DEĞERLENDİRME
Susurluk olayının genel değerlendirmesi, sıkıntı veren bir görünüm
arzetmektedir.
Bir tarafta olaylar, gruplaşmalar, kabadayılar, kanunsuz kazançlar
ve yasadışı işler, şikâyetler vardır, bir tarafta da kamu kurumları.
Üstelik kamu kurumlarının içinde Türk halkının ve kamu yönetiminin
her zaman hassas olduğu, gelişigüzel bir tartışmaya konu etmemeye
çalıştığı Silahlı Kuvvetler mevcuttur.
Önce bu konuya açıklık getirmede isabet olacağı düşünülmüştür.
Susurluk
olayı ile Silâhlı Kuvvetlerin irtibatı nereden doğmaktadır?
Susurluk,
Ankara'daki tercihlerden kaynaklanmış, OHAL bölgesinde gelişmiş
ve ülkenin büyük merkezlerine taşınmış, oralardaki uygun olay,
kişi ve grupları bünyesine alarak genişlemiştir. Neticede çok
yönlü ve derinliğine bir ilişkiler yumağı oluşmuş, devlet kurumları
ve yöneticiler bilerek bilmeyerek devrede olmuşlardır. Bu olay
devlet kurumları ve yöneticilerle ilgili olmasa, sadece önemli
bir polisiye hadise haline gelecek, basının 3 - 5 günlük ilgisinin
dışında sansasyonel bir etkisi olmayacaktı.
Silâhlı Kuvvetler'in, özellikle Jandarma'nın adının sık sık geçmesi
ilgiyi ve kamuoyunun tereddütlerini yoğunlaştırmaktadır.
Jandarmanın yanında Özel Harp Dairesi ve kamuoyunca çok bilinmese
de Özel Kuvvetler Komutanlığı tartışılır olmuştur.
Bu konuyu kısaca değerlendirmeye almak gerektiği düşünülmektedir.
ÖZEL
HARP
Askeri İstihbaratta emir - komuta zinciri, sıkı askeri hiyerarşi
içinde hiçbir zaman kopmamıştır. Dolayısıyla Askeri İstihbarat,
jandarmada, poliste hatta -zaman zaman- MİT'te müşahade edilen
kontrol dışı eylem ve faaliyetlerden zaafa uğramamıştır.
Özel Harp Dairesi, zaman içinde Özel Kuvvetler Komutanlığı olarak
gelişmiş, daha çok rütbeli görevliler esas alındığından geçici
erat pek az sayıda olagelmiştir. Halen de birkaç alay halinde,
profesyonel bir ordunun çekirdeği olacak şekilde tesis edilmiştir.
Bu
yapının, sivil yan unsurlarla desteklenmesi cihetine de gidilmemiş,
askeri disiplin hiçbir noktada zayıflamadığı için ihtilâtlar
ortaya çıkmamıştır.
JANDARMA
Jandarma İstihbaratı geçmişte, çok küçük, güçsüz hatta illerdeki
asayiş istihbaratı mertebesindeydi. Hulusi Sayın Paşa'nın Kurmaybaşkanlığı
döneminde JİTEM geliştirilmiştir. Mahalli lisanları konuşan insanlarla
takviye edilmiş ve yavaş yavaş güçlenmiştir. Ama hiçbir zaman
MİT veya Askeri İstihbarat seviyesine ulaşamamıştır. Zaten buna
ihtiyaç da yoktu. PKK'nın 80'li yıllarda yarattığı silahlı mücadele
ortamı, Jandarma İstihbaratı'nın kaynağı olmuştur. Dolayısıyla
JİTEM büyük ölçüde varlık sebebi olan Güneydoğu problemine bağlı
olarak bir gelişme çizgisi takibetmiştir.
Ancak JİTEM'e alınan itirafçılar ve mahalli unsurlar zaman içinde
başıboş ve serbest kalınca, başlı başına bir büyük problemin
kaynağını oluşturmuşlardır.
