler. Böylece Güneydoğu'daki "Tim" Batıda bir ilde
de oluşmakta eski dayanışma ve "ilişkiler" aynen sürdürülmektedir.
İlişkilerinin
sürdürülmesinde iki önemli unsur vardır; Birincisi korunma ve
güvenlik, ikincisi Olağanüstü Hal Bölgesi'nin yagyın ve tabii
hale gelen kaçınılmazlığa bürünmüş işleri.
Açıkça ifade ve itiraf etmek gerekir; yakalanan veya ölü ele
geçen PKK'lıların üzerinde silah, mermi, teçhizat, patlayıcı,
telsiz hatta barınaklarda çuvallarla yiyecek, giyecek bulunmakta
fakat asla para, döviz ele geçmemektedir. Hiç değilse yakalanan
ve kod adı bile teşhis edilen bölge ve tim sorumlularında dahi
acil ihtiyaçlar için para-döviz bulunamamaktadır.
Bölgede görev yapmış görevliler haklı olarak PKK'lı teröristin
canı da malı da Devlete helaldir görüşündedirler.
Ancak daha sonra Batı illerinde, doğudan göç etmiş ve polis asayiş
görevlilerince "rahat durmadıkları" belirtilen Kürt grupları
Özel Tim'in hedefi haline gelmektedirler. Gerçekten çarşı - pazarı,
yeraltı dünyasının çeşitli faaliyetlerini zorla ele geçiren Kürt
gruplarını kontrol altına almak ve illegal kazançlarına ortak
olmak "helal bir iş"i teşkil etmektedir.
Özellikle Doğu'daki korucu ve itirafçı grupları gelecekleri belirsiz
olduğu için yaygın bir çeteleşme sürecindedirler. Bu işlerse
Yeşil'in "Akıllı olun. Yalnız başınıza yemeyin. Paylaşın. Aksi
halde size bu kazancı yedirmezler. Kustururlar" anlayışı doğrultusunda
paylaşmayı gerekli kılmaktadır.
Böyle bir çeteleşme süreci daha Doğu ve Güneydoğu illeriyle sınırlı
kalamazdı. Ve kalmadı. Büyük illere doğru genişlemeler oldu ve
müesseseleri-devleti tahribeden-çürüten bir veçheye büründü.
(2) Aylar süren görüşmelerimizin verdiği bir sonucu Sayın Başbakan'a
arz etmek gerekir. Bu kirlilik içinde yeralan gruplar, mantıklı
-ama isbata ilişkin bir belge olmaksızın- bir sıralamaya tabi
tutulabilir.
Birkaç yüz kişiden ibaret olmalarına rağmen itirafçılar yaptıkları
itibarıyla bir numaradırlar.
Korucular çok kalabalık ve sayıca çok fazla illegal faaliyetin
sahibi olmalarına karşılık oransal olarak ikinci sırayı almaktadırlar.
Üçüncü
sırada polis daha sonra da jandarma yer almaktadır.
Burada hassas bir noktaya temas etmek gerekir. MİT'te Sayın Başbakan'ın
başkanlığında yapılan toplantıda da açıkça izah edildiği üzere;
görüştüğümüz resmi-sivil hiçbir görevli, sivil ve şahsımıza itimadını
teyit eden hiçbir kişi. Genelkurmay'a bağlı -Jandarma dışındaki-
birliklerin ve kumanda kademelerinin bu eylemlerin içinde yeraldığına
dair herhangi bir iddiayı gündeme getirmemişlerdir.
-¯¯
Özel Eğitim görmüş Özel Harekâtçılar bölgeden ayrıldıktan sonra
bazıları Güneydoğu şartlarını Batı'ya taşırken, silahlı kuvvetlerin
özel eğitim görmüş komandoları terhisten sonra evine - köyüne
- işine dönmüştür. Güneydoğu sendromunun, disiplinin hakim olduğu
askeri ve düzenli birliklerin ortaya çıkmadığı görülmektedir.
Bu
bölümdeki konumuz ise, kısaca Emniyet Teşkilatı'dır. Ancak bazı
konuları detaye etmeden bir genel açıklamaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Polis
teşkilatımız 150 bin kişidir. Çok iyi yetişmiş uzmanların yanında,
fedakarca çalışan ve her an hayatı dahil mesleğini ve geleceğini
risk eden onbinlerce kişiyi suçlamak ve töhmet altında bırakmak
elbette düşünülemez. Ancak polis teşkilatında Susurluk olayı
bağlantısı yoktur demekte realist bir tavır olamaz. Buradaki
ince çizgi, çalışmamızın tüm safhalarında dikkatle göz önünde
tutulmuştur.
¯¯
Başbakan değişikliğinden sonra 1993 yılının ikinci yarısında
polis ve istihbarat sisteminde köklü ve kamuoyunun yakın ilgisini
çeken değişiklikler olmuştur. Daha sonraki dönemde değişikliğin
köklü ve derin etkileri olan bir mahiyet kazandığı ortaya çıkmıştır.
