MEHMET ALİ YAPRAK VE KAÇIRILMASI
Topal'ın öldürülmesiyle ilgili olarak Park Holding, Havaş ihalesi,
Turgay Ciner'in servetinin kaynakları, Topal'ın Havaş ihalesine
Park Holding arkasına gizlenerek ve gizli ortak olarak katıldığı
ve Holding'in gizli ve kirli işlerinin bulunduğu iddialarıyla
da çeşitli yorumlar getirilmeye çalışılmaktadır.
Ancak Topal'ın öldürülmesi ile Gaziantep'te Mehmet Ali Yaprak'ın
kaçırılmasıyla gelişen olaylar arasında irtibat vardır.
¯¯-
Mehmet Ali Yaprak bir iş adamıdır. Radyo ve TV'si ve şirketleri
vardır. Gerçekte ise fevkalâde güçlü bir çete reisidir.
Yaprak Holding'e ait bilgiler ilişikte sunulmaktadır.
Captagon'un dağıtımının ise Hidayet Turizm tarafından yapıldığı
anlaşılmaktadır.
Mehmet Ali Yaprak gibi güçlü bir reisin kaçırılması kolay ve
herhangi bir çetinin üstesinden gelebileceği bir iş değildir.
30
Kasım 1997 tarihli toplantıda MİT ve Yaprak grubu ilişkilerine
atıf yapılmış daha önce de Eymür - Haluk Koral görüşmeleri nakledilmişti.
Mehmet
Ali Yaprak olayı ile ilgili olarak MİT'in takdimi aşağıdadır.
"Mehmet
Ali Yaprak 24 Aralık 1995 seçimlerinden önce seçim masrafları
olarak Mehmet Ağar'a dolayısıyla DYP'ye 500 milyar lira yardımda
bulunmuş, konuyu bilen Özel Harekat Dairesi Başkanı İbrahim Şahin
de bilahare aynı şahıstan 100 milyar lira rüşvet almıştır. M.
A. Yaprak Gaziantep'teki Yaprak TV ve Hidayet Turizm Firması'nın
sahibi olup, esas gelirini Suriye ve Suudi Arabistan bağlantılı
uyuşturucu ticaretinden sağlamaktadır.
M. A. Yaprak'ın seçimlerden önce Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin'e
verdiği paralardan haberdar olan Abdullah Çatlı adı geçenden
kendilerinin de para almaları için Ercan (Ersoy) ve Ayhan isimli
polis memurlarının da aralarında bulunduğu bir ekibe M. A. Yaprak'ı
kaçırtmış, olayda altı, yedi şahıs polis maskesiyle görev almıştır.
M. A. Yaprak'ın evi ve işyeri ile ilgili istihbarat, Abdullah
Çatlı'nın isteği doğrultusunda, Gaziantep'te halı saha işleten
ve Mehmet Ali Yaprak'la geçmişten sorunları bulunan Ülkücü görüşe
mensup Yahya... adlı şahsa verilen talimatla temin edilmiş ve
anılan ile yapılacak pazarlık sırasında olayın videoya kaydedilmesi
planlanmıştır. Kaçırılma olayını erken saatlerde gerçekleştiren
şahıslar, M. A. Yaprak'ı Siverek'e götürmüşlerdir. Olayın polise
intikalini müteakip, olayın istihbaratını yapan Yahya (Efe) adlı
şahsın kardeşi, polis tarafından Gaziantep'te gözaltına alınmıştır.
Bunun
yanısıra, söz konusu olayla ilgili olarak Mehmet Eymür tarafından;
"Gaziantep'li Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılmasından sonra, Gaziantep'te
ikamet eden Haluk Koral isimli bir tanıdığının telefonla kendisini
arayarak, kaçırılan Gaziantepli zengin işadamının yakın tanıdığı
olduğunu belirterek yardım istediğini, Adıgeçene (H. Koral) "direkt
bir yardımının olamayacağını, ayrıca kaçırılan şahıs hakkında
da müsbet şeyler söylenmediğini, ancak M. Ali Yaprak'ın Abdullah
Çatlı tarafından kaçırıldığına dair bir duyum alındığını, adıgeçenin
Siverek'e götürüldüğünün söylendiğini, bu nedenle Bucaklar'la
görüşmesinin yararlı olabileceğinin" belirtildiğini, Bir süre
sonra H. Koral'ın tekrar kendisini (M. Eymür) arayarak, M. A.
