Emekli Amiral Vedii Bilget : Susurluk Raporu
WCARGA HİZMETLERİ
BELGE ARŞİVİ
.

 

ÖNSÖZ

İlişikteki rapor "Soruşturma" raporu olmadığı gibi fezleke veya teftiş raporu da değildir.

Giriş bölümünde açıklandığı üzere başkanlığımızın bir soruşturma raporu hazırlaması için teknik ve hukuki olarak yetkisi de yoktur. Ek: 1 olarak yer alan Başbakanlık Onayı da bu çerçevede imzaya sunulmuştur.

Rapor sadece Başbakanlık makamına bilgi sunmak ve önerilerde bulunmak üzere hazırlanmıştır. Doğruluğu, yanlışlığı, eksikliği sadece Başbakanlık makamınca takdir edilecektir.

Teftiş kurullarının hazırladığı raporlar genellikle "gizli" kaydını taşıdığı ve kamunun bilgisine ancak makamın izni ve uygun görmesi ile sunulabildiği cihetle, bu raporumuz, ilgililerin veya kamunun bilgisine sunulması amacına matuf böylesine bir öneriyi ihtiva etmeksizin doğrudan ve sadece Sayın Başbakan'a arzedilecektir.

Giriş

Bu rapor Sayın Başbakan'ın 13.08.1997 tarih, TEFTİŞ.M:139 sayılı onaylarına istinaden hazırlanmıştır. Mezkûr onaydan da anlışalacağı üzere Sn. Başbakan'ın konuyla ilgili şifahi talimatları, sonra da yazılı emirleri alınmıştır.

Bu konunun kamuoyunda yarattığı heyecan ve ilginin yanısıra Teftiş kurulları açısından değerlendirilmesi önem taşıyacaktır. Çünkü kamuoyunda Susurluk kazası/olayı adı altında bilinen ve tartışılan konu hukuken bir trafik kazasından ibarettir. Bu konu da yargıya intikal etmiştir ve yapılacak bir iş veya bürokratik işlem kalmamıştır. Oysa kamuoyu, siyasetçi - Yeraltı Dünyası - Kamu Kuruluşları ilişkisi ve kişisel menfaat etrafında yoğunlaşan ve büyük ölçüde para, menfaat ve güç sağlamaya dönük illegal faaliyetlerden rahatsızdır. Bu faaliyetlerin "terörle mücadele ve ülke menfaatleri" olarak gösterilmesi ve bu perdenin arkasına gizlenmesi ayrı bir rahatsızlık konusudur.

Kamuoyunun paylaştığı bu çerçeve, gerçekte "Susurluk Olayı"nın da genel çerçevesini oluşturmaktadır.

Geçtiğimiz aylarda Başbakan Erbakan'ın çalıştırdığı müfettişler, Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu da bu çerçevede çalışmış ve raporlarını bu zeminde oluşturmuşlardır. Beklenti de bu yöndedir. Sayın Başbakan'ın temayülü ve muhtelif konuşmalarda altını çizdiği çerçeve de bu kapsamdadır. Başkanlığımız da görev alanını, bu yaklaşımın belirlediği bir muhteva içinde düşünmüş ve çabalarını bu noktalara teksif etmiştir.

Bu yaklaşım doğru ve genel kabul gören bir çerçeveyi oluşturduğu gibi yeni görevlendirmelerin de hukuki zemini teşkil etmektedir. Aksi taktirde Susurluk olayı ile irtibatlı konuların hemen tamamının yargıya intikal etmiş olması, Başkanlığımızın yeniden görevlendirilmesini imkânsız kılacak bir mahiyet arzedecekti.

Sadece İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu'nca 18, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 16 adet inceleme - soruşturma yapılması, Susurluk kazasının trafik yönü itibariyle bir mahkemede, çete oluşturulması yönüyle DGM'de, Topal cinayetine ilişkin davanın bir başka mahkemede, konuyla ilgili birçok davanın da değişik yargı mercilerinde yürümekte olması, Maliye, Adalet ve Turizm Bakanlıkları'nca kendilerini ilgilendiren konularda inceleme - soruşturma yapılması, dolaylı konuların ilgili kurumlarınca ele alınmış olması gözönünde tutularak, gerçekte Susurluk olayına girmek içni maddi konuların tümünün ele alınmış olması sebebiyle, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı konunun dışında bırakılabilirdi.

