Emekli Amiral Vedii Bilget : Unutmadık!
WCARGA HİZMETLERİ
BELGE ARŞİVİ
.

 

MUAMMER AKSOY

Türk Hukuk Kurumu Başkanı, yazar Prof. Dr. Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 akşamı, Ankara'da evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Polis yetkililerinin, "çok profesyonelce" olarak nitelendirdikleri saldırının failleri belirlenemedi ve kanıt olarak geriye sadece boş mermi kovanları kaldı. Yapılan araştırma sonucu eylemde kullanılan silahın türü belirlendi ve daha önce herhangi bir eylemde kullanılmadığı tespit edildi. Suikasttan sonra gazeteleri arayan bir kişi eylemi İslami Hareket adına üstlendi ve Aksoy'un "Tesettür konusunda İslam'a karşı takındığı tavır nedeniyle Müslümanlar tarafından cezalandırıldığını" söyledi. Aksoy cinayeti, diğer faili meçhullerle birlikte 1999 Eylül ayında sil baştan ele alındı. Dönemin Ankara Emniyet Müdür Vekili Kemal İskender'in koordinatörlüğünde faili meçhul kalan olayların aydınlatılmasıyla ilgili "Faili Meçhul Olayları Analiz Birim" adı verilen özel bir birim kuruldu. Mayıs 2000'de Mumcu'nun katillerini bulmaya yönelik başlatılan Umut operasyonu Aksoy cinayetinin çözümü için de bir umut kapısı oldu. Sincan'da bulunan silah ve susturucuların balistik incelemeye alındığını bildiren polis, gelecek sonuçların evinin bulunduğu apartmanda uğradığı silahlı saldırıda ölen Aksoy cinayetini de aydınlatabileceğini bildirdi. 17 Mayıs'ta Sincan'da ele geçirilen bir silahın Emniyet Genel Müdürlüğü kriminal incelemesinde, 1990 yılında öldürülen Aksoy'un öldürülmesi olayında kullanılan silahla örtüştüğü belirlendi ve olayla ilgili failler aranmaya başladı. 19 Mayıs'ta Umut operasyonu çerçevesinde Kışlalı suikastını düzenlediklerini itiraf eden Necdet Yüksel, Aksoy cinayetini de kendilerinin işlediğini söylediler. 20 Mayıs'ta Özmen e Yüksel'e Aksoy'un Ankara Bahçelievler'deki evinin önünde tatbikat yaptırıldı. Tatbikat, Aksoy'u susturuculu bir silahla vurduğunu itiraf eden Özmen'e yaptırıldı.

BAHRİYE ÜÇOK

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, İslam uzmanı Prof. Dr. Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990'da Ankara'daki evine gönderilen bir kitabın içine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi. İslam dininin yanlış yorumlandığını söyleyerek karşı çıkan Üçok, oruç tutmanın zorunlu olmadığını, İslam'da başörtüsü kavramının bulunmadığını konuşmalarında vurguluyordu. Üçok, öldürülmeden önce de sürekli tehdit alıyordu. Olaydan bir gün sonra polisin yaptığı araştırma sonucu, bombalı kitabın İstanbul'da Ekspres Kargo Perşembe Pazarı Şubesi'nden postalandığı ortaya çıktı. Şirketin teslim alma bölümünde görevli olan ve paketi teslim edenleri gören görevli Gülay Calap, ifadesinde zanlıların eşkallerini tarif etti ve kayıplara karıştı. Calap, daha sonra İzmir'de yasadışı Türkiye Devrimci Halk Partisi'nin bölge sorumlusu olarak yakalandı. Ancak Üçok cinayetiyle ilgili umut olarak görülen Calap, yakalandıktan sonra verdiği ifadede bombalı paketi getirenleri tanımadığını söyledi. Soruşturmanın ilk adımlarında, NATO menşeli olarak açıklanan patlayıcının cinsi sonradan yapılan açıklamalarda Ortadoğu kökenli örgütlerin kullandığı Çekoslovak malı C - 4 olarak değiştirildi. Dokuz yıl boyunca diğer faili meçhul cinayetlerle birlikte aydınlatılamayan Bahriye Üçok cinayeti dosyası, 1999 Eylül ayında tekrar açıldı. Dönemin Ankara Emniyet Müdür Vekili Kemal İskender'in koordinatörlüğünde faili meçhul kalan olayların aydınlatılmasıyla ilgili "Faili Meçhul Olayları Analiz Birimi" adı verilen özel bir birim kuruldu. Mayıs 2000'de Mumcu cinayetiyle ilgili başlatılan Umut operasyonu kapsamında ortaya çıkan ipuçları, Bahriye Üçok cinayetinin çözümüyle ilgili umut ışığı oldu. Kışlalı cinayetinin çözümünde de ipucu olan zanlıların ifadeleri üzerinde yoğunlaşan polis, Üçok cinayetini çözmek için araştırma yapmaya başladı. Soruşturmayı yürüten Ankara DGM Savcısı Hamza Keleş, Üçok cinayetinin de diğer faili meçhullere ilişkin olarak da zanlıların sorgulandığını söyledi. Umut operasyonu sürerken Hizbullah örgütü üyelerini sorgulayan polis, Muammer Aksoy ve Üçok cinayetiyle ilgili önemli ipuçlarına ulaştı. Örgüt üyelerinin sorguları sonucunda İslami Hareket ve Mumcu eylem grubunun dışında "Kayserililer Grubu" adıyla yeni bir eylem grubunun varlığı ortaya çıktı. Mumcu suikastıyla ilgili tutuklanan Mehmet Şahin, ifadesinde bombalı paketin patlamasıyla yaşamını yitiren Üçok'a gönderilen bombalı kitabı Ankara'da gördüğünü söyledi. 