Yaprak'ın serbest bırakıldığını, söylenenlerin doğru çıktığını
bildirdiğini, Olaydan bir müddet sonra Operasyon Başkanlığı'ndan
bir personelin gelerek; "eski elemanlarımızdan Müfit Sement'in
isminin de kaçırılma olayına karıştırıldığını, Müfit'in bize
bilgi getirmek için olay tarihinde Gaziantep'e gittiğini, olayda
aktif rol almadığını bildirdiğini, Abdullah Çatlı'nın kendisinden
(M. Sement) video kamerasını alıp Gaziantep'e gelmek istediğini,
Gaziantep'e gittiğinde kaçırılma olayının gidişinden önce olduğunu
öğrendiğini, bu nedenle aynı gün İstanbul'a geri döndüğünü" ifade
ettiğini, Bu bilgiler üzerine H. Koral'la temasa geçilerek, ilk
görüşmede verilen bilgilerin M. Sement'ten alındığını, bu nedenle
yardımcı olan anılan şahsı olayın içine katmamalarının yararlı
olacağını söylediğini, H. Koral'ın da bunu kabul ettiğini,
15.02.1997
tarihinde ise personelimiz yeni öğrendiği hususları ilgili olarak
yaptığı açıklamada; "M. Sement'in olaya anlattığından daha fazla
girdiğini, Siverek'e gidip M. A. Yaprak'ın sorgulanması sırasında
videoya kaydettiğini, ayrıca M. A. Yaprak'ın iki kez kaçırıldığını,
ilk kaçırmaya İbrahim Şahin'in ekibi ile Cengiz Cömert (Geçmiş
dönemde bilgilerinden istifade edilmiştir) ve Hasan Aydostlu'nun
(İngiltere'de Nafiz Bostancı işine karışan ve geçmiş dönemde
Muğla'da bilgilerinden istifade edilen) de katıldığını, Cengiz
Cömert'in kaçıran gruba, M. Eymür'ün de işin içinde olduğunu
söyleyerek M. A. Yaprak'tan gasp edilen paradan namına para aldığını,
olayın polisler arasında da böyle bilindiğini söylediği," hususları
iddia edilmiştir.
Bu anlatımda çeşitli yanlışlar ve olayı farklı mecraya götüren
ifadeler vardır. Yaprak, Hidayet Turizm'in sahibi değildir. Yaprak'ın
kaçırılmasını Hidayet Turizm ilgililerinin organize ettiği, hedefin,
captagon imalathanesinin yerini öğrenmek ve orijinal captagon'un
içine ilave edilen ve "Hacı'nın malı" olarak Arap aleminde meşhur
olan uyuşturucunun formülünü zorla almak olduğu bilinmektedir.
Kaçırma
olayını Çatlı'nın bir grup polisle organize ettiği, Yaprak'tan
serbest bırakılma karşılığı 1 - 2 milyon Mark alındığı, aslında
Hidayet Turizm'in 10 milyon Mark ödediği, fakat bu miktardan
kaçıranların haberdar olmadığı ve pay alamadıkları, gerçek ödemenin
miktarının öğrenilmesi - duyulması üzerine Çatlı ve ekibinin
Ankara ile ilişkilerinin bozulduğu hatta koptuğu iddia edilmektedir.
Bu
durum karşısında polislerin ve Çatlı'nın Yaprak'ı ikinci kere
kaçırdıkları, konuşturdukları, konuşmaları videoya kaydettikleri,
bandın bir suretinin Bucaklar'a, bir suretinin Mehmet Eymür'e
(Müfit Sement vasıtasıyla) teslim edildiği, orijinal bandın ise
Ankara'yla yapılan pazarlık sonucu imha edildiği de iddialar
arasındadır.