Ortada olan tek alan yukarıda arzedilen ve kamuoyunun da beklentisine cevap olarak illegal ilişkilerdi.

Bu noktada bir özel konuya temas etmekte yarar vardır.

Susurluk Kazası'nda yeralan kişilerin kazanın oluş mahalline kadar değişik yerlerde - İstanbul, Yalova, İzmir, Kuşadası - aynı günlerde birliktelikleri, hatta S.E.Bucak'ın beyanına göre koruma polislerinin takip edildiklerine ilişkin endişeleri nedeniyle önce İzmir'i, sonra da Kuşadası'nı terketmeye karar vermeleri sonucu İstanbul'a dönerlerken Susurluk'taki trafik kazası vukubulmuş ancak kamuoyunun ve medyanın tepkisi ile kazanın öncesi günlerdeki birliktelikler ve kazanın oluşumu önemli ölçüde her yönüyle ele alınarak yargıya intikal ettiğinden raporumuzda bu konular, bilindiği ve tekrara yer vermemek için ele alınmamıştır. Bu konuda bir başka temel düşüncemiz, "Susurluk Olayı" adı altındaki kapsamlı ve çoğunlukla illegal ilişkiler ağını dikkate getirmek olduğundan, özellikle polisiye olaylar noktasında kaybolmadan, olayı bütünüyle takdim etmektir.

Aslında bir bütünlük içinde ele alınması gereken Susurluk konusu, yukarıda kısaca sunulduğu üzere, parçalara ayrılmış işin özü ve esası özellikle yargı safhasında gözden kaçmıştır.

Mehmet Ali Yaprak kaçırılmış, olay adliyeye intikal etmiş, Gaziantep Savcılığı, İstanbul Savcısı'nın ifadeleri alıp göndermesini talep etmiştir.

İfadeler alınmış, gönderilmiş ve takipsizlik kararı verilmiştir.

Gaziantep Savcısı ise yüzleştirme kararını yazmış ancak, daha sonraki safhalarda bu husus da gerçekleştirilmemiştir.

Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırıldığı araçta Müfit Semet'in parmak izi bulunmuş ama konunun adliyeye intikal etmemesi sağlanmıştır. Bir kamu kuruluşunun üst düzey yetkisili devreye girmiştir. Şubat 1997'de Başbakanlık bu konunun takibini Adalet Bakanlığı'ndan yazı ile talep etmiş, Bakan Şevket Kazan talimat vermiş konu Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nde beklemeye bırakılmış, Eylül 1997'de yazılı talebimizle konu ancak hatırlanmıştır. İçişleri Bakanlığı kayıp silahlar konusunda soruşturma yapmış nedense tüm bilgi ve belgeler toplanmış olmasına karşılık konu 10 adet Baretta ile sınırlı tutulmuştur.

İçişleri Bakanlığı'na yazılan ve "bilgileri için" Danıştay'a da gönderilen yazımız, dosyaların henüz kendilerine intikal etmemiş olmasına rağmen, "Danıştay'ın incelemesi safhasındadır" ibaresi sebebiyle Danıştay'ın tepkisini çekmiştir. (Açıktır ki fezlekenin bakanlıkta onayını takip eden safha Danıştay incelemesidir.) Neticede suçu ve suçluluğu su götürür 5 emniyet mensubu yargıya sevk edilmiş, milyonlarca dolarlık silah alımı konusu ortada kalmış eksik araştırma, hatalı değerlendirme yönündeki ikaz bakanlıkça dikkate alınmamış, aksine yeni bir raporla ilk çalışmanın doğruluğu iddia edilmişse de Danıştay'ın özel harekat mensupları hakkındaki suç duyurusu bakanlığın eksik soruşturmasının delili olmuştur. Ama halen de milyonlarca dolarlık silah alımı konusu bakanlıkça sonuçlandırılmamıştır.

Raporun değerlendirme safhasında bu örnekler çoğalacak ve detaye edilecektir. Üzerinde durulan husus, bütün parçalara ayrıldığı, hiçbir makam ve merciide birleştirmenin yapılamayacağı bir noktaya gelinmiş olduğudur.

Başbakanlık Teftiş Kurulu: Yargı alanına girmemeye özen göstererek imkân olduğu taktirde yargıya yardımcı olmayı da hedefleyerek bu bütünlüğü sağlamaya dönük bir çalışma yapmıştır.