Emniyet
Genel Müdürlüğü'ne parlak ve atak bir isim sahibi getirilmiştir;
Mehmet Ağar. MİT Müsteşarı'nın değiştirilmesi gündeme gelmiş
ancak bu operasyon yapılamamış. Mehmet Eymür'ün geri dönmesi
pekçok kişiyi hayrete düşürmüştür. Çünkü Mehmet Eymür de adaşı
gibi parlak ve atak bir kişiliktir. Ancak her ikisinin arası
kapatılamayacak kadar derinden açıktır ve yıllar geçince anlaşmazlığın
derinliği iyice ortaya çıkmıştır.
Bu arada Başbakanlığın ilgi çekici tasarrufları devam etmiştir.
MİT eski başkanlarından Nuri Gündeş, Başbakan İstihbarat Başmüşavirliği'ne
getirilmiştir ki Nuri Gündeş'le Mehmet Eymür'ün arasında dostane
olmayan bir geçmiş vardır. (3) Mehmet Ağar ise Eymür'ün yakın
dostu E.Yarbay Korkut Eken'i yanına müşavir ve Özel Harekât Timlerinin
eğiticisi olarak görevlendirmiştir. (K.Eken'in EMniyet'ten önceki
geçici görev yeri Başbakanlık idi.) Böylece Başbakan'ın etrafında
yepyeni ve etkili, parlak isimlerden müteşekkil bir çerçeve oluşmuştur.
MİT
Müsteşarı Sönmez Köksal'ın MİT'te gençleştirme projesi bu çevre
tarafından engellenmiştir. Özellikle Nuri Gündeş Başbakanın eşi
ile yakın ilişkisi sayesinde etkili olmuştur. Mehmet Eymür'ün
aynı kanalı kullandığı ise yaygın bir bilgidir. (4)
İbrahim Şahin'in Özel Harekât Daire Başkanlığı'na getirilmesi
sonucu Korkut Eken'in bu dairedeki nüfuzu olağanüstü artmıştır.
İbrahim Şahin'in bölümüne verdiği talimat, "Korkut Eken'in isteklerinin
kendi talimatı olarak uygulanması" tarzındadır. Daha da önemlisi
Korkut Eken'in Genel Müdür Müşaviri olarak çalışacağı tüm teşkilâta
ve İl Müdürlüklerine de duyurulmuştur.
Bu dönemde Özel Harekât Dairesi güçlenmiş, sayıca artmış, Doğu
ve Güneydoğu'da Özel Timlerin başarısı ve etkinliği en yüksek
noktaya ulaşmıştır.
Genel Müdür Mehmet Ağar, Başbakan'ın sağladığı destek ve emrindeki
Teşkilâtla gerçekten etkili -zaman zaman bürokrasitden bildiğimiz
örnekleri gibi- bir güce ulaşmıştır. Polis teşkilâtının ülke
genelindeki yaygın fonksiyonu, bu gücü olağanüstü boyutlara taşımıştır.
Polis
teşkilâtına sağlanan imkânlar da artmıştır. Ama en önemlisi,
Başbakan'ın destek ve güvenidir.
Polis Teşkilâtı bu görünüm içinde önemli bir projeyi ele almıştır.
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanması veya öldürülmesi. Böyle
bir projenin gerçekleşmesi, hem teşkilâtın prestijini artıracak
hem de siyaseten çok fazla prim yapacaktır. (Bu arada Tarık Ümit
de İngiltere, Belçika ve Hollanda'da Dursun Karataş'ın izini
sürmeye başlamıştır. Uyuşturucu taciri ve Hayali ihracatçı Nurettin
Güven de aynı ekiptedir.)
Bu amaçla "örtülü ödenek"ten fon da ayrılmıştır. MİT kendi kaynaklarından
12.5 milyon doları defaten Emniyet Genel Müdürlüğü'ne nakit olarak
tevdi etmiştir. (Bu ödeme, ancak Başbakan'ın talimatıyla olabileceği
için niçin verildiği veya nasıl verildiği konusu detaye edilmemiştir.)
Bu miktar daha sonra ve yine örtülü ödenek imkânlarıyla artırılmıştır.
iddialar 70 milyon dolarlık bir fon oluşturulduğu şeklindeyse
de Başkanlığımız bu meblağın 40 - 50 milyon dolar civarında olacağı
kanaatindedir. Bu kanaat ilgililere yapılan görüşmeler ve elde
edilen diğer bilgiler sonucu edinilmiştir.
Silah taciri Ertaç Tinar'ın İsviçre'de mukim Genel Müdürü Max
Bretscher'in anlatımıyla "Ertaç Tinar 70 milyon dolar civarında
bir fondan bahsediyor ve bununla Türk Hükümeti'nin temin edemediği
silah ve araçların satın alınacağını anlatıyor" olsa dahi 70
milyon doların tamamının yurtdışına çıkmadığı hemen hemen kesin
gibidir.
Ertaç Tinar, Londra'da yerleşik Hospro firmasının sahibi ve yöneticisidir.