Sadece mahalli unsurlar değil istihbaratta çalışanlar da askeri
hiyerarşinin dışında kalmışlardır. Binbaşı Cem Ersever, daha
yüksek rütbelilerin bulunduğu bir ortamda müstakilen hareket
edebilmiştir.
Mahalli unsurların ve itirafçıların teşkil ettiği gruplar ise,
Jandarma tarafından her zaman kullanılmışlardır. "Ateşi maşayla
tutmak" haklı ve yerinde bir davranış olsa da, oluşan hava içinde
itirafçı grupları zaman içinde serbest ve başıboş kalmışlardır.
Alaattin Kanat bu gruptan tanınmış bir itirafçıdır. En meşhuru
ise zalimliği ve öldürdüğü insan sayısının fazlalığı ile tanınan
Mahmut Yıldırım - Yeşil'dir. Yeşil Şafii Kürttür. Bu grup, Alevi
Kürtleri en büyük hasım olarak görür ve kabul eder. Çocukluğundan
beri teneffüs ettiği bu hava Yeşil'i Alevi Kürtlere karşı sadece
menfaat, haraç vs. kaygılarıyla değil dini motiflerin de etkisinde
aşırılıklara yöneltmiştir.
Jandarma İstihbaratı'nda çalışan personel, subay ve astsubaylar
Güneydoğu'dan dönmelerinden sonra görevlendirildikleri batı bölgelerinde
de eski elemanlarla gruplaşmak, emekli olduktan sonra da ilişkileri
sürdürme alışkanlığı içinde olmuşlardır. (16)
Dikkati çeken husus, Güneydoğu'da savaşan değil özellikle istihbarat
yapan unsurların, öğrendiklerini daha sonraki yıllarda ve yaşantılarında
kullanıyor olmalarıdır. (17) Kullanılan araçların sertliği ve
PKK'nın başvurduğu metodların acımasızlığı, mücadeleyi yürütenlerin
bazılarının daha sonra da benzer metodları kullanmalarına sebebiyet
vermektedir.
(RAPORDAKİ 103 VE 104 NUMARALI SAYFALAR "DEVLET SIRRI"
OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)
...gibilerine yönelik olanlar amacına ulaşmış ve PKK'ya sıcak
çatışmalardan fazla zarar verdirilmiştir. Ancak Güneydoğu İllerindeki
sıradan kişilerle sadece Kürtçü olürük tanınan ve PKK'yla doğrudan
ilişkisi olmayan şahıslara yapılanlar ise tüm çalışmalara zarar
vermiştir.
Özellikle Güneydoğu'da bu tür çalışmaların içinde yer alan bazı
görevlilerin ve itirafçıların büyük merkezlere kaymaları, maddi
menfaate düşüp yozlaşmaları ile ilişkili olmuştur.
Yukarıda özetlenen gelişmeler, 1993 ve sonrasını özetleyen bölüm
devlet üst yönetiminin tercihlerini aksettirdiği kadar sorunlar
da, çok kısa da olsa aksettirmektedir.
Aslında çizilmiş olan çerçeve ve kamu kurumlarının işbirliğini
anlatan satırlar gerçekle fazla uyuşmamaktadır.
Terörde başarılar sağlandığı, PKK'nın geri çekilmeye başladığı
ve PKK için zor günlerin gelidği aşikardır. Bu neticenin topyekün
bir mücadeleyle istihsal olunduğu şüphesizdir.
Ancak daha önceki bölümde takdim edilen olay ve gelişmelerle
birleştirildiğinde ciddi farklılıkların ortaya çıktığı ve kamu
kurumları arasında belli tavırların geliştiği ve kamplaşmalar
olduğu bilinmektedir.
Temel sorun şudur; polisin, jandarmanın, hatta MİT'in örtülü
faaliyetlerle ilgili çalışmaları başta emniyet olmak üzere bu
kurumları kamuoyunun önüne sermiş, hatta çalışmalarını engelleyecek
duruma getirmiştir.