Devletin işleyişinden ve Teftiş Kurullarının çalışma sisteminden haberdar olan herkes, (bu safhada) Susurluk Olayı'nı her yönüyle "soruşturmaya" imkân kalmadığını tesbit edecektir.

İşin önemle kaydedilmesi gereken bir diğer yönü, bazı konuların ancak polis yetkisinde olan hususları kapsadığı ve müfettişler eliyle sonucu ulaşmanın güçlük arzettiğidir.

Ömer Lütfü Topal'ın evi cinayetten kısa bir süre sonra aranmıştır. Arayanların şefi olduğu iddia eden ve bariz bir Doğu Anadolu şivesi ile konuşan bir kişinin mevcudiyeti tesbit edilmiştir. Cinayetten uzunca bir süre sonra evin etrafında herhangi bir güvenlik tedbiri olmadığı da iddia edilmiştir.

Bu konu polisiye bir çalışmayı gerekli kılmaktaydı. Elde edilecek bilgileri yargıya da iletmek üzere gerekli çalışmaların yapılması Emniyet Genel Müdürlüğü'nden talep edilmiştir.

Emniyetçe yapılan araştırma hata veya eksiklik olmadığı gibi bir sonuç vermiştir. Ancak aynı yazımız içinde yeralan MİT İstanbul Bölge Başkanlığı'nın Topal cinayeti konusunda Emniyeti niçin uyardığı ve niçin bir gurup polisi suçladığı iddiasının cevabı ortaya çıkmamıştır.

Keza Ömer Lütfi Topal'ın muhasebe ve gizli kayıtlarının bulunduğu bilgisayarların polisiye usul ve metodlarla aranması ve bulunması yine Emniyet Genel Müdürlüğü'nden istenmiştir.

Çalışmamızın önemle kaydedilmesi gereken bir diğer yönü vardır. Hemen hemen her teftiş inceleme ve soruşturmada ortaya çıkan temel görüntü, kurumların müfettişler karşısında sergilediği tavrın özelliği hususudur. Kurumlar ve yöneticiler araştırma yapan denetim elemanlarına karşı genellikle zahiri bir açıklık ve şeffaflık içinde yaklaşıyor görüntüsü altında gerçekte hiçbir yardım sağlamamaya özen gösterirler. Çalışma mekanı, sekreter, telefon, araç temin edilir, sadece bilgi vermede çekimserlik gündemdedir.

Araştırılan konunun müsebbibi olanlar haliyle çekimserdir. Konuyla ilgili olmayanlar "bu işe bulaşmamak kaygısındadır." Bürokraside her zaman gözlemlenen bu tavır elbette normaldir, tabiidir. Susurluk olayında ise daha normal ve tabiidir.

Başbakanlık Teftiş Kurulu bu tavrı hiçbir zaman engelleme, örtme olarak algılamamış ve karşıt bir tedbire ihtiyaç duymamıştır. Çünkü bu tavrı etkisiz kılmanın yolu gerekli gereksiz evrakları dikkatle incelemek ve ilgililerle bıkmadan usanmadan sonu gelmez görüşmeler yapmaktan geçmektedir. Dört saatlik bir sohbetin neticesi bazen iki sayfa tutan not olmuştur. Genellikle de bir isim, bir ilişki, bir hesap numarası, bir görevlinin olmaması gereken bir yerde bulunması, bir telefon numarası veya bir banka irtibatı takip edilecek ve ulaşılacak bir bilgiye işaret etmiştir.

İşte bu görüntü içinde kamu kurumları Susurluk Olayı patlak verince zahiri bir heyecanla üzerlerine düşen görevi yapma gayreti içine girmişlerdir. İçişleri Bakanlığı'nın ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün inceleme ve soruşturmaları bu cümledendir.

Adalet Bakanlığı ise kendilerine Ocak 1997'de aktarılan iki konudan birini Bakan Şevket Kazan'ın talimatına rağmen inceletmemiştir.

Turizm Bakanlığı, Kumarhaneler (Talih Oyunları Salonları) ile ilgili hususları ele almış rapor tanzim etmiş, Ömer Lütfü Topal'a verilen ve kayıtların gözardı edilmesi ile elde edilen sabıkasızlık kaydına dayalı ruhsat işlerinde Bakanlığı yanıltan Adalet Bakanlığı adli sicil ilgilileri hakkında işlem yapılmasını talep etmiş, ancak Emperyal Şirketi'nin kanunsuz elde edilmiş işletme ruhsatlarını iptal etmeyi -görüşmelerden anladığımız o ki- hatırlarına bile getirmemişlerdir. Kasım 1997'deki uyarımız da bir sonuç vermemiştir.