Hospro 100 poundluk sermayeye sahip bir tabela şirketidir. Uzun
yıllar sağlık sektöründe faaliyet göstermiştir. Türk hastanelerine,
İstanbul Üniversitesi sağlık kurumlarına milyarlarca liralık
teçhizat satmıştır. Edinilen kanaat satın alınan bu cihazlarla
hastanelerin özellikle de kalp ve damar cerrahi ünitelerinin
ciddi şekilde suistimal edildiği şeklindedir.
Ertaç Tinar 1994 yılına kadar, Kıbrıs pasaportu ile ve yabancı
sermayeli bir şirketin Türkiye temsilcisi yabancı personel statüsünde
faaliyette bulunmuştur. Yabancı Sermaye Dairesi -ne hikmetse-
Geyve doğumlu bir Türk, Kıbrıs pasaportu ibraz edince kendisine
yabancı personel için düşünülmüş çalışma iznini vermekte mahzur
görmemektedir. Yabancı Sermaye Dairesi'nin çalışma izni de Emniyet
Genel Müdürlüğü'nde adeta otomatik bir şekilde ikamet iznine
dönüşmektedir.(5) Neticede Türk vatandaşı Ertaç Tinar, ülkemizde
çalışan yabancı personel statüsüne dahil edilmiştir.
Ertaç Tinar 1994 yılında hatta 1993 yılı sonlarında Emniyet Genel
Müdürlüğü'ne müracaat ederek silah hibe etmek istediğini belirtmiş
ve bu talep uygun görülmüştür. Bu arada birkaç ihaleye de katılmıştır.
Kazandığı ihalelerde klasik müfettiş gözüyle problem olmadığı
ifade edilemezse de bu konu Başkanlığımızca irdelenmemiştir.
Sadece Emniyet Genel Müdürlüğü'nü, Olağanüstü Hal Bölge Valiliği'nin
kurulması safhasını ilgilendiren KHK maddelerine dayanarak ihalelerde
klasik ihale metodlarının dışına çıkma, uygulamalarına son verilmesi
gereğine işaret edilecektir.
Ertaç Tinar'ın hibe talebi Genel Müdürlükçe uygun görülmüş silah
ve teçhizat kolileri 1994 yılından itibaren ülkeye gelmeye başlamıştır.
(Ertaç Tinar bu arada şahsi dostu Emniyet Genel Müdür Yardımcısı
Ertuğrul Oğan'ın tavassutuyla ve hemen hemen bir günde Türk pasaportu
da almış ve daha sonra Kırmızı Pasaport taşımak üzere Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti'nin Cenevre Fahri Temsilcisi olmaya talip olmuştur.)
Emniyet
Genel Müdürlüğü kayıtlarına göre; Hospro 82 milyar liralık 154
kalem malzemeyi hibe etmiş, sadece 10 Baretta ve susturucusu
kaybolmuştur. Ertaç Tinar'ın iş arkadaşı Max Bretscher'e göre
Tinar "bir yıl içinde Divonne'daki evini ödedi. Versoix'deki
apartmanını aldı. 1.7 milyona yeni bir ev, bir 600 Mercedes,
bir Crysler Voyager ve karısına bir Mercedes 320 satın almıştı.
Hepsini bir yıl içinde ve bu 70 milyon dolardan aldı."
HİBE TEÇHİZAT VE SİLAHLAR
Bu konunun iki büyük özelliği vardır;
1. Parası ödenerek alınan silah; mühimmat ve teçhizat,
2. İsrail'le -Mossad'la- kurulan ilişkiler.
Her iki konunun çözümü de Hospro firması Ertaç Tinar tarafından
geliştirilmiştir.
Hospro İsrail'den satın aldığı silahları hibe olarak Türkiye'ye
sevketmiş ve Emniyet kayıtlarına hibe adı altında geçmiştir.
Bu konu üzerinde teferruatıyla durmak ihtiyacı vardır.
Hospro firması İngiltere'de kurulmuş bir limited şirkettir.
Şirketin
sahibi veya ortağı olarak görünen Ertaç Tinar, Geyve doğumlu
bir Türk vatandaşıdır. Kendisi bilahare KKTC tabiiyetine girmiştir.
Türkiye'de Hospro firmasının temsilcisi olarak Yabancı Sermaye
Dairesi'nden izin alarak çalışmaya başlamıştır.
Ertaç Tinar, 1993 yılına kadar sağlık alanında faaliyet göstermiş,
Sağlık Bakanlığı'na çeşitli tıbbi araçlar satmıştır.
Tinar, İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.Bülent Berkarda
ile METSAN adıyla bir şirkette ortaklık kurmuş ve muhtemelen
yine tıbbi cihaz satışında yer ve rol almıştır.
Adıgeçen, daha sonra KKTC'nin Cenevre Fahri Konsolosluğu'na talip
olduğunda referans olarak Adalet Bakanı Sn. Mehmet Ağar'ı göstermiştir.
Hospro,
İngiltere'de kurulu bir tabela şirketidir. Sermayesi 100 pound'dur.