Haluk Koral'ın Eymür'ü aradığı ve yardım istediği de doğru değildir.
Eymür Müfit Sement'i kurtarmak için devreye girmiş, yüzleştirme
yapılması, araçta bulunan parmak izinin Sement'e ait olması sebebiyle
olayın kapatılması yönünde gayret sarfetmiştir.
İkinci kaçırma olayının, Ankara'nın bilgisi ve tasvibi dışında
olması, polisin sert reaksiyonunu çekmesi üzerine Eymür, Sement'in
adının ortaya çıkmaması için Yaprak grubunun etkili isimlerinden
Haluk Koral'la temasa geçmiştir.
Neticede savcının "yüzleştirme" kararı da uygulanmamış, tarafların
olayın büyümemesi, kendi hesaplarını kendilerinin zaman içinde
görme arzusu ile kapatılmıştır.
Başbakanlık, Gaziantep Savcısı'nın işlemlerindeki eksikliği Adalet
Bakanlığı'na Ocak 1997'de bildirmiş olmasına rağmen Eylül 1997'deki
yazımıza kadar Bakanlık, eski bakan Şevket Kazan'ın talimatına
rağmen harekete geçmemiştir.
Bu kısa takdim, Devlet ilgili ve yetkililerinin uyuşturucu konusunu,
kaçakçılığı, kirli parayı, Devlet'in tahribi pahasına nasıl ele
aldıklarını gösteren ilgi çekici bir örnektir.
Bu arada saygın bir kuruluş olan MİT'in eski mensuplarının (Müfit
Sement, Hasan Aydostlu) gibi şahısların nasıl bir ilişki içinde
oldukları, yine saygın bir kuruluş olan Emniyat Teşkilâtı'nın
uyuşturucu imalatını durdurmak değil, diğer uyuşturucu tacirlerinin
hizmetine girdiğini gösteren acı bir örnek olduğu belirtilmelidir.
Kaçıran
grupların her defasında işin içinden sıyrılabilmeleri ancak bu
ilişkilerle mümkün olabilirdi.
Her iki kaçırma olayında güvenli bölge olan Bucaklar'ın kontrolündeki
topraklara gidilmesi, üzerinde durulması gereken bir noktadır.
Osmanlı
döneminin Beylerbeyliği ünvanı kullanılmıyorsa da Aşiret beyliğinin
devam ettiği ve Siverek yöresinin devletin kontrolünün dışına
terkedildiği aşikârdır.
Bu vesileyle ve durumun vehametini ortaya koymak üzere bir parantez
açarak Yaprak ve Hidayet ailelerinin şemasını Sayın Başbakan'a
takdim etmek ihtiyacı duyulmuştur.
Teknik olarak bu bilgilerin ek'te sunulması gerekirse de, yeraltı
dünyasının bu kara, kirli ve kanlı paradan beslenerek nasıl legalize
olmaya gittiğinin delili sunulmak istenmektedir. (Şemalar 58
ve 59. sayfalarda yer alıyor.)
Şemanın açık izahı (Ek: 7)'de sunulmuştur. Ek bilgilerde milyonlarca
dolarlık uyuşturucu geliri sağlayan bir sistemin kurulduğu açıkça
görülecektir.
Sistem; MİT'teki ve emniyetteki bilgilere rağmen çalışmaya devam
etmektedir. Kaçakçıların devletten güçlü olamayacağı gerçeği
karşısında, devletinin elinin kolunun nasıl bağlandığı araştırılmalı,
soruşturulmalıdır.
¯¯-
Mehmet Ali Yaprak olayının Ankara ve İstanbul gruplarının arasının
açılmasında bir dönüm noktası olduğu iddiasına yer verilmişti.