Eximbank, Türkmenistan'da iki oteli kredilendirmiştir. Neticede anlaşılmıştır ki bu iki oteli kumarhaneleri ile birlikte işleten Emperyal Şirketi'dir ve esas borçlu da yine Emperyal'dir. Eximbank bu bilgiye rağmen temdit taleplerini uygun karşılamıştır. Kendilerine teftişin icraya karışmayacağı, ancak mevcut bilgilere rağmen Emperyal'in kredisini yeniden temdit etmede hassiyet göstermeleri hatırlatılmıştır.

Susurluk olayı ile alakalı ve ilgi çekici bir husus da kurumların kendi kusurlarını unutup bir diğerini suçlama konusundaki itinalı davranışlarıdır. Askerler ise tam bir suskunluk ve sessizlik içinde olaylara sadece seyir açısından bakmışlardır. Oysa Jandarmanın söyleyecek çok sözü olması gerekirdi. Özellikle de Yeşil, itirafçılar konusu ile Cem Ersever'in niçin veya nasıl öldürüldüğünü araştırıp Kamuoyuna değilse bile Başbakanlığa duyurabilirlerdi.

Siyaset de Susurluk konusunda tarafsız olmamıştır. Konunun ülke meselesi mi hükümet meselesi mi olduğu siyaset sahnesinde anlaşılamaz hale getirilmiştir.

Bir sayın Devlet Bakanı "Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun, bu konudaki birikimine rağmen kendisine müracaat etmemesini" tenkit konusu yapmıştır. Hem de gazetelere beyanat vererek.

Kendisinin bakış açısının farklı olduğu iki gün sonraki beyanatıyla da (Gizli Servisler, CIA vs.) ortaya çıktığı cevabını vermek elbette mümkün olamamıştır. Üstelik Başbakan dahi partisinin ve şahsi politikasının gözlüğünü kullanmamızı teklif etmemiş, empoze etmeye çalışmamışken sayın Bakanın kişisel bakış açısını empoze etmekten öteye gitmeyecek bir görüşme isteğini basının sayfalarına aktarması, kurulumuzun çekimserliğinin haklılığını ortaya koymuştur.

Diğer bir husus da şudur; Teftiş Kurulu'nda yıllardan beri çalışan her müfettiş görevi aldıktan sonra yasal imkanlar ve çalışacağı kurumlarla başbaşa kalır. İlk defa -muhtemelen de son defa- sayın Başbakan, karşılaşacağımız herhangi bir güçlüğü aşmamız için kendisine yaptığımız müracaatı anında karşılamış, doğrudan veya dolaylı olarak çalışmalarımıza yardımı dokunacak bilgilere ulaşmamız için gerekli her türlü ilgi ve yardımı sağlamıştır.

Temmuz ayında görev verirken; Teftiş Kurulu'na hiçbir müdahale yapılmaması, buna tevessül eden olursa ve gerekirse kendilerinin devreye girmesi ve bürokrasiden gelebilecek rahatsızlığı gidermesi temennimizi tereddütsüz kabul etmiştir. Sayın Başbakan bu şarta gereğinden fazla riayet ettiği gibi çalışmaların safhalarında bilgi dahi istememiştir. Bu durum bazı hükümet üyelerinin ve bazı milletvekillerinin ümitsizliğine yol açtığını görmemiz üzerine Sayın Başbakan'a (20 Kasım 1997'de) Devletle alâkalı pek çok irtibatı tesbit ettiğimizi ve Devlet kurumlarında yapılacak pek çok düzenleme olduğunu, hükümetin ve kamuoyunun önerilecek bu tasarruflar sonucu alınacak tedbirlerle rahatlık duyabileceğini ifade etmek ihtiyacı hissedilmiştir.

Kamuoyu devletteki "Çete" irtibatlarına konsantre olmuşken bu konuya da kısaca temas etmekte fayda vardır.