16 Mayıs 2000'de Ankara Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin, gözaltında tutulan Hasan Kılıç, Necdet Yüksel, Ferhan Özmen adlı kişileri sorgulaması sonucu Üçok'a yapılan saldırı da aydınlatıldı. Bir üst düzey yetkili, Üçok cinayetinin faillerinin belirlendiğini doğruladı. Konunun yine İran bağlantılı olduğunu belirten yetkili, yakalanan kişilerin olup olmadığı konusunda, "Biraz daha sabredin. Her şey ortaya çıkacak, bizi takip etmeye devam edin" diye konuştu. 17 Mayıs'ta Umut operasyonu kapsamında Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde gözaltında tutulan "Kudüs Komandoları" üyesi Necdet Yüksel ve Ferhan Özmen'in sorgulanmaları sonucu, Üçok'a yapılan bombalı saldırının failleri ortaya çıkarıldı. Olayla ilgisi olduğu bildirilen biri Ankara dışında olmak üzere, üç kişi 16 Mayıs gecesi yakalandı. Bilal Yurt, Celal Aytufan ve Mehmet Gürova adlı zanlıların yakalanmasının ardından, polis 17 Mayıs sabaha karşı da Mustafa Koca'yı ele geçirdi. Emniyet yetkilileri, gözaltına alınan bu kişilerin sorgulanması sonucu olayla ilgili yeni isimlerin belirlendiğini, bu kişilerin yakalanması için geniş çaplı operasyonların sürdüğünü bildirdi. 18 Mayıs'ta Ankara Emniyet Müdürlüğü yetkilileri, Üçok cinayetiyle ilgili aralarında Mehmet Kasap'ın da bulunduğu beş kişinin gözaltında olduğu bildirdi. Bir operasyonda yakalanan Mehmet Kasap'ın Üçok cinayetiyle ilgili olmadığını, ancak gözaltına bulunan diğer zanlılarla ilişkisi olduğu gerekçesiyle gözaltına alındığını kaydetti. 19 Mayıs'ta Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde gözaltında bulunan "Tekin" kod adlı Ferhan Özmen'in parmak izi Üçok'un öldürülmesi olayında kullanılan pakette tespit edilen parmak iziyle örtüştü. Bu bulgu üzerine tekrar sorguya alınan Özmen, cinayeti ayrıntılarıyla anlatırken, cinayetle bağlantısı olan ve bu olayda kendisini yönlendirenle yardımcı olanların isimlerini verdi. Emniyet yetkilileri, Üçok cinayetiyle ilgili tüm detayların ortaya çıkarıldığını, ancak olayla ilgili bazı kişilerin firarda olduğunu, bu kişilerin yakalanması için çalışıldığını kaydetti.

UĞUR MUMCU

Araştırmacı Gazeteci - Yazar Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te Ankara Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan C - 4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu öldürüldü. Suikastın hemen ardından olay yerinde inceleme yapan uzmanlar, hiçbir delil bulamadı. Patlamayla etrafa dağılan ve cımbızla toplanması gereken deliller ise süpürgeyle süpürüldü. Suikastı, İslami Kurtuluş Örgütü, İBDA - C, İslami Cihat gibi çeşitli örgütler üstlendi. Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'yu ziyaret eden dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, "cinayeti çözmenin, devletin namus borcu olduğu" sözünü verdi. Kamuoyunda büyük şok yaratan bu suikastın ardından Mumcu'nun cenaze töreninde binler yürüdü. Siyasi parti liderleri, sivil toplum örgütleri ve çeşitli kuruluşlar, saldırıyı demokrasiye vurulmuş bir darbe olarak nitelendirdi. Cenaze törenine katılan halk, "Türkiye İran olmayacak", "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganları attı. Suikastla ilgili ilk gelişme olaya karıştığı belirlenen İslami Hareket Örgütü militanlarından Gudbettin Gök, Mehmet Ali Şeker, Abdülaziz Ocakhanoğlu, Mehmet Şah Çınar, Mehmet Candirek, Yusuf Altun, Ayhan Usta, Serdar Altın ve Fahrettin Baytap'ın, suikasttan bir gün önce 23 Ocak'ta gözaltına alındığına ilişkin tutunakta tahrifat yapıldığı ortaya çıktı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nün fezlekesinde, İslami Hareket Örgütü militanlarının 23 Ocak'ta yakalandığı belirtildi. Ancak suikasttan sonra kurulan TBMM Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu raporunda, yakalama tutanağındaki "27 Ocak 1993" tarihinin, tahrifatla "23 Ocak 1993" olarak değiştirildiği ifade edildi. Tutanak tahrifatını soruşturan Ankara DGM Başsavcılığı, polislerin "yorgunluk ve uykusuzluk" nedeniyle tarih hatası yaptığını iddia etti. Dönemin Ankara Valisi Erdoğan Şahinoğlu, Uğur Mumcu'nun evinin bulunduğu sokakta iki polis koruma noktasının yer aldığını ayrıca motorlu devriye ekiplerinin de sokağı kontrol ettiğini, bu nedenle herhangi bir koruma sorunu olmadığını öne sürdü. Ancak suikasttan sonra ifadeleri alınan Tunus Büyükelçiliği önünde nöbet tutan polis memurları Remzi