Bu anlaşmazlık 1996 yılında grupların birbirinden uzaklaşmasına
yol açmış veya yeni gelişmeler grupların eski koordineli çalışmalarını
zaten ortadan kaldırmıştır. Doksan altı yılı Çatlı'nın üzerindeki
koruyucu örtünün incelemeye başladığı, OHAL bölgesindeki başıboşluğun
da kontrole alınmaya çalışıldığı, keza Ömer Lütfi Topal'ın tedirginliğinin
arttığı bir dönemdir.
Mehmet Ağar'ın milletvekili seçilmesi, daha aylar öncesinde bu
hususun biliniyor olması, ne kadar nüfuz sahibi olursa olsun
vatan - millet için yapılan işlerin koordinasyonunun zedelenmesine
yol açmıştır.
Topal'ın öldürüldüğü dönem de işte bu oluşuma rastlamıştır.
(
RAPORDAKİ 68, 69, 70, 71 NUMARALI SAYFALAR "DEVLET SIRRI"
OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)
BEHÇET CANTÜRK
Ermeni asıllı Behçet Cantürk'ün geçmişiyle ilgili kısa istihbarat
bilgisi aşağıdadır.
Reşit - Hatun oğlu, 1950 Diyarbakır/Lice doğumlu olan adıgeçenin;
-
20.11.1975 tarihinde Lice bölgesinde meydana gelen deprem sonrasında
devletin yöreye yeterli yardım yapmadığını ileri sürerek, halkı
ayaklandırmaya çalışan Kürtçü şahıslardan olduğu,
- 1981 yılı itibariyle Suriye'de bulunan Asala mensupları ile
sıkı ilişkiler içerisinde bulunduğu,
- 16.06.1983 tarihinde İstanbul/Kapalıçarşı'da gerçekleştirilen
Ermeni terör eylemini organize eden şahıslardan olduğu,
- Temmuz 1984 tarihi itibariyle sorgulanan şahsın; uyuşturucu
madde faaliyetlerini DDKD (Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'nin
yan kuruluşu) örgütü namına yaptığını ve bu örgütün üyesi olduğunu
itiraf ettiğini,
- 1984 sonunda uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan tutuklandığı
ve 1985 yılında beraat ettiği,
- 1990 yılında bazı Kürt aydınlarıyla birleşerek "Ulusal Platform"
adlı bir birlik oluşturdukları, bilahare Mezopotamya A.Ş Adlı
bir şirketi kurdukları ve Mezopotamya isimli bir gazete yayınlamak
üzere girişimde bulundukları,
- 1992 yılı itibariyle PKK'ya aktarılmak üzere uyuşturucu kaçakçılarından
para toplanmasına aracılık yaptığı,
- Nisan 1992 tarihinde Türkiye'ye Pakistan'dan 6 ton baz morfin,
5 ton esrar getirdiği ve bu uyuşturucuların Savaş Buldan, Hurşit
Han, Adnan Yıldırım, Cahit Kocakaya, Eyüp Kocakaya, Ferda Seven
isimli şahıslar tarafından satın alındığı, B. Cantürk'ün yine
bu şahıslardan muhtelif tarihlerde PKK'ya verilmek üzere para
topladığı,
- 1992 tarihi itibariyle Özgür Gündem Gazetesi'nin finansörlerinden
olduğu...
Bu özet bilgi adıgeçenin kimliği hakkında yeteri kadar aydınlatıcıdır.
Kim
olduğu ve ne yaptığı aşikar olmasına rağmen Devlet, Cantürk'le
başedememiştir. Yasal yollar yetmemiş neticede "Özgür Gündem
gazetesi plastik patlayıcılarla havaya uçurulmuş, Cantürk'ün
devlete biat etmesi beklenirken adıgeçenin yeni bir tesis kurmak
üzere harekete geçmesi üzerine, Türk Emniyet Teşkilatı tarafından
öldürülmesi kararlaştırılmış ve karar infaz edilmiştir."
Böylece 100 kişiye yakın olduğu tesbit edilen ve zamanın Başbakanı'nın
ifade ettiği "PKK finansörü iş adamlarının elde olan listesi"nden
bir kişi eksilmiştir.