Güvenlikle ilgili kurumlarda ise itici ve yönlendirici güç Silahlı
Kuvvetlerdir. Özel Harp Kuvvetleri ise, Özel Harekat Timleriyle
örtülü diğer etkili çalışmaları yürütmüşlerdir. Fakat maddi menfaate
yönelik işlere (Senar ER olayında Nafiz KARACAN gibi örnekler
hariç) askerler karışmamıştır. Karışanlar da tasfiye edilmiştir.
Farklılık herhalde yönetimde, yönetende ve anlayıştadır.
Konunun sadece disiplin ile izah edilebileceği düşünülebilirse
de Jandarmanın niçin diğer askeri birliklere değil de polise
yakın olduğunu izah etmek gerekir.
İllegal Faaliyetlerin kaynaklarından, sebep, gelişme ve neticelerinden
bahsederken ifade edilen temel tesbit; illegal faaliyetlerin,
PKK ile mücadele bağlamında gelişme gösterdiğidir. PKK tehdidinin
kontrol altına alınabilmesi için öncelikle Devlet yanlısı olarak
tanınan aşiretlerden yararlanma yoluna gidilmiş, Pişmanlık Yasası
çerçevesinde itirafçılar ve Geçici Köy Korucuları sistemi de
PKK'ya karşı mücadele unsurları haline getirilmiştir.
Suça yatkın kamu görevlilerinin devreye girmesi ve kişisel çıkarların,
merkezi tercihlerle bağdaşması ile bugün "çete" olarak vasıflandırılmış
yozlaşmış ilişkiler ortaya çıkmıştır.
"Doğu ve Güneydoğu'da feodal yapının mevcudiyeti, aşiretler arası
çelişkiler, GKK sisteminin özünün feodal yapıya dayanması, aşiretlerin
İran ve Kuzey Irak'ta uzantılarının bulunması, bölge ekonomisinin
geçmişten bu yana başta uyuşturucu olmak üzere kaçakçılık temelinde
şekillenmesi gibi unsurlar da illegal faaliyetlere kaynak yaratmada
etkili olmuştur.
OHAL Bölgesi'nde illegal faaliyetler içinde yeralan şahısların
ve itirafçıların deşifre olmaları, güvenlik kuvvetlerinin kendilerinden
istifadeden vazgeçmeleri veya kendilerine görev verenlerin Batı
İllerine atanmaları halinde bu şahısların da büyük şehirlere
kaydıkları görülmektedir. Kısa bir dönemde mevcutlara ilaveten
yeni ve illegal oluşumlar meydana çıkmaya başlamıştır. Emniyet
ve Adliye kayıtlarında bu konuda çok sayıda bilgi ve dosya mevcuttur."
Yapılacak
iş bu noktada şekillenmektedir. Mevcut ve halen devam eden illegal
faaliyet ve oluşumlara engel olmak, bu amaçla da konuların üzerine
cesaret ve kararlılıkla gitmek.
Ancak önce koordinasyonu sağlamak veya yeniden tesis etmek gereklidir.
Uzmanlar öncelikle istihbarat alanındaki koordine noksanlığına
işaret etmektedirler. Bu alandaki sorunları 1. Kaynaklarla, 2.
Ortak çalışmayı gerektiren konularla, 3. Teknik çalışmalarla
ilgili olanları ayrı ayrı tasnif ederek incelemektedirler. Fakat
bu sorunlar Polis - Jandarma ve MİT arasında icra karmaşası olarak
da yaşanmaktadır. Dolayısıyla öncelikli hedef, yetki-sorumluluk
sınırlarının netleştiği koordinasyon olmalıdır.
UYUŞTURUCU KAÇAKÇILIĞI
Çetelerden bahsederken Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı'ndan mutlaka
söz etmek gerekir. Bu sektörde inanılmaz kâr oranları vardır.
Kaçakçılar artık kazançlarını aklamak ve toplumda saygın kişiler
olma yolunda da oldukça mesafe almışlardır.