Yıllardan beri de bu sermaye yapısı değişmemiş hisseler yarı
yarıya Direktör Ertaç Tinar ve sekreter Nurdan Bergeman -bilahare
Tinar- arasında bölüşülmüştür.
İngiliz şirketler dairesi Company House'dan detaylı bilgi alınmış,
150 sayfayı bulan dökümanlar, teşkil edilen bir uzmanlar grubunca
tercüme edilmiş ve ticari, mali yaypısı ve faaliyetleri itibarıyla
değerlendirilmiştir.
Uzmanlar grubu, şirketin "100 pound gibi komik bir sermaye ile
kurulduğunu, bugüne kadar sermayesinde herhangi bir artırım yapılmamış
olmasını, şirket adreslerinin sık sık değişmesini, hisse dağılımının
bir idareci ve bir sekreter arasında bölüşülmesini, bilançolarında
yaptıkları faaliyetlerle ilgili hiçbir kalemin bulunmamasını,
bilançoda sürekli ve artan oranda zararın yeralmasını, borçların
aktiflerinden daha fazla olmasını" şirketin gerçek anlamda bir
şirket olamayacağını düşündürdüğünü belirterek, Company House'un
dört defa şirketin kayıttan çıkarılıp feshedileceği ihbarında
bulunduğunu, sonradan (ve muhtemelen yapılan itirazlar üzerine)
sarfınazar edildiğini, denetim firmasının adresi de aynı olduğundan
usuli bir denetim yapılmakta olduğunun ortaya çıktığını, belirtmektedirler.
Şirket
1991 tarihli beyanında, tıbbi cihaz ve ekipmanlarla ilgili uluslararası
ticaret yaptığını açıklamaktadır. Ancak ticari faaliyetler, binlerce
pound olarak değil yüzlü rakkamlarla bilançoda yeralmaktadır.
Yine
1991 tarihinde şirket Türkiye'de şube açmak amacıyla 70 milyon
liralık bir tutarı uzun vadeli sermayeye aktarmıştır. Ve İstanbul'da
70 milyon TL. ile şirket tesis edilmiştir.
Muhtelif yıllara ait bilançolarda şirket faaliyetlerine ilişkin
bir kaleme rastlanmamaktadır. 31 Aralık 1995 tarihli beyannamede
kâr - zarar hesabında 7046 pound görünmekte, 1 yıl vadeli alacakları
ise 135.446 pound olarak yeralmaktadır.
Sağlık Bakanlığı'ndan edinilen bilgilere göre Hospro'nun Sağlık
Sektörü ile ilişkisi 1978 yıllarına kadar gitmektedir. Dr.Mürşit
Koryak Astım Hastanesi 1978 - 1983 döneminde bu firmadan müteaddit
kere tıbbi cihaz almıştır. Daha sonra bu hastane Koşuyolu Kalp
Damar Cerrahi Merkezi olunca ilişkiler, Dr.Koryak'ın başhekim
olduğu sürece devam etmiştir.
Üniversite Hastaneleri de Hospro ile ilişki kurmuş, Akdeniz Üniversitesi
firmadan Akciğer Pompası satın almıştır. Daha sonraları firma
İngiltere'ye hasta götürmeye başlamıştır.
Siyami Ersek Kalp Damar Cerrahi Merkezi 1988-1992 yıllarında
Hospro'ya çeşitli ihaleler vermiştir.
Sağlık Bakanlığı'nın tüm ihaleleri araştırılmamış sadece merkezde
Ankara'da mevcut kayıtlar bir hekim tarafından incelenmiştir.
Önemli
olan husus şudur; sağlık sektöründe faaliyette olan Hospro 1992
yılını takiben bu sektörde görünmemektedir. Bu tarihten sonra
firma ve Eratç Tinar Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarında ortaya
çıkmaktadır.
Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin 23.2.1994 tarihinde
"çok acele" kaydıyla bazı malzemelere ihtiyaç duyduğunu belirtmiş,
285 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3. maddesindeki muafiyetlerden
yararlanarak ve pazarlık usulüyle Hospro firmasından alımı için
Genel Müdür Mehmet Ağar 27.2.1994 tarihinde onay vermiştir. İlgili
Daire yetkilileri Hospro'yu ve Ertaç Tinar'ı tanımadıklarını
isimlerin "makam"dan verildiğini söylemişlerdir.
Olağanüsüt Hal Bölge Valiliği'nin kurulması hakkındaki 285 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname'nin 3. maddesi, Valilik teşkilâtının
kurulmasını ve kamu kurumlarının bu konudaki talepleri yerine
getirmesini düzenlemektedir. Bu maddenin Emniyet Genel Müdürlüğü'ne
her türlü dış alımı tek firmadan, pazarlık yoluyla ve uygun görecekleri
fiyattan satın almalarına imkan verdiği söylenemez.
Ayrıca Hospro Limited'in nasıl ve nereden bulunduğu da belli
değildir.