Behçet Cantürk'ün öldürülmesinin doğruluğu yanlışlığı veya gerekli
olup, olmadığı tartışmasına girilmemiştir. Ancak zaruri bazı
sualleri sormak gerekir. Cantürk'ün öldürülmesi emrini kim vermiştir?
Bu yetki kim tarafından kullanılabilir? Ve hangi ahvalde kullanılabilir?
Kim kime karşı sorumludur? Sistem nasıl çalışmalı sorumluluk
nasıl paylaşılmalıdır?
"Hukuk devletinde bu suallerin yeri olamaz" itirazı da kanaatimizce
geçerli değildir ve realiteye uygun düşmez. Bu uygulama tüm dünya
ülkelerinde olduğuna göre bizde de olacaktır. Ama (cümle sayın
Başbakan'a ters gelse de) Hukuk Devleti kuralları içinde bu tip
kararlar alınacak ve Devlet ciddiyeti içinde uygulanacaktır.
Yoksa
Yeşil ve benzerlerinin Türk Ordusu'nun bir subayını (Cem Ersever
olayı) sorgulaması ve öldürdüğünü etrafa söylemesi, Tarık Ümit
gibi bayağı ve bir kaçakçının "falancayı aldık, sorgulayıp, öldürdük"
gibi bayağı ve kendini adam yerine koymalarını sağlayıcı çirkinliklerini,
Abdullah Çatlı gibi devletin emrinde çalışan bir kişinin, kaçakçılık
yapıp etrafa korku salmasını ve bundan istifade edip başkalarının
da haraçtan pay almasını temin eden alaturkalık, basitlik, geri
kalmış bir ülkenin ciddiyetten uzak operasyonlarına izin veren
bir yapı, ülkemizin gerçekten haketmediği bir durumdur.
Bu davranışlara izin veren anlayış bir grup insanının -sivil
ve kamu görevlilerinin- kısa sürede çizgiyi aşıp vatan - millet
hizmetinden kişisel menfaate dönmelerine yol açmıştır.
Devletin ilgili tüm kurumları bu iş ve eylemlerden haberdardır.
Başıboşluk, neticede ve Susurluk kazasının bardağı taşırmasıyla
etrafa yayılmış ve devlet sırrı olacak konular gazete makalelelerinin
ve haberlerinin ana konusu haline gelmiştir.
Her şeyin bu kadar kolay ortaya çıkması ve duyulması ise devlet
adına yapılan işlerdeki ciddiyetsizliğin en önemli göstergesidir.
Mesela
İzmit - Adapazarı - Bolu ekseninde meydana gelen cinayetlerin
gerçekleşmesinde ortak noktalardan biri de, Polis - Jandarma
- İtirafçı örgüt mensupları faaliyetlerinin yörede yoğunlaşmış
olmasıdır.
Uygulayıcılar, bu ekseni değiştirmek ihtiyacını dahi duymamışlar,
yarattıkları ürküntü, güçlerinin delili olmuştur.
Söz konusu eylemlerde öldürülen şahıslar özellikle dikkate alındığında;
OHAL Bölgesi'nde öldürülen Kürtçü şahıslar ile diğerlerinin farkının
ekonomik bakımdan arzettikleri finansman gücü olduğu ortaya çıkmaktadır.
¯--
Yukarıda
ifade edilen hususların benzer konularda meselâ Savaş Buldan'ın
öldürülmesi için de geçerli olduğunu ifade edebiliriz. Adı geçen
kaçakçılığı, PKK yanlısı bölücü eylemleri ile tescilli bir şahıstır.
Medet Serhat Yöş, Metin Can, Vedat Aydın için de aynı hususlar
geçerlidir. Ülkenin birliğine, bütünlüğüne aykırı eylem sahipleri
ağır bir cezayı haketmişlerdir. Yapılanlarla aramızdaki tek itilâf
uygulamanın şekline ve neticelerine ilişkindir.
Nitekim Musa Anter'in öldürülmesinden -tüm olayları tasvip edenlerin
dahi- pişman olduğu tesbit edilmiştir.