Çetelerin sadece silahlı ve insan öldüren görünümü tartışılmakta başta uyuşturucu ticareti yapan gruplar gündeme gelmektedir. Bu kanunsuz yapı, Devletin kolayca baş edeceği, dünyanın her tarafında müşahade edilen, ortaya çıkan ve her ciddi Devlette hele de toplumsal reaksiyon doğmuşken tasfiyesi mümkün bir görüntüdür. Oysa ülkemizde çete konusu iki ayrı gelişme göstermiştir; birincisi Ömer Lütfü Topal organizasyonunun uluslararası ölçekte ve değerde "mafya"laşma süreci, ikincisi silahlı faaliyetlerin ve zor kullanmanın dışında kalan eğitimli, saygın kişilerden oluşan, kravatlılar grubu olarak tariflenebilecek gruplaşmalardır.

Ömer Lütfi Topal, yüzlerce milyar liralık gelir elde etme imkanına kavuşarak belli bir dönemde devlete sızma ve rüşvet vererek iş yaptırma seviyesinden, kamu görevlilerine artık emir verme seviyesine yükselirken öldürülmüştür. Böylece Cumhuriyet tarihinin; polisten, jandarmadan, yargıdan korkmayan ilk Amerikan tipi mafyalaşma süreci yarım kalmıştır. Bu seviyeye ulaşan bir başka grup da yoktur.

Üstelik "Bitirimhane işleticisi Fındıkzadeli Ömer" bir süre sonra kumarhanelerini tasfiye edip, yatırımlar yapmaya başlayan, fabrikalar satın alan ve hatta fabrikalar kuran Ömer Bey olma tercihini net olarak ortaya koymuşken, projelerini tahakkuk ettirme fırsatını bulamamıştır. Yine de etrafındaki hale, koruyucu bulundurmasını, 3 - 5 arabayla birlikte sokağa çıkmasını ve kendini korumak için tedbir almasını gereksiz kılacak kadar geniş ve etkiliydi. Adamlarının habersizce aldığı tedbiri de farkettiği anda çok şiddetli reaksiyon göstermiştir.

Bu tercih öldürülmesine yol açmamıştır. Kendisini öldüren sistem zaten hertürlü tedbiri geçersiz kılacak kadar güçlüydü.

Konumuz açısından üzerinde durulan ikinci ve birincisinden çok daha etkili çete faaliyeti, bizatihi devlet gücünün ve yetkisinin bu amaçla kullanımı ve organize oluşudur.

Örnek olarak Bankalar verilecektir.

Başbakanlık Teftiş Kurulu 3 kamu bankasında bir değerlendirme yapmış ve ortaya ürkütücü bir tablo çıkmıştır. Milyonlarca doların ve milyarlarca TL'nin bu bankalara dönüşü mümkün görülmemektedir. Uzun vadeli teminat mektuplarının nakde dönüşeceği muhakkaktır. Bankalar kendi kârlılıklarını azaltma pahasına belli kişi ve firmaları finanse etmiştir. Leasing ve off shore kredileri tam bir bataklıktır. İnşaatlar aşırı derecede pahalıdır. İlerideki bölümlerde bu anlamda oluşan siyaset - bürokrat ağırlıklı grup faaliyetlerine isimlendirilerek yer verilecektir.

Belirtmek gerekir ki buradaki saygın isimler Bankalar Kanunu'na mugayir işler ve işlemler yapmamışlar, DGM'lerin görev alanı kapsamında faaliyet göstermişlerdir. Bankalarda cereyan eden olayların parasal boyutu, kamuoyunun "Susurluk" olarak algıladığı olaylar toplamını aşacaktır. Ve banka olaylarını genel kirlenmenin sebebi veya sonucu değil hızlandırıcısı olarak kabullenmede isabetsizlik olmayacağına inanılmaktadır. Çünkü kirliliğin hedefi para ve paranın sağlayacağı güçtür.

Susurluk olayının çerçevesinin bu olduğu hususunda da ittifak vardır.

Bu bölümde yer alması gereken son bir husus da çalışmayı yürüten Başbakanlık Teftiş Kurulu hakkındadır. Çalışma safahatinin hemen hemen tamamı Başkanlığın tercihleri doğrultusunda cereyan etmiştir. Muhteva da bu çerçevede belirlenmiştir. Zaman zaman kurulun tüm müfettişleri ve yardımcıları dahi devreye girmişlerdir. Özellikle Başkan Yardımcısı Osman Nuri Oduncu mevcut yükün büyük bölümünü taşımış, Başmüfettişler Mehmet Akın ve Ayşegül Genç aylar boyu çalışmışlardır. Yine de tayin edici karar ve tercihler başkanlıkça yapıldığı için hata ve eksikliklerin tamamı başkanlığa ait olacaktır.