Ertesi günü 28.2.1994'te toplanan ihale komisyonu 1.040.850 dolar
olarak yapılmış teklifi yüzde 3 indirimle 1.009.000 dolar olarak
hadde layık bulmuş ve satınalınmasına karar verilmiştir. Karar
Mart 1994'te Genel Müdür Mehmet Ağar tarafından onaylanmış firma
İsrail menşeili teçhizatı temin etmiş, Merkez Bankası 18.06.1994'de
ithalat bedeli olan 1.009.000 doları toplam 32.5 milyar TL. karşılığı
olarak transfer etmiştir.
Bu satın almanın bu kadar süratle yürümesi takdire şayansa da
aynı hız diğer konularda görülememektedir.
Yine aynı tarihte yapılan bir talep, yukarıdaki seyri takibederek
28.2.1994'te bu defa 1.211.214 dolarlık bir başka alıma konu
olmuştur. Bir diğer alım ise 203 bin dolarlıktır. Her üç alım
Hospro firmasından yapılmış ve standart yüzde 3 indirime tabi
olmuştur.
İhale Komisyonu kararları da 150, 151 ve 152 olarak birbirini
takibetmiş Genel Müdür Mehmet Ağar her üç kararı aynı tarihte
imzalamıştır.
Burada dikkati çeken temel husus, Hospro firmasının aniden devreye
girişidir. Bir tabelâ şirketinin Türk Emniyet Teşkilâtına milyarlarca
liralık silah ve teçhizatı hibe etmesi de ilgi çekicidir.
Eğer
hibe, İsrail Devleti tarafından yapılıyor ise bu sistemin devletin
diğer kuruluşlarınca oluşturulması gerekirdi. Eğer hibe olarak
gösterilen işlem, gerçekte bir satın almaysa hiçbir gerekçe bu
durumu izah edemez. Emniyet teşkilâtında gelişigüzel işlemleri,
terörle mücadele veya vatan için döğüşmekle de izah etmek mümkün
olamaz. Kaldı ki süratli alım yapmanın bir çok yolu yukarıda
açıklandığı üzere vardır ve süratle hareket etmek mümkündür.
Silahlarla
ilgili sorunlar bitmemiştir. Ülkeye gelen silâh ve malzeme miktarı
belli değildir. Özel Harekât Dairesi, naklettiği silahların kaydını
tutmadığı gibi, Bakım-İkmal Dairesi'nden kolilerin "orijinal
ambalajları açılmadan" kendilerine teslim edilmesini istemiş
aradan aylar geçtikten sonra sayım yapılmış ve bize göre "istedikleri
şekilde" kayıt tutulmuştur.
Yapılan soruşturmalarda ise konu; Susurluk kazasında ortaya çıkan
susturuculu Baretta'ya ilişkin kamuoyu baskısı sebebiyle, 10
adet kayıp Baretta ile sınırlı tutulmuştur.
Hangi silâhların ve malzemenin geldiği de bugüne kadar aydınlatılamamıştır.
Hibe
teçhizatın, temininden kayda alınmasına kadar bir seri hatalı
işlem vardır. Emniyet Genel Müdürlüğü'nün o dönemde üzerinde
durduğu esas konu ise Mossad'la ilişki kurmaktır. Ödemelerin,
Ertaç Tinar'ın devreye girmesinin, İsrail'e yapılan ziyaretlerin
esas amacı, Mossad ilişkisi ve Abdullah Öcalan'a karşı yapılacak
operasyondur. Hatta hibe malzemelerin gerekçesinin de Öcalan
karşılığı yapılan ve yapılacak ödemelerin kamufle edilmesi amacına
dönük olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu noktada da bir açıklık
vardır. Ödemeler Ertaç Tinar'a yapılmakta hizmet İsrail'den beklenmektedir.
Bu
arada Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan alınan bilgilere göre,
Ertaç Tinar halen tahsil edemediği 10 - 15 milyon doların peşindedir.
Hizmet görülmediğine göre, bu ödemenin yapılmamış olmasını tabii
karşılamak gerekmektedir.
Ancak burada da bir problem vardır; bir başka ülkeden Hospro'nun
teminat mektubuyla elde edilen silahlar, ödeme yapılmadığı için
sevkedilememiş ve teminat mektubu nakte tahvil edilmiş ve Ertaç
Tinar tarafından ödenmiştir.
Değişen şartlar sebebiyle Türk tarafı ödemeyi yapmamakta, parası
ödenmiş silahlar Tinar'ın elinde kalmaktadır.
Ödemelerin, İsrail'den elde edilecek destek Mossad istihbaratı
için yapıldığı iddiaları da güvenilirliğini kaybetmektedir.
Buradaki
önemli nokta, polisin yurtdışı önemli bir operasyonu üstlenmesindeki
tercihtir. Böyle bir tercih yapıldığına, kaynak tahsis edildiğine
göre hükümet yetkililerinin bu konuda bilgisi ve onayı olması
gerekir. Bu tip işler için MİT'in devreden çıkarılmasındaki isabetsizliğe
de işaret etmek icab eder. Kaldı ki MİT de bu yönde operasyon
hazırlığı içindedir ve hazırlıklar uzun bir zaman almış, ancak
Öcalan yaptığı operasyondan sağ olarak kurtulmuştur. Suriye'deki
tesis havaya uçurulmuş o sırada telefonla konuşan Öcalan'ın konuşması
yarım kalmışsa da 20 dakika sonra telsizle konuştuğu tesbit edilince
kurtulduğu ortaya çıkmıştır.