Kahraman, Ahmet Tilav ve Kemal Akgün, Uğur Mumcu'nun evini bilmediklerini hatta o sokakta oturduğundan bile habersiz olduklarını söylediler. Suikastla ilgili olarak aranan İslami Hareket Örgütü lider kadrosundan Şefik Polat, bir ihbar üzerine polis tarafından iki gün sonra yakalandı. Ancak Polat, "çevrede yapılan tahkikattan durumu şüphe arz etmiyor" diye tutanak hazırlanarak serbest bırakıldı. Ortaya çıkan sürpriz tanık Ayhan Aydın ise patlamadan 10 dakika önce Mumcu'nun aracı çevresinde şüpheli kişiler gördüğünü öne sürdü. Ancak dönemin DGM Başsavcısı Nusret Demiral, Aydın hakkında suç duyurusunda bulundu. Yalancı tanık suçlaması davasında aklanan Aydın, bir daha hiç görülmedi. Faili meçhul cinayetleri araştırmak amacıyla kurulan komisyonun raporu, Meclis'teki muhalefet nedeniyle kadük kaldı. Mumcu soruşturmasının tek tutuklu sanığı Abdullah Argun Çetin oldu. Kendi ifadeleri üzerine gözaltına alının ve tutuklanan Çetin'in açıklamaları çelişkili görüldü ve bir sonuç vermedi. 6 Mayıs 2000'de İstanbul 6 No'lu DGM Başsavcılığı, İran destekli şeriatlı Tevhid - i Selam Grubu'na mensup yedi kişinin yakalandığını ve operasyonun sürmesi nedeniyle televizyon bültenlerine yayın yasağı koyulduğunu duyurdu. İstanbul polisinin yürüttüğü çok gizli operasyonun, yaklaşık 1.5 ay önce elde edilen bilgi üzerine başlatıldığı ortaya çıktı. Operasyonun baskın aşamasına, Mumcu suikastına karıştığından kuşku duyulan bir militanın takip edilmesinden sonra ulaşılan bilgiler üzerine geçildi ve Tevhid - i Selam grubu üyesi olduğu belirlenen militanın kaldığı Başakşehir'deki bir daireye baskın düzenlendi. Baskında bir dönem ülkücü camianın içinde yer aldıktan sonra şeriatçı örgütlere yönelen iki kişi gözaltına alındı. İkinci baskın, bu kişilerin Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde sorguya alındığı sıralarda Tevhid grubunun propaganda organı olarak bilinen ve yayını yasaklanan Selam Gazetesi'ne yapıldı. Burada da beş kişi gözaltına alındı. İki baskında sekiz boru tipi bomba ile zaman ayarlı patlayıcılarda kullanılan saniyeli fitil, biri kuru sıkı olmak üzere üç tabanca ele geçirildi. Şubede süren sorgularda üç kişinin, Mumcu suikastında görev aldıklarını itiraf ettikleri kaydedildi, ancak bu bilgi resmi kaynaklarca onaylanmadı. İlk ifadelerinde, üç zanlının Mumcu'nun Renault 12 model otomobiline yerleştirilen C - 4 tipi tahrip gücü çok yüksek plastik patlayıcıyı kendilerinin hazırladığını söyledikleri öne sürüldü. Üç zanlının, suikast bombası için İran'da eğitim gördükleri ve patlayıcı düzeneğini hazırladıktan sonra Mumcu'nun evinin bulunduğu bölgede, iki İranlı'ya teslim ettikleri ileri sürüldü. Zanlılardan birinin, suikast sırasında gözcülük yaptığı, bombanın hazırlanması ve teslimi için zanlıların 500 bin dolar aldıkları iddia edildi. Gelişmelerin ardından Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, "Haber teyit edilirse ben çok memnun olurum. Haber geldi ama kesin değil. Daha önce bu tür haberler çıktı, sonradan haberlerin teyit edilmediğini gördük. Mahçubiyet oldu. Yalnız eninde sonunda Uğur Mumcu'nun da Ahmet Taner Kışlalı'nın da katilleri bulunacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti için iddia meselesidir. Bu haber teyit edilirse devlet için çok rahatlatıcı bir yüzakı olur" dedi. Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli ise teröristlerin yakalanmasını hayırlı bir gelişme olarak nitelendirdi. Meclis Mumcu Suikastını Araştırma Komisyonu Başkanı Ersönmez Yarbay, Mumcu suikastının ele geçirilen sanıklarından hareketle olayın perde arkasındaki odağın da ortaya çıkabileceğini söyledi. Yarbay, "Gerçek sanıklar bulunsa da suikasta ilişkin kuşkular bir süre belleklerden silinmeyecektir" dedi. Mumcu cinayetinin aydınlanmaya başlamasının ardından yürütülen operasyonlar çerçevesinde Bursa'da 20'ye yakın kişi gözaltına alındı. Operasyonun üçüncü gününde İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, 1999 yılında faili meçhul terör olaylarının aydınlatılması için özel bir ekip kurulduğunu, son Hizbullah operasyonundan elde edilen deliller ışığında da Uğur Mumcu suikastının aydınlatıldığını belirtti. Tantan, "Emniyet Genel Müdürlüğü koordinesinde istihbarat ağırlıklı olmak üzere sürdürülen çalışmalar sonucu, 21 Şubat 2000 tarihinde "Umut" adıyla başlatılan operasyon hazırlık çalışmaları 6 Mayıs 2000'de İstanbul'da yakalanmaya dönüştürülmüştür" dedi. Öte yandan yakalanan dokuz sanık sorgulanmak üzere İstanbul'dan Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. 