Ancak, bu çalışmanın temel iddiası; bilerek isteyerek ve hatalı olduğu aşikâr hiçbir tercihin yapılmadığı noktasındadır.

Adı geçen müfettişler çalışmanın her safhasında sıkıntılı ve güç incelemeleri yürütmüşler, derleme ve değerlendirmeleri üstlenmişlerdir.

SUSURLUK'LA İLGİLİ GELİŞMELER
Giriş bölümünde arz ve izah edildiği üzere Susurluk Olayı bir bütündür ve olaylar zincirinden ibarettir.

İstanbul'da Özgür Gündem Gazetesi'nin bombalanması, Behçet Cantürk'ün öldürülmesi, Diyarbakır'da yazar Musa Anter'in öldürülmesi; İstanbul'da Tarık Ümit olayı ile Azerbaycan'da ihtilâl denemesi; Bodrum'da Hikmet Babataş cinayeti, Gaziantep'te Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılması, Bankaların trilyonluk kredileri gerçekte Ankara'da cereyan eden olayın muhtelif veçheleridir.

Halen Milletvekili Sn. Hayri Kozakçıoğlu'nun "Ben Olağanüstü Hal Bölge Valisi iken Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım'ı bölge sınırları dışına çıkarmıştım" dediği olay her ne ise, bizim de Susurluk olayından anladığımız aynı şeydir. Sn. Kozakçıoğlu işaret etmektedir ki Yeşil adlı kişi Olağanüstü Hal Valilik çalışmaları için yararlı değil zararlıdır. Ama yanı kişi Jandarma için, MİT için zararlı değil yararlı bir kişidir. Hatta o kadar yararlıdır ki, Kocaeli Emniyet Müdürü, Hadi Özcan isimli çete reisinin teslim olması için Yeşil'in aracılığına başvurmaktadır.

Bu kişi o kadar yararlıdır ki polis tarafından yanlışlıkla (veya MİT'e gözdağı vermek için) karakola götürülüp sorgulandıktan sonra -gelip adamınızı alın-denmekte ve serbest bırakılmakta, MİT'te kırılan kaburga kemiklerini tedavi ettirmektedir.

Susurluk Olayı nedir? Kasım 1996'dan itibaren faili meçhul olaylar adeta bıçakla kesilir gibi durmuştur. Susurluk işte budur.

Bir üst görevli Eylül 1997'de; "...yurtdışından geldi ve başımıza bela oldu. Ortadan kaldırılması gerekiyor ama ortam müsait değil" diyordu. Susurluk olayı bu değilse hangisidir?

Susurluk olayının başlangıcı belki de zamanın Başbakanı Çiller'in bir cümlesinde gizlidir. "PKK'ya yardım eden işadamlarının listesi elimizde" diyordu. Sonra da infazlar başladı. İnfazların kararını kim veriyordu? Bozulmanın başlaması ve vatan - millet hesaplarının yerini kişisel hesapların alması kaçınılmazdı ve öyle oldu. Bu rapor, Susurluk olayını işte böyle algılamaktadır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da zemin çok daha kaygandı. İtirafçılar, korucular, aşiret reisleri zaten karmaşık bir yapı oluşturuyorlardı. PKK'lı teröristle sade vatandaşı ayırdedecek açık bir ölçü bulmanın güçlüğü ilave edilince, o bölgede vatanı için canını riske sokan polis - asker gençlerimizin yaşadığı zorluğu anlamak kolaylaşacaktır.

Ancak kişisel hesapların gündeme gelişi ve uygulanışı çok sonralarıdır.

Bölgede yıllardır devam eden mücadele ve PKK saldırıları batı bölgelerinde dahi genişleyen bir tepki yaratırken, olağanüstü hal bölgesinde yaşayanların ve PKK ile mücadele eden devlet güçlerinin tepkisini, öfkesini ve bazı şedit davranışlarını anlamak ve mazur görmek mümkündür. Hatta zaruridir. Ancak bu olağan fakat karmaşık görünüm içinde yer alan kurumları ve bu karmaşık yapıda gelişen bazı olayları detaye etmek gereklidir. Böylece ülkenin PKK ile mücadelesinden, Ankara'ya - İstanbul'a ve parasal ilişkilere uzanan bir güzergâhı görmek mümkün olacaktır.

ÖNCEKİ SAYFA

SONRAKİ SAYFA

 
KİTAPLAR
MAKALELER
SEÇMELER