Suriye askeri birlikleri operasyon mahallini ablukaya almış,
bu operasyon Suriyeli ilgililer tarafından CIA veya Mossad'a
maledilmiştir.
Gücün ve imkânların bölünmesi, öncelikle başarısızlığı tevlit
etmiştir. Daha sonraları da her iki teşkilat diğerinin çabalarını
küçümsemiş ve bu hal her iki teşkilatın işbirliği imkanlarını
belki de yok etme noktasına kadar sınırlamıştır.
Mossad Başkanı'nın Emniyet Genel Müdürü'nü, keza CIA yetkililerinin
Emniyet ziyareti bir başka olumsuzluğun sebebi olmuştur. İstihbarat
teşkilatları arasında, görevin MİT'e değil Emniyet'e verildiğinin
Başbakan tarafından ifade edildiğinin iddia edilmesi ise, karşılıklı
çekişmenin boyutlarını büyütmüş ve görev yapılmasını sınırlayan
bir unsur haline gelmiştir.
"Bu arada Askeri İstihbarat'ın da yurtdışına açıldığı bir başka
iddia halinde söylenmiş, bu durum birbirini tamamlama amacının
zıddı gelişmelerin ne kadar derin olduğunu ortaya koymuştur.
Bu
ayırım, teçhizat ve teknik yatırım ve harcamalarda da tekrarlara
yol açmıştır. Bir taraftan aşırı kaynak israfı gündeme gelmiş,
öte yandan kurumlar birbirlerini geri kalmakla, beceri noksanlığıyla
itham etmeye başlamışlardır.
MİT'in ifadesiyle "İcra karmaşası istihbarat alanında daha da
boyutlanmakta" sorunlar polis - jandarma - MİT bağlamında şekillenmektedir.
"MİT
kaynaklarına yönelik olarak günümüze dek yapılan uygulamalarda;
açığa çıkarma, baskı ve tehdit ile göreve sevketme, tutuklama
gibi olayların yanısıra faili meçhul cinayetlere kurban gitme
de sıkça görülmektedir.
Söz konusu baskıların OHAL bölgesinde yoğunlaştığı, baskı ve
öldürme olaylarının 1992 yılından itibaren tırmanışa geçtiği,
1994, 1995, 1996 yıllarında dikkati çekecek düzeyde arttığı,
1997 yılında ise trendin önemli oranda düştüğü gözlenmektedir.
1992
yılından günümüze kadar 100'ün üzerinde MİT kaynağı güvenlik
birimlerince sorguya alınmış, önemli bir kısmı şiddet dahil baskıya
tabi tutulmuş, 25 civarında kaynak demaske edilmiş, bunlardan
15'i bu sebeple veya faili meçhul cinayetlere kurban gitmeleri
sonucu hayatlarını kaybetmiştir."
Bu cümlelerde polise yönelmiş açık bir suçlama vardır. Ayrıca
işbirliğinin hangi noktalara kadar gerilemiş olduğu da ortaya
çıkmaktadır.
MİT tarafından cevaplandırılması istenen sorulara karşılık görüşlerini
detaye eden teşkilat, MİT - siyasetçi ilişkisinde ise önceki
sayfalardaki ifadelerimizi teyid eden görüşlere yer vermektedir.
MİT'in,
baskılara kendi yöntemleri ile direndiği ancak bu titizliğe rağmen
istenmeyen müdahalelerin olabildiği anlatıldıktan sonra örnek
olarak Mehmet Eymür, Tolga Şakir Atik, Nuri Gündeş ve Korkut
Eken'in adı zikredilmektedir.
Emniyet Genel Müdürlüğü, siyasetin tercihini net olarak ortaya
koyması ile MİT'in önüne geçmiştir. Teknik cihazlamada bile Emniyet
ilgilileri, müstehzi bir eda ile "bizden öğrendiler" "bizden
sonra başladılar" demektedirler.
MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI
Susurluk olayında MİT'in de yeraldığı görüşü ve iddiası Teşkilât
üst yönetimini ciddi olarak incitmektedir. Teşkilât mensupları
da haklı bir alınganlık ve üzüntü izhar etmektedirler.
Ancak kamuoyunda bu yönde oluşan kanaatin de MİT tarafından ciddiye
alınmadığı görülmektedir. Çünkü bu kanaatin oluşma sebebi yine
MİT'tir.
Susurluk kazasından 15 dakika sonra TV'lerin Mehmet Özbay kimliğiyle
ölen şahsın Abdullah Çatlı olduğunu açıklaması, MİT'in verdiği
bir haber olarak söylenmiş, yazılmış, kulaktan kulağa fısıldanmıştır.
Daha sonraki gelişmelerde MİT'in Mehmet Özbay'ın gerçek hüviyetini
çok uzun süreden beri bildiği ispatlanmıştır. Hatta Temmuz 1996'da
Mehmet Eymür'ün hazırladığı bir rapordan gazetecilerin not almasına
izin verdiği de tespit edilmiştir.