17 Ocak 2000'de Beykoz'daki bir villaya yapılan Hizbullah operasyonunda ele geçirilen bilgisayar disketleri ve belgeler arasında, Mumcu suikastına ışık tutacak çok önemli raporların ele geçirildiği belirtildi. Bu belgeler arasında Hizbullah'ın Menzil Grubu Lideri Fidan Güngör'ün öldürülmesinin ardından Hizbullah'a geçen Murat Filiz'in yazdığı bir raporun bulunduğu ve bu rapordan yola çıkıldığını ifade edildi. Bu raporda Hüseyin Velioğlu'na eski örgüt hakkında bilgi veren Filiz'in "Bizim İranlılar'la, Ankara grubu görüşmüş. Hatta onlara iş yaptırmış. Bombalama işi. İğneci bizzat katılmış" sözleri operasyonun ilk adımı oldu. Bunun üzerine uzun süre iz süren Emniyet yetkilileri, operasyonun bitiminde Sadettin Tantan'a "Kod adı Umut, tamam amirim" mesajını verdi. Operasyonun ardından yakalanan bombacıların, İranlı diplomat Muhsin K. Azed'le irtibat kurdukları, bu kişiden aldıkları 500 bin dolar karşılığında Mumcu'yu öldürdükleri ortaya çıktı. Bombacıların, yine İran'dan aldıkları paralarla Şah yanlısı bir yüzbaşıyı şoförüyle birlikte kaçırdıkları, İran'ın isteği üzerine Ankara'da bir ABD'liyle İsrailli bir yüzbaşıyı öldürdükleri, Jak Kamhi'nin öldürülmesi olayına karıştıkları belirlendi. Başbakan Bülent Ecevit, yakalanan dokuz kişiden birinin Mumcu'nun katili olduğunu söyledi. Bülent Ecevit, "Bu iki yıldır süren bir çalışma. Tantan'ın içişleri bakanı olmasından bu yana daha da hızlandı" dedi. Tevhid - i Selam örgütünün yöneticilerinden olan "İğneci" kod adlı Yusuf Karakuş, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nde verdiği ifadede, Mumcu suikastını İranlılar'ın planladığını ve bombayı İranlılar'ın koyduğunu öne sürdü. Karakuş, suikasta kendilerinin de gözcülük yaptıklarını ve evin yakınlarındaki bekçiyi lafa tutup oyaladıklarını söyledi. Karakuş, 11 yıl önce gittikleri İran'ın Kum kentinde Savama ajanları tarafından teorik ve pratik yönden eğitildiklerini iddia etti. Karakuş, emniyetteki sorgusu Mumcu'yu öldürmeye azmettiren İranlı'yı teşhis etti. Karakuş'un fotoğraftan teşhis ettiği İranlının, İstanbul Başkonsolosluğu'nda görevli Muhsin Karger Azad olduğu belirtildi. Operasyonun basına yansımasının üzerinden üç gün geçtikten sonra İstanbul DGM Başsavcı Vekili Aykut Cengiz Engin, konulan haber yasağına uymayan gazete ve televizyon kanalları hakkında soruşturma başlattı. Engin, soruşturmanın selameti açısından bu konuda yayın yasağı koyduklarını belirterek, bu nedenle soruşturmanın içeriğine ilişkin detaylar hakkında bilgi vermesinin mümkün olmadığını söyledi. Yakalananlar arasında yer alan Selam Gazetesi'nin eski sahibi Hasan Kılıç'ın İran'la bağlantıyı kurduğu ve Mumcu'nun öldürülmesinin ardından İranlılardan 500 bin dolar aldığı öne sürüldü. Fatih'teki evinde yakalanan Arif Tarı'nın ise örgütün cezaevindeki yöneticileriyle dışarıdaki yöneticileri arasında kuryelik yaptığı iddia edildi. Çeçenistan'da Ruslarla savaşa giden burada esir düştükten sonra serbest bırakılan Mehmet Ali Tekin de operasyon sırasında yakalandı. Yakalananlar arasında bulunan Muzaffer Dağdeviren ise Karakuş aracılığıyla girdiği örgütte çek - senet tahsilatı işleriyle uğraşıyordu. Operasyonun dördüncü gününde Türkiye genelinde yapılan operasyonlarda gözaltına alınanların sayısı 98'e yükseldi. Mumcu operasyonunda yakalanan Abdülhamit Çelik'le Mumcu'nun öldürüldüğü gün evlendiğini açıklayan Tuba Çelik de gözaltına alındı. Çelik, daha sonra serbest bırakıldı. Başbakan Bülent Ecevit ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Başbakanlık binasında bir basın toplantısı düzenledi. Ecevit, Mumcu'ya kıyanların belli olmasının toplumun devlete güvenini artırdığını ifade ederek, "Operasyonlar ile laik, demokratik rejime karşı işlenen cinayetlerin sadece bireysel failleri değil, aynı zamanda örgütsel ve parasal ilişkileri ve dış bağlantıları da saptanmaktadır" dedi. Ecevit ve Tantan, DGM'nin koyduğu yayın yasağı nedeniyle operasyonlar hakkında bilgi vermedi. Operasyonlar sonucu sanıklar yakalanırken Mumcu'nun öldürülmesi olayına karıştığı ve bu amaçla oluşturulan çeteye mensup olduğu gerekçesiyle yakalanan Abdullah Argun Çetin'in Ankara 1 No'lu DGM'de yargılanmasına devam edildi. Çetin'in, 9 - 11 Kasım 1998 tarihleri arasında Romanya'daki Türkiye Büyükelçiliği'nde kimlerle, hangi telefonla görüştüğünün belirlenmesi için İçişleri Bakanlığı'na yazılan müzekkerenin cevabında telefonun Yasin Akın'a ait olduğu belirlendi. Mahkeme, Akın'ın tanık olarak dinlenmesine karar verdi. 