Bu konuda uzmanlar tarafından hazırlanmış dökümandan kısa bir
bölüm aynen sunulmaktadır.
"Ülkemizde meydana gelen uyuşturucu madde yakalamaları ile ilgili
olarak mevcut bilgilerin değerlendirilmesi sonucu; yakalanan
şahısların yakın akraba oldukları, aralarında ortaklık bağının
bulunduğu ve aynı yerin nüfusuna kayıtlı oldukları dikkati çekmiştir.
Bu şahısların organize bir faaliyet içerisine girdikleri görülmüş
olup uluslararası kişi ve gruplarla irtibata geçerek sınır tanımaz
organizasyonlar kurmak suretiyle, özellikle terör örgütlerinin
finans kaynağını oluşturan Aile Organizasyonları halini aldıkları
anlaşılmıştır.
Ülkemizde faaliyet gösteren Organizasyonların büyük çoğunluğu
Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi kökenlidirler. Eskiden küçük
miktarlarda esrar kaçakçılığı ile işe başlayan gruplar 1980'li
yıllardan itibaren eroine talebin artması ve kârının yüksek olması
sebebiyle organize olarak kaçakçılık faaliyetlerini bu yöne kaydırmışlardır.
Genel
olarak uyuşturucu madde organizasyonları ele alındığında;
a)
Organizasyonların içiçe faaliyet gösterdikleri ve diğer suç organizasyonları
ile irtibatlı oldukları anlaşılmaktadır. Bu organizasyonlar birbirleri
arasında güçbirliği yapmak ve güveni pekiştirmek düşüncesiyle
kız alıp vermek suretiyle akrabalık bağı oluşturma veya mevcut
olan bağı daha da güçlendirme cihetine gitmektedirler. Ayrıca
organizasyonlar arasındaki ilişkileri sağlayan diğer bir unsur
ise organizasyonlar içerisinde dikkati çeken kilit isimlerdir.
Bu kişiler organizasyonlar arasında bağlantıyı sağlayıp faaliyete
geçmede önemli rol oynamaktadırlar.
b) Organizasyonlar kendi aralarında görev dağılımı yapma eğilimine
girmişler, böylece faaliyetlerinin risk oranını azaltarak uyuşturucu
madde kaçakçılığını daha güvenli şekilde yürütmektedirler.
Organizasyonların
çoğunluğu kendi aralarında Asitciler (uyuşturucu imalatında kullanılan
asetikasitanhidrit maddesini temin eden şahıslar), Taşımacılar
(uyuşturucu maddeyi yurtiçi ve yurtdışına naklini yapan şahıslar),
Aracılar (uyuşturucu madde oluşturulduktan sonra satmak amacıyla
pazarlar arayan, alıcı ile satıcının temasını sağlayan şahıslar),
Temin Ediciler (uyuşturucu madde imalinde kullanılan hammaddeleri
temin eden şahıslar), Karapara Aklayıcılar şeklinde sektörleşmeye
yöneldikleri ve birbirleriyle işbirliği içerisine girdikleri
görülmektedir.
Organizasyonlar önceleri uyuşturucu madde kaçakçılığını ülke
sınırları içerisinde yapmakta iken sonraları kâr marjlarını arttırmak
amacıyla yurtdışından (İran, Irak, Afganistan, Suriye) temin
ettikleri bazmorfinleri kendileri eroine dönüştürerek elde ettikleri
uyuşturucu maddeleri Avrupa piyasalarında pazarlamalarıyla, uyuşturucu
kaçakçılığının üretim, taşımacılık ve dağıtım boyutunu ele almışlardır.
Dünya'da
faaliyet gösteren terör örgütlerinin uyuşturucu madde kaçakçılığını
en önemli gelir kaynağı olarak kullandıkları bilinmektedir. Özellikle
Terör Örgütü PKK'nın; ülkemizde silahlı eylemlere başladığı 1984
yılından itibaren artan militan kadrolarının silah ve lojistik
ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Ortadoğu, Türkiye ve Avrupa
hattında organize bir uyuşturucu ticaretine yöneldiği gözlenmiştir.