Yine Mehmet Eymür'ün Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'la yaptığı
görüşmelerde; Çatlı'dan bahsettikleri, Çatlı'nın Baysa şirketinin
yapacağı "Petrol işi" için Hadi Özcan'la görüştüğü, Kocaeli çetesi
olan Hadi Özcan'ın Belediye Başkanı'nı öldürmeye karar verdiği,
Emniyet Müdürü Affan Bey'in Hadi Özcan'ın artık teslim olması
gerektiğini söylediğini ve karşılıklı bilgilendirme için sayısız
görüşmeler yaptıkları bilinmektedir.
MİT Müsteşarı'nın bilgisine ancak Aralık 1997'de sunulan Ekim
1996 tarihli bir görüşme notunda, MİT elemanlarından Duran Fırat'ın
Fatih Bucak'la yaptığı bir görüşmede, Ömer Lütfi Topal'ı polislerin
öldürdüğünün iddia edildiği kayıtlıdır.
Yine Mehmet Eymür ve grubu Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılışında
araçta parmak izi bulunan (Drej Ali grubundan) Müfit Sement'in
kurtarılması için Yaprak grubuyla görüşmekte hatta Müfit Sement
MİT'de Eymür'ün telefonuyla Yaprak'ın yetkili adamıyla müzakere
ve pazarlık yürütmektedir. Görüşmenin detayı ülke için hüzün
vericidir. Yaprak çetesinin yetkilisi, "mütecaviz ve tehditkâr
bir edayla, Eymür'e söz verdiklerini polis vs'nin işi olamayacağını,
kendilerinin sözlerini tutacakları, kendi bölgelerinde sadece
kendilerinin hakim olduğunu" belirtir bir tarzda konuşmaktadır.
MİT
yetkilileri bu rezalete katlanmakta, Yaprak'ın telefonlarını
dinleyen polis ise ses çıkarmamakla bu devlet ayıbının içinde
yeralmaktadır.
Yeşil'in nasıl bir kişilik olduğu; etrafına topladığı itirafçılarla
haraç, gasp, haneye tecavüz, ırza tecavüz, soygun, öldürme, işkence,
adam kaçırma vb. gibi çeşitli olayların faili olduğu bilinirken
kamu otoritelerinin kendisiyle işbirliği yapmaya devam etmesini
izah etmek güçleşmektedir.
MİT gibi saygın bir kuruluşun saygın olmayan kişileri de kullanmasını
anlamak elbette mümkündür. Ancak samimiyet ve işbirliğine varan
yakınlığın izahı gerekir.
MİT'in hangi yurtdışı proje veya eylem olursa olsun Yeşil'i birkaç
defa kullanması kabul edilebilir nitelikte bir uygulama olamaz.
Çünkü Yeşil'in Özel İstihbarat Dairesi'yle ilişkisi Teşkilata
saygı, korku, boyun eğme ölçeğinde değil samimiyet noktasındadır.
OHAL
Bölgesi'nde Asayiş Kolordusunun gözü önünde akla gelebilecek
her türlü rezaletin yapılması ne kadar vahimse, merkezi hükümette
Yeşil'in Ziraat Bankası Heykel Şubesi'nde Ahmet Demir adına açtırdığı
hesabı haraç toplamak için kullanması da o kadar vahimdir.
Bu
hesabın mevcudiyeti, Devlet Arşivi'ndeki bilgilerden öğrenilmiştir.
Eroin kaçakçılarının dahi bu hesaba para yatırması, Yeşil'in
"yalnız yememek" mantığı ile birlikte değerlendirildiğinde akla
bir tek sual gelmektedir; Yeşil kimlerle ortaktı? Kimlerle paylaşıyordu?
Cevap
mantıklı ve kısa olacaktır; kendisini kimler koruyor, kimler
kolluyor ise...
Antalya'da Metin Güneş (Sakallı Hacı), Ankara'da Metin Atmaca,
Ahmet Demir adıyla icrayı faaliyet eden Yeşil hem polisin hem
MİT'in varlığını, faaliyetlerini bildiği bir kişidir. Her iki
taraf Yeşil'i takibeder, telefonlarını dinlerken, karşı tarafın
irtibatlarını -istemese de- tesbit etmiş olmaktadır. Devletin
Güvenlik Teşkilâtları olayları, irtibatları bilmekte, TCK'na
göre suç teşkil eden fiilleri tesbit etmekte ve susmaktadır.
Susurluk olayı da işte budur.
Devlet sustuğu için de meydan çetelere terkedilmektedir.
Herşeyden haberdar olan MİT'e, 150 bin kişilik ve asayişten sorumlu
polise rağmen, etrafına 15-20 kişi toplamış kabadayılara yaptıklarının
hesabını sormak mümkün olamamıştır.
Kurumlar kendilerini inkâr ederek, sonunda bir kamyona çarpmışlardır.