10 Mayıs 2000'de Hürriyet Gazetesi'nde yayımlanan bir haberde, Mumcu suikastı zanlısı Yusuf Karakuş'un, örgüte girmek için Hizbullah Lideri Hüseyin Velioğlu'na yazdığı bir sayfalık mektubun yayımlanması, yedi yıllık sırrı çözdü. Üst düzey bir emniyet yetkilisinin "elimizdeki en büyük delillerden biri" olarak nitelendirdiği mektupta, Karakuş'un el yazısıyla Velioğlu'na örgüte girmek istediğini anlattığı belirtildi. Karakuş, yazdığı mektupta, "Ben Tevhid - i Selam grubundan ayrıldım. Sizin gruba geçmek çalışmak istiyorum. Önceki yıllarda yaptıklarımı referans olarak veriyorum. Ben, Uğur Mumcu suikastında da bulundum" dedi. Karakuş'un babası Mustafa Karakuş da "Oğlum katildir. 23 yıl önce pusu kurarak bir kişiyi öldürüp 12 yıla mahkum olmuştu. Annesi de oğlunun hasretiyle öldü" dedi. Uğur Mumcu suikastı zanlılarından Arif Tarı'nın yasadışı örgütlere silahlı eğitim amaçlı kullandırdığı İzmit'teki çiftliğe jandarma operasyon düzenledi. Çiftlikte, av tüfekleri ve dini yayınların yanı sıra kasalar dolusu deprem yardım malzemesi bulundu. DGM'nin koyduğu yayın yasağına rağmen gazetelerde çıkan haberlerde örgütün itirafçısı Yusuf Karakuş'la ilgili haberlere yer verdi. 10 Mayıs 2000'de Sabah Gazetesi'nde yayımlanan habere göre, Mumcu suikastının gözcüsü Karakuş'a, MİT'in hazırladığı albüm gösterildi ve Karakuş, suikasta karışan İranlı üç bombacıdan biri olduğu öne sürülen Muhsin Azad'ı teşhis etti. Haberde, Azad'ın İran'ın İstanbul Başkonsolosluğu'na konsolos yardımcısı olarak gönderildiği, ancak aslında Savama ajanı olduğu ve daha önce birçok eylemde adı geçtiği belirtildi. 10 Mayıs'ta basında yer alan haberlerde Mumcu suikastında kullanılan bombanın İran Gizli Servisi Savama tarafından konulduğu duyuruldu. Mumcu'nun otomobiline bomba koyan 3 İranlı'nın diplomat değil istihbarat ajanı olduğunun belirtildiği haberlerde bombacıların emniyette sorgulanan dokuz zanlı tarafından fotoğraflardan teşhis edildiği ifade edildi. Yusuf Karakuş'un yazılı olan ifadesinin dışında video kasete çekilmiş bir ifadesinin bulunduğu ortaya çıktı. Karakuş, gözleri bağlı verdiği ifadesinde, kitaplarını okuduğunu söylediği Mumcu'nun öldürülmesini, "Müslümanlık, Allah için istediğini" söyledi. Karakuş'un ifadesinde, "Ben bu iş için para alındığını bilmiyordum. Ne zaman 500 bin dolar alındığını duydum, hemen ayrıldım. Hüseyin Velioğlu'na dönmek için çalıştım. Mumcu'nun yazılarının Müslümanlık için tehdit olduğuna inandım. Müslümanlık için, Allah için yaptım. Yoksa ben yazar olarak kitaplarını okurdum" dediği öğrenildi. 11 Mayıs'ta suikastta gözcülük yapan Yusuf Karakuş ve Abdülhümit Çelik'e Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü yerde tatbikat yaptırıldı. Geniş güvenlik önlemi altında yaptırılan tatbikatta vatandaşlar, katil zanlılarına tepki gösterdi. Tatbikat sırasında polis, Mumcu'nun aracını temsil eden otomobili ters yönde park edince, katil zanlıları "Öbür türlü duruyordu" diyerek itiraz etti. Suikasta ilişkin tüm ayrıntıları anlatan Karakuş ve Çelik, "Cuma akşamı üç İranlı ile birlikte sokakta keşif yaptık. Araba o gün orada değildi. Bir gün sonra 5 kişi sabah 7.30'da sokağın başındaydık. İranlılar bombayı Uğur Mumcu'nun aracına yerleştirirken ben polisleri oyalıyordum" dedi. 12 Mayıs'ta Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan bir haberde Karakuş'un 27 Aralık 1997'de Hizbullah Menzil grubunun lideri Fidan Güngör'ün kaçırılması nedeniyle yakalandığında Tevhid - Selam grubu, eylemleri ve lider kadrosu hakkında polise bilgi verdiği belirtildi. Haberde, Karakuş'un İran devletine çalıştığını itiraf ettiği ve "Selam grubunun liderliğini Hasan Kılıç yapmaktadır. Mehmet Şahin, Nurettin Şirin, Mehmet Ali Tekin, Şeref Dursun da diğer sorumlular. Grup, İran devletiyle irtibatlıdır. Kılıç ile Şirin İran'a gidip gelir" dediği ifade edildi. Karakuş, 12 Mayıs'ta Hizbullah davası sanıklarından kayınbiraderi Murat Filiz'le yüzleştirilmek üzere Bandırma Cezaevi'ne götürüldü. Adliye binasında yaklaşık 1.5 saat süren yüzleştirmenin ardından Filiz, cezaevine götürülmek üzere araca bindirilirken, "Bunların hepsi tezgah, düzmece" diye bağırdı. Yusuf Karakuş'un Mumcu'nun öldürüldüğü 1993 yılında, kayınbiraderi Filiz'in evinde bir süre kaldığı ortaya çıktı. Karakuş, yüzleştirmenin ardından tekrar Ankara'ya götürüldü. 