Musa Anter'in silahlı bir eylem içinde olmadığı, daha çok işin
filozofisi ile meşgul olduğu, öldürülmesinin yarattığı etkinin,
kendisinin gerçek etkisini geçtiği ve öldürülme kararının hatalı
olduğu söylenmektedir. (Adıgeçenler hakkında bilgi Ek: 9'dadır.)
Öldürülen
başka gazeteciler de vardır.
( RAPORDAKİ 75 NUMARALI SAYFA "DEVLET SIRRI" OLDUĞU
GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)
(12) ...güvenerek Diyarbakır'a gittim. Bu arada Jitem çatısı
altında illegal bir oluşuma gidildi. Diyarbakır ve çevresinde
PKK ile ilişkili olduğundan şüphelendiğimiz hemen herkesi infaz
etme yetkimiz vardı. Bu insanları yakalayıp suçu varsa tespit
edip, adalete teslim etmek yerine faili meçhul bir şekilde öldürmeyi
bir yöntem olarak benimsemiştik. Bizden istenen buydu bu tarzda
talimat alıyorduk. Bu grup içersinde eski itirafçılardan Ali
Ozansoy, Hüseyin Tilki, Abdulkadir Aygan, Hayrettin Toka, Recep
Tiriz, Adil Timurtaş ve eski TİKKO'cu Fatih adındaki kişiler
vardı. Antalya'da örgüt tarafından öldürülen Numan kod (Salahattin
Görgülü) adındaki kişi bizim grubumuzun istihbaratçısıydı. Örgütle
ilişkilidir tarzında bize gösterdiği ve getirdiği kişilerin hepsini
değişik dönem ve zamanlarda infaz ettik. Bismil'de benzinci Talat,
Diyarbakır Bismil yol kavşağında bir vatandaşı aynı gerekçelerle
infaz ettik. Batman'da iki kişiyi; birini evinden, diğerini evin
önünden alarak Batman Silvan arasında infaz ettik. Yine Hazro'da
bir vatandaş infaz edildi. Bu çalışmalar beş ay sürdü. Yine o
dönemde Salahattin Görgülü'nün verdiği istihbarat doğrultusunda
bir şahıs Celil kod Aytekin Özel binbaşıyla Abdülkadir Aygan
birlikte gidip infaz ettiler..." (Ek: 10)
( RAPORDAKİ 77, 78, 79, 80 NUMARALI SAYFALAR "DEVLET SIRRI"
OLDUĞU GEREKÇESİYLE AÇIKLANMAMIŞTIR.)
Buradaki acımasızlık, gerçekten üzerinde durulması gereken bir
husustur. "Çatlı'ya pekâlâ yeni bir profil, yeni bir hüviyet
ve yerüstünde yaşama fırsatı -eğer hak etmişse- verilebilir veya
-hak etmemişse- verilmez, yargıya teslim edilebilirdi."
Bunların hiçbiri yapılmamıştır. Çatlı Ankara'ya geldiğinde eski-yeni
Bakanlarla, Milletvekilleriyle beraber olabiliyor, Meclis kulisinde
çay içip restoranda yemek yiyebiliyordu ama Erdek'te çakırkeyif
olduğunda havaya iki el ateş edince karakoldan iki polis, hakkında
hemen yasal işlem yapmışlar, parmak izini alıp kendisini de nezarethaneye
atmışlardır. Bilahare telefonlar çalışmış, serbest bırakılmışsa
da haleti ruhiyesini anlamak zor değildir. Devletin savcısı,
hakimi bir yana, tanıması imkânsız her polis ve karakol dahi
kendisi için potansiyel bir tehditti. Devletin zirveleri ile
irtibatlanmış bir kişi bu çelişkiler yumağı içinde ne yapmalıydı,
ne yapabilirdi?