JANDARMA
Doğu
ve Güneydoğu Anadolu Asayiş Kolordusunun kontrolündedir. Terörün
askeri mücadele yönü ilgi, bilgi ve yetki alanımız dışındadır.
Ama bölgede cereyan eden olayları da jandarmadan bağımsız bir
şekilde ele almanın mümkün olmadığı bir gerçektir. Susurluk olayı
bir trafik kazası olmadığı, Ankara merkezli bir dizi oluşturduğu
cihetle karışıklığın had safhada olduğu OHAL yöresi ve yörede
bulunan görevlilerin dikkate alınmaması ciddi bir eksiklik olurdu.
Jandarma
Genel Komutanlığı reddetse de JİTEM'in varlığı unutulabilir bir
gerçek değildir.
JİTEM kaldırılmış, tasfiye edilmiş, personeli başka birimlerde
görevlendirilmiş, evrakları arşive gönderilmiş olabilir. Ama
JİTEM'de görev yapan pek çok görevli hayattadır. Ayrıca JİTEM'in
mevcudiyeti bir kusur da oluşturmamaktadır. Aslında JİTEM bir
ihtiyaçtan doğmuştur.
Korucular ve itirafçılar, PKK ile mücadelede ilk dönemde güvenlik
kuvvetlerine büyük kolaylıklar sağlayarak etkili görev yapmışlardır.
Bu durum güvenlik kuvvetlerinin sempatisini arttırmıştır.
Özel
Timler'in kırsal kesimde yetkili, etkili ve serbestçe hareket
edebilmeleri giderek görev dışı davranışlara yönelmelerini ve
içlerinde suç işleyenleri hoşgörü ile karşılama eğilimlerini
artırmıştır.
Özel timlerin sevk ve idaresini koordine etmek için Jandarma
içinde JİTEM olarak adlandırılan gurubun faaliyete geçirildiği
görülmüştür.
JİTEM bölgede etkili çalışmalar yapmıştır. Bunların çoğundan
da mahalli Jandarma birliklerinin dahi haberi olmamıştır. Zaman
içinde, JİTEM bünyesinde görev alan sivil ve askeri şahısların
faaliyetleri yörede dikkati çeker hale gelmiştir. Bünyesinde
çok miktarda korucu ve itirafçı bulunması sebebiyle ferdi suç
oranı yükselmiştir.
Bölgeden zaman içinde ayrılan bu unsurlar, faaliyetlerine uygun
ortamlarda devam etmişlerdir.
Bu gruptan iki kişi kamu oyunda olağanüstü tanınmıştır. Birisi,
Binbaşı A.Cem Ersever, diğeri Mahmut Yıldırım -Yeşil-dir.
DİPNOTLAR
(1)
Birçok önemli operasyonda görevlendirilen ve ödüllendirilen isimlerden
sıkça rastlananlar dikkati çekmektedir. Ayhan Akça, Ayhan Çarkın,
Oğuz yorulmaz, Ziya Bandırmalıoğlu, Ercan Ersoy. Bu isimler Susurluk
olayları sebebiyle kamuoyunca da tanınmışlardır. Özel Harekat'a
alınanların referansı ise çok kere İbrahim şahin, Ayhan Akça
ve Celal Ertaş'tır.
(2) Özel Harekat timlerinin operasyonları sevk evraklarında "Bir
görevin ifası" ibaresi kullanılmakta, daha sonra bir not veya
açıklayıcı bir izan yapılmamakta ve "Merkeze dönüldüğü" ifadesiyle
yetinilmektedir.
(3) Nuri Gündeş: Başbakan'ın 16 Ağustos 1993 tarihli ve bizzat
imzaladığı yazı ile MİT "İstibharat başdanışmanlığı" kadrosuna
atanması ve Başbakanlık'ta görevlendirilmesi talimatı sonucu,
MİT Müsteşarlığı'nın aynı tarihli cevabı ile hem ataması yapılmış,
hem de Başbakanlık'ta göreve başlanılmıştır. Bu atamadaki sürat
ve yazılardaki ifade, konunun "çok özel" olduğunu ispat etse
gerektir. Daha sonra Başbakanlık, 19.02.1997 tarihinde Nuri Gündeş'in
durumunu sormuş, cevap 24.02.1997'de yine süratle ama rutin olarak
gönderilmiş ve bu yazı Başbakanlık Personel kaydına 28.02.1997'de
girebilmiştir.
(4) Dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı'nın Başbakan'la
irtibat noktasının da aynı olduğuBaşbakan'a sunulacak onayları,
Başbakan'ın eşine tevdi ettiği, hatta teftişteki resmi konut
telefon numaralarının bile Başbakan'ın eşine ve sekreterine ait
olduğu açık bir bilgidir.
(5) Yabancı Sermaye Dairesi'nin eroin kaçakçılarına, Güneydoğu
illerinde Arap asıllı kimliği belirsiz kişilere de çalışma izni
verdiği ilk defa 1989 tarihli bir raporumuzda tenkit konusu yapılmıştı.
ÖNCEKİ SAYFA
SONRAKİ SAYFA
|