13 Mayıs'ta gazetelerde yayınlanan haberlerde Mumcu zanlısı Abdülhamit Çelik'in, suikastı yıllar önce aydınlatabilecek ifadesinin dikkate alınmadığı belirtildi. Nisan 1996'da yakalanan Çelik, Savama'yla ilişkisini, Tevhid ve Selam Grubu'nu anlattı. Emniyet, Çelik'le ilgili soruşturma evdakını olaydan üç gün sonra DGM Savcısı İrfan Özliyen'e gönderdi. Ancak Özliyen, "Anayasal düzeni değiştirmeyi amaçlamıyor. Konu DGM'nin kapsamına girmiyor" diyerek dosyayı aynı gün havale etti. 14 Mayıs'ta Umut operasyonu çerçevesinde iki kişi daha gözaltına alındı, gözaltına alınanların sayısı dokuza yükseldi. Örgüt mensubu dokuz kişi, Ankara DGM'ye çıkartılırkan, bir haftadır gözaltında tutulan Selam Gazetesi eski imtiyaz sahibi Hasan Kılıç, Kışlalı cinayetiyle ilgili İstanbul'da bulunan ve aynı örgüte mensup bir kişinin adını verdi. Adının Hakkı Şanlı olduğu ifade edilen bu kişi İstanbul'da gözaltına alındıktan sonra Tevhid örgütünün mensubu olduğu bildirilen Necdet Yüksel de Ankara'da gözaltına alındı. Emniyet yetkilileri, gözaltına alınan Yüksel'in, Sincan Yenipeçenek Köyü'nde tarlada ele geçirilen çok sayıdaki silah ve patlayıcıyı kendisinin diğer örgüt mensuplarının yakalanmasından korkarak tarlaya bıraktığını itiraf ettiğini söylediler. Ancak yakalanan iki kişinin Kışlalı'nın öldürülmesi olayına karıştıklarına dair ortaya atılan iddiaları emniyetin üst düzey yetkilileri doğrulamadılar. İran basını, Mumcu'nun öldürülmesine İranlıların karıştığı iddialarının, "İsrail ve siyonistlerin tezgahı olduğunu" savundu ve Türkiye'yle İran'ın, bütün görüş ayrılıklarına rağmen ilişkilerini geliştirmeleri gerektiğini belirtti. İran Resmi Ajansı İRNA tarafından yayınlanan İran Daily Gazetesi'nde 14 Mayıs'ta yayımlanan başyazısında, "Türkiye'nin İslam devriminden sonra birçok kez İran'ı içişlerine karıştırmakla suçladığını" belirterek, "Ankara'nın kamuoyunu yanılttığını ve sadece iç krizleri abarttığını" iddia etti. Ankara'da Mumcu zanlılarından olarak gözaltına alınan Selam Gazetesi eski imtiyaz sahibi Hasan Kılıç'ın, Kışlalı cinayetiyle ilgili olarak İstanbul'da bulunan Hakkı Selçuk Şanlı'nın adını verdiği ortaya çıktı. Kılıç'ın bu ifadesi üzerine Tevhid grubundan olduğu belirlenen Şanlı, İran'a kaçmak üzereyken İstanbul polisince yakalanarak Ankara polisine teslim edildi. Şanlı ise sorgusu sırasında Kışlalı suikastında kullanılan bombayı Necdet Yüksel adlı Tevhidci'nin sakladığını söyledi. Bunun üzerine Ankara polisi Necdet Yüksel'i de yakalayarak gözaltına aldı. Yakalanan Yüksel, Kışlalı'nın arabasına bombayı kendisinin koyduğunu itiraf etti ve 13 Mayıs'ta Sincan Yenipeçenek Köyü'nde bir tarlada ele geçirilen 27 kilo C - 4 bomba, çok sayıda TNT kalıplarının yanı sıra çok sayıdaki silahı, kendisinin diğer örgüt mensuplarının yakalanmasından korkarak tarlaya bıraktığını itiraf etti. Bunun üzerine Sincan'daki cephanelikte ele geçen el bombalarının üzerinde yapılan incelemede gözaltındaki iki zanlının parmak izleri bulundu. Böylece Mumcu için başlatılan Umut operasyonu, Kışlalı suikastını da çözdü. Mumcu ve Kışlalı cinayetlerini soruşturan emniyet birimleri, Türkiye'deki İran destekli büyük yapılanmayı ortaya çıkardı. Sorgulamalar sonucunda, İran'ın "Özel Harp" örgütü olarak nitelendirilen Kudüs Savaşçıları örgütünün Türkiye'de yedi ayrı silahlı irticai grubu destekleyerek, eylemlerde yönlendirdiği tespit edildi. Bu gruplardan üçü deşifre edilirken, polis, henüz ortaya çıkmayan dört grubu çözmek izin 10 kişinin kimliğini belirledi. Kışlalı cinayetinin zanlıları Necdet Yüksel ve Ferhan Özmen'in üç defa İran'a gittikleri belirlendi. Yüksel ve Özmen, ifadelerinde, Tahran yakınlarında bir kampta askeri eğitim aldıklarını, örgütü yönlendiren İranlılar'ın Türkiye'ye işadamı görüntüsü altında girip çıktıklarını anlattılar. 