Güven Sazak'ın çiftliğine gittiğinde Ahmet Baydar'la, Drej Ali'yle,
Hazine Müsteşarı Osman Ünsal'la birlikte olabiliyor, Sedat Bucak'ın
yazıhanesinde siyasilerle bir araya geliyor ama BOTAŞ Boru Hattı
temizliği için ihaleye girmek üzere Hadi Özcan'la finansman problemi
konuşmak zorunda kalıyordu. (13)
Susurluk olayının pekçok görüntüsünde, Abdullah Çatlı vardır.
Ama Çatlı'nın net resminin zemini, Ankara'nın silueti ile tamamlanmaktadır.
Topal
cinayetinde Çatlı'nın parmak izi ortaya çıkmıştır. Ama Çatlı'nın
ailesine bıraktığı toplam paranın 2 milyon DM olduğu dikkate
alınırsa, sadece Topal'dan sızdırılan milyonlarca doların akibetini
sormak gerekir. (Bu tahmin Başkanlığımıza değil Çatlı sempatizanı
bazı kişilere aittir.)
Çatlı'nın dosyası yeniden açılmalıdır. Tüm ilişkileri, irtibatları
bilinmektedir. İsviçre'den Türkiye'ye nasıl geldiği araştırılmalı,
görevlendirilmeleriyle ilgili tüm bilgiler derlenmeli, Topal'ı
Çatlı'nın ve polislerin öldürdüğü bilgisini MİT'in nasıl elde
ettiğini ve İstanbul Emniyet Müdürü'nü tek sayfalık bir not'la
nasıl uyardığını, niçin bu sonuca vardıklarını, hüviyeti hâlâ
sisler içinde kalan uyuşturucu irtibatlısı gerçek Mehmet Özbay
- Çatlı ilişkisinin detayları ortaya konmalıdır.
Hatta Abdullah Çatlı'nın kullandığı 12 ayrı hüviyet, pasaport,
muhtemelen sürücü belgesi vs.'nin nasıl elde edildiği de ortaya
çıkarılmalı. Çatlı'nın hangi tarihten itibaren, kimlerin emrinde
hangi işlerde bulunduğu tesbit edilmelidir.
Böylece kamuoyunun Çatlı hakkında objektif bir karara varması
ve devlet kurumlarının hata ve sevaplarıyla - caydırıcı olmaksızın
- yıkanıp aklanması sağlanmalıdır.
Bu konudaki öneriler son bölümde sunulacaktır.
¯¯
Çatlı'dan bahsederken, kamuoyunun ilgisini çekmemiş bir konuya
ilişkin tesbitler (Ek: 11)'de Sn. Başbakan'ın dikkatine sunulmuştur.
Ek:
11'de yer alan konu, hukuk sisteminin tabii bir sonucu olarak
ortaya çıkmış, sağ ve sol teröristler, eylemciler veya gruplar
için kayda değer bir farklılık yaratmıştır.
Bir ceza hukuku profesörünün ve bir yüksek yargıcın katkısıyla
hazırlanan notun Adalet Bakanlığı'nca değerlendirilmesi temenni
edilecektir.
DİPNOTLAR
(12) İtirafçı İbrahim Babat, kendisine 7 yıl ceza alacağı vaadine
rağmen 17 yıla mahkum olunca, İstanbul DGM Başsavcılığı'na ve
Başbakanlık Teftiş Kurulu'na ifade vermek için dilekçe ile müracaat
etmiştir. Müfettişlerin kendisiyle görüşmesinden önce (19.12.1997)
de Kırklareli İstibharat Şubesi Müdürü ile Jandarma Alay Komutanı
Iİ. Babat'ı ziyaret edip "hatırını sorup, geçmiş olsun" derken,
"dikkatli olmasını, devlete zarar vermemesini, davanın Yargıtay
safhasında olduğunu" da söylemek ihtiyacını duymuşlardır.
(13)
Boru hattındaki petrol artığı 20 bin ton çökeltiyi, tonu 10 dolardan
ihaleyle alıp İskenderun Demir Çelik Fabrikaları'na tonu 250
dolara satmak için yapılan organizasyonun boyutlarını da düşünmek
gerekir.
ÖNCEKİ SAYFA
SONRAKİ SAYFA
|