Bu faaliyetleri yürüten organizasyonların karışmış oldukları
uyuşturucu madde kaçakçılığı olayları incelendiğinde; Baybaşin,
Bayram, Kasar, Ay ve Sitoçi Organizasyonlarının Terör Örgütü
PKK ile ilişki içerisinde oldukları ve Örgüte maddi destek sağladıkları
tesbit edilmiştir.
Organizasyonlar, bulundukları bölge içerisinde hem güçlerini
pekiştirmek hem de yürütecekleri illegal işleri devlet kademesi
üzerinden resmi bir vasıfla takip ettirmek amacıyla, aile mensubu
olan ve siyasi platform üzerinde söz sahibi olacak kişileri belirleyip,
yürütmüş oldukları faaliyetlerden elde ettikleri paraları çeşitli
yollarla aklayarak işadamı görüntüsü kazanmaları sonucu toplum
tarafından saygıyla karşılanmakta olup, oy potansiyeli sağlayarak
devletin üst düzeylerine kadar sokmak çabası göstermektedirler.
Ayrıca kendi organizasyonları dışından siyasi platformda ve devletin
idari yapısında yetkili olan kişileri organizasyonlarına kazanarak
amaçları doğrultusunda kullanma düşüncesindedirler."
Kaçakçılık organizasyonları gelişir, milli ve milletlerarası
gelişmelere ayak uydururken ülkemiz hâlâ iller ölçeğinde yürütülen
mücadele yapısıyla gerilerde kalmaya başlamıştır.
Aşağıda bu noktadaki görüşlerini yazan bir diğer kamu görevlisi
raporumuzun ana çerçevesine ulaşmakta ve tecrübelerini nakletmektedir.
"Esas
çalışmalar İl Emniyet Müdürlüklerinde yapılmaktadır. İl tahkikatı
ne derecede etkili yapıyor, mahalli veya siyasi baskılar mücadeleyi
ne ölçüde yönlendiriyor veya delilleri karartıyor, bunu takip
edebilmemiz yahut önlememiz mümkün mü? İl Emniyet Müdürlüğü yapmış
bir kişi olarak açıklıkla söyleyebilirim ki, bu mücadeleyi tavizsiz
yapan memur, amir veya İl Müdürü görevden aldırılıyor, yerine
kendilerine yakın biri atanmasa da yeni gelenler, onların bu
gücü karşısında genellikle etkisizleştiriliyor. Bence Devlet
bu noktada mücadeleyi etkilemeye başlıyor. Savcı tahkikatı ben
yapacağım diyerek olayın ayrıntılarının / bağlantılarının öğrenilmesi
istemese de sınırlıyor veya uyuşturucu un / kına oluyor. Uzayan
davada deliller hakimin önüne kararmış olarak geliyor, neticede
suç sadece kurye üzerinde kalıyor. Siyaset kişiyi görevden aldırıyor
veya mücadeleci bir kadro oluşmasını engelliyor, idare bütün
bunlara seyirci kalıyor.
Hukuk düzeni de idarenin istediğini yapmasına, savunma yapacak
şekilde çalışmasına imkân veriyor. Meselâ Susurluk Jandarma bölgesinde
bir trafik kazası değil mi? Bu soruşturma yapılmış görev yerine
getirilmiştir. (Ek: 13)
İktidarlara bağlı olmayan, bu kabil hukuki yapıya ek olarak takdirlerin
getirdiği hukuki düzeni göz önüne aldığımızda, yasa dışı olaylarla
mücadelenin güçleştiğini görüyoruz. Meselâ Anamur - Bozyazı arası
10 kilometredir. Anamur korunmasız bir hudut kapısıdır ama Bozyazı
ilçesinde de hudut kapısı açılmıştır. Taşucu, Seka İskelesi 5
kilometredir. Taşucu yol geçen hanı şeklinde hudut kapısıdır
ama Seka İskelesi de hudut kapısı yapılmak istenmektedir. Kapının
gecekondu olduğu biline biline yasadışı işlere zayıf, yeni mekânlar
açılması acaba bir koruma, kollama, bazılarına yasadışı işler
için fırsat yaratma değil midir?... Bu durum memurda bozulmanın
önemli bir sebebidir. İdare bunu bilmez mi?...