16 Mayıs 2000'de ABD, Mumcu ve Kışlalı cinayetlerine İran'ın karıştığına ilişkin elde bağımsız bilgi bulunmadığını belirtti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher, düzenlediği basın toplantısında konunun gündeme getirilmesi üzerine Mumcu ve Kışlalı cinayetiyle ilgili çok sayıda kişinin Türk polisince yakalandığını hatırlattı. Boucher, "Ancak şunu söylemeliyim ki Türk Hükümeti soruşturmanın tam sonuçlar alınmadan İran bağlantısı iddialarıyla ilgili resmi yorum yapmaktan kaçınıyor. ABD'nin elinde de İran'ın bu cineyetlere karıştığına ilişkin bağımsız bilgi bulunmuyor" dedi. Umut operasyonuyla ilgili Başbakanlık binasında 17 Mayıs'ta basın toplantısı düzenleyen Başbakan Bülent Ecevit, Mumcu ve Kışlalı cinayetlerindeki esrar perdesinin artık ortadan kalktığını söyledi. Ecevit, "İran'dan maalesef bir komşudan beklenmesi gereken yakınlığı yeterince göremedik, hatta bazen hiç göremedik" dedi. Faili meçhul cinayetlerle ilgili soruşturmalar somut sonuçlar verdikçe İran'la ilişkilerin ona göre düzenleneceğini belirten Ecevit, "Atatürk'ün sağladığı döneminde İran'la ilişkilerimizde çok önemli gelişmeler olmuştu ve bu gelişmeler hem İran hem de Türkiye halkına büyük yararlar sağlamıştı. Yeniden o benzer koşulların aramızda gelişmesini içtenlikle temenni ediyorum" dedi. Ecevit, Türkiye olarak hiçbir zaman İran'ın iç işlerine karışmadıklarına vurgulayarak, "Bizim iç işlerimize asıl karışma, Türkiye'de bölücü teröre katkıda bulunanlara kucak açmaktır veya devrim ihracında hedef olarak Türkiye'yi almaktır" diye konuştu. Ecevit'in bu açıklamalarına İran'dan hemen tepki geldi. İran resmi haber ajansı İRNA'nın bildirdiğine göre İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi, "Ecevit'in açıklamaları, İran'ın içişlerine müdahaledir ve diplomatik geleneklerin dışındadır" dedi. Görevine 16 Mayıs'ta başlayan Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, göreve gelir gelmez Haziran ayında İran'da düzenlenecek olan Ekonomik İşbirliği Örgütü toplantısına gidip gitmeyeceği yönünde bir soru üzerina "Gideceğimi düşünmüyorum" dedi. Sezer'in, Mumcu ve Kışlalı'nın ardından Üçok suikastının ve diğer faili meçhul cinayetlerin ardesi olduğu açıkça ortaya konan İran'a karşı tavır aldığı görüldü. Umut Operasyonu'nda gözaltına alınan Hasan Kılıç, 19 Mayıs'ta Ankara DGM'ce tutuklandı. Kılıç, tutuklanarak Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'ne konuldu. Umut Operasyonu kapsamında 20 Mayıs'ta Uğur Mumcu'nun Sokağı'nda ikinci tatbikat yaptırıldı. Olaya karışanlardan Ferhan Özmen, Ankara DGM Savcısı Hamza Keleş ile birlikte sadece gözlerinin göründüğü bir bereyle olay yerine getirildi. Özmen, Keleş'e olayı ayrıntılarıyla anlattı.

AHMET TANER KIŞLALI

Kültür eski bakanlarından, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 sabahı Ankara'daki evinin önünde bombalı suikasta kurban gitti. Kışlalı, arabasının ön camına konulan poşeti alırken meydana gelen patlamada bir kolunu kaybederek yaşamını yitirdi. Kışlalı'nın patlamayla birlikte kopan kolu, öldükten sonra olay yerinde bulundu. Olay yerinde inceleme yapan bomba uzmanları, bombanın el yapımı parça tesirli boru tipli olduğunu ve bubi tuzağıyla arabanın ön camına yerleştirildiğini bildirdi. Kışlalı cinayetine ilk günden Ankara DGM Başsavcılığı el koydu ve soruşturma başlattı. Kışlalı'ya düzenlenen suikastın Abdullah Öcalan'ın Yargıtay'daki temyiz duruşmasına denk gelmesi şüphe uyandırdı. Kışlalı'ya düzenlenen suikast tüm yurtta tepkiyle karşılandı ve Mumcu cinayetine benzetildi. Olaydan bir gün sonra bomba üzerinde yapılan araştırma sonucu, Kışlalı suikastında kullanılan patlayıcı maddede, C - 4'ün hammaddesi olan RDX adlı kimyasal madde bulundu. Kışlalı'nın yaşamını yitirmesine neden olan patlayıcının profesyonel olarak hazırlandığı belirlendi. Öte yandan Kışlalı suikastını yayın organı Medya TV'de kınayan PKK, Türkiye toplumu ve devletine başsağlığı diledi. Kışlalı'nın, öldürülmeden önce, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinde Malatya'daki türban eylemleriyle ilgili olarak yazdığı "Hayvanlar, Çocuklar ve Merve'ler" başlıklı 12 Mayıs 1999 tarihli yazısıyla Akit Gazetesi'nde boy hedefi olduğu ortaya çıktı. Akit Gazetesi'nin 13 Mayıs tarihli sayısında Abdullah Birisi tarafından hazırlanan "Tutanak" köşesinin manşetinde yer alan Kışlalı fotoğrafına çarpı işareti çizilerek üzerine "Yuh pişkin zorba!" yazıldı. Kışlalı, "Zorba Kemalist gemi azıya aldı, halkı köpeğe benzetti" başlığıyla hedef adam olarak gösterildi. Akit Gazetesi, suikastın ardından Kışlalı'dan yine "Kemalist militan" olarak söz etti. Aynı gazete, cenaze töreninden sonra "Yine şeriata sövgü" başlığını kullandı. Akit, cenazeye katılanlar için "güruh" ifadesini kullandı ve "Kahrolsun şeriat, mollalar İran'a diye böğüren kalabalık" nitelendirmesinde bulundu. Suikasttan iki gün sonra Ankara'da gerçekleştirilen dört ayrı törende laiklik sloganları atıldı. Kışlalı, yağmur altında toplanan binlerce kişinin gözyaşları arasında uğurlandı. Türkiye'de ilk kez Genelkurmay Başkanlığı'nın emriyle tüm askerler, sivil bir kişinin cenaze törenine katıldı. Genelkurmay Başkanı, komutanlar, subay ve astsubaylar, üniformalarıyla katıldıkları cenaze töreninde Kışlalı'nın cenazesi geçerken selam durdu. Sadece devlet başkanı ve komutanlar için hazır tutulan "onur taburu" törende görev aldı. Askerler, cenaze töreninde halktan büyük destek aldı. Meclis'te yapılan törende ise TBMM'nin tarihinde ilk kez slogan atıldı. Törene katılan halk, Kışlalı'nın cenazesini "Türkiye laiktir, laik kalacak" sloganıyla uğurladı. 