Geçmişte hakimiyetlerine darbe vurulan aşiretlerin, siyasetçi
veya devlet yanlısı korucu olarak yönetime ortak olmaları ayrı
bir devlet kusuru olarak belirtilmelidir. Güneydoğu'daki bu kadar
silahın uyuşturucu giriş yeri olarak bilinen Van özellikle Hakkari
illerimizdeki mücadelemizin etkisiz kalması o bölgedeki yöneticilerin
kişisel zafiyeti mi yoksa devletçe yaratılan bir göz yumma mı?
Bence sorgulanması gereken önemli bir husustur...
Sistemdeki bu arıza ve aksaklıkların kişisel mücadele anlayışını
geliştirdiğini düşünüyorum. Devletini, Milletini düşünen bürokrat,
kendine özel çıkar yolları bulsun bulmasın kendi doğrularını
uygulamaya başlıyor. Bence bu sebeple, Askerler, MİT ve Emniyetin
ayrı doğruları var ve çatışma bu yüzden. Ama giderek devlet için
yapılanlar karakter değiştirerek, kişisel veya siyasi çıkarlar
için yapılmaya başlanıyor."
Üst düzey bir kamu görevlisinin mevcut sisteme ilişkin bu görüşleri,
acı yakınmaları, kısmen ümitsizliği hatta bazı değerlendirme
hatalarını ihtiva etse de taşıdığı perspektif dolayısıyla Sn.
Başbakan'a arzedilmeye değer bulunmuştur.
DİPNOTLAR
(15) Gelişmeler bölümünde kişiler ve olaylar, tesbit ve yorumlarla
takdim edildiğinden -tekrarlardan sakınmak üzere- Değerlendirme
bölümü kısa ve birkaç önemli hususla sınırlı tutulmuştur.
(16)
Bodrum Gümbet'te, Sun Clup Hotel'in sahibi Ahmet Nedim Başmısırlı
ile arkadaşı Vasfi Ahmet Köseoğlu arasındaki ihtilaf, jandarma
subay ve astsubayları ile itirafçı ve mafya arasında çözümlenmiş,
alınan çekler tahsil edilmiştir. Çıkan itilafta itirafçı İbrahim
Babat arkadaşlarını vurmuştur. İbrahim Babat, Başbakanlık Teftiş
Kurulu'na başvurmuş ve 7 yıl ile kurtulacağının kendisine garanti
edildiğini, ancak 17 yıla mahkum olunca konuşmaya karar verdiğini
anlatmıştır. SBaşbakanlık müfettişleri, kendisinin bilgisine
başvurmadan önce Emniyet İl İstibharat Şube Müdürü ile Jandarma
Alay Komutanı ziyaret etmiş ve babat'a "heyecanına kapılıp yanlış
bir şey yapmamasını, gereksiz konuşmamasını" öğütlemişlerdir.
(!)
(17) Alaattin Kanat polise verdiği ifadede (26.08.1994) "Geçmiş
yaşantımdan tanıdığım ve kendilerinin eroin kaçakçılığı işlerine
bulaştıklarını bildiğim Abdülkadir Akbıyık ve Senar Er isimli
Güneydoğu kökenli kişilerden onları korkutarak para sızdırmayı
düşündüm. Eroin kaçakçısı olarak tanınan ünlü kişilerden (öldürülen)
Behçet Cantürk, Savaş Buldan gibi kişilerin de isimlerini vererek
korkutabileceğimi düşünerek teşebbüse geçtim. Müştekiye ettiğim
telefonlarda başka isim kullanmam ve kendimi kontrgerilla olarak
tanıtmam, tamamen onları korkutabilmeye matuftur" demiştir.