25 Ekim 1999'da İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın koordinasyonunda İçişleri ve Adalet Bakanlığı ile hükümet arasında yürütülen çalışmaların yanı sıra Ankara Valisi Yahya Gür'ün başkanlığında yeni bir kurul oluşturuldu. MİT, jandarma ve emniyetten oluşturulan özel bir grup da devreye girdi. Ancak yapılan araştırmalar bir sonuç vermedi ve suikastı aydınlatacak bir ipucu bulunamadı. Kışlalı suikastıyla ilgili kontrgerilla iddiasını gündeme getiren İslami basın, askerlerin Kışlalı'nın cenazesine devlet içindeki karanlık güce tepki göstermek için katıldığını iddia ederken, Türkiye'nin bir askeri darbeye sürüklenmek istendiğini öne sürdü. Akit Gazetesi 25 Ekim 1999 günkü sayısında "Tezgah tutmadı" manşetiyle verdiği haberde, "İstihbaratçılar ve siyasiler aynı görüşte birleşti. Amaç laik - İslamcı çatışması ve askeri darbeye zemin hazırlamaktı. Ama bu ayaklar koktu. Millet artık yemiyor" görüşüne yer verdi. Milli Güvenlik Kurulu (MGK), 27 Ekim'deki toplantısında Kışlalı suikastını görüştü. MGK, yaptığı açıklamada, Kışlalı'nın öldürülmesini, "dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir dönemde Türkiye'de kargaşa ortamı yaratmaya dönük bir eylem" olarak nitelendirirken, faillerin en kısa sürede, tüm istihbarat birimlerinin azami koordinasyonuyla ve tüm dış bağlantılarıyla ortaya çıkarılmasını istendi. 28 Ekim'de Kışlalı hakkında yayınladıkları yazılar nedeniyle Akit Gazetesi'nin Bağcılar'daki merkezi arandı. Herhangi bir suç unsurunun bulunmadığı arama sonrasında gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karahasanoğlu ile avukat İhsan Karahasanoğlu gözaltına alındı. Kışlalı'nın öldürülmesiyle ilgili ilk gözaltı 30 Ekim'de gerçekleşti. İl Jandarma Alay Komutanlığı tarafından bir hafta boyunca sorgulanan 16 yaşındaki Cansu G. ifadesinde "yasadışı TKP/ML örgütüne yardım ve yataklık yaptığını" anlattı. G. daha sonra tutuklanarak Ankara Merkez Cezaevi'ne gönderildi. İlk gözaltından üç gün sonra İstanbul'da Kışlalı suikastıyla ilgili İBDA - C örgütüne karşı sürdürülen operasyonlarda 14 kişi yakalandı. İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, sanıkların bombalayacakları yeri "rüyalarında görerek seçtiklerini" söyledi. 20 Aralık'ta Ankara polisi, suikastla ilgili soruşturma kapsamında Konya'da yakalanan İBDA - C üyesi Mustafa Kılıç'ın Suudi Arabistan uyruklu terörist Usame Bin Laden için çalıştığı, halen Ümraniye Cezaevi'nde tutuklu İBDA - C'nin lideri Salih Mirzabeyoğlu'nun da koğuş arkadaşı olduğu belirlendi. Operasyonlar sürdükçe her yeni bir gün yeni iddiaları da beraberinde getirdi. Konya'da yakalanan Kılıç'ın ardından bu kez de operasyonların Sivas'a kaydırıldığı ve şimdiye kadar adı hiç duyulmamış "Selefi" terör grubunun ortaya çıktığı haberi duyuruldu. Örgüt lideri ve bombacısının da aralarında bulunduğu 15 kişi yakalandı. Ankara Emniyet Müdürü Kemal İskender, grubun "tebliğ" aşamasını tamamlayıp, "cihat" aşamasına geçiş için hazırlık yaptığını açıkladı. Soruşturmanın kilit ismi olarak nitelendirilen Kılıç ise ilk ifadesinde Laden'e bağlı "El Mücahede Grubu" içinde savaştıklarını açıklayarak, diplomatların kendisiyle bağlantı kurduğunu da itiraf etti. 30 Ocak 2000'de Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan özel haberde Metris Cezaevi'ndeki İBDA - C koğuşunda bulunan bir itiraf mektubuna yer verildi. "Kışlalı'yı uçurduk" denilen ve Salih İzzet Erdiş'e yazıldığı izlenimi veren mektupta, Kışlalı cinayeti üstlenildi. Haberin yayımlanmasından sonra Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Laboratuvarı'nda incelemeye alınan mektupla ilgili İBDA - C'lilerin ifadesine başvuruldu. Mektubu yazan teröristi belirleyen savcılar, araştırmalarını İstanbul'a kaydırdı. Ancak yapılan tüm bu araştırmalar, Mayıs ayına kadar sonuç bulmadı. Mayıs 2000'de Uğur Mumcu suikastıyla ilgili yaşanan gelişmeler, Ahmet Taner Kışlalı suikastının çözülmesinde de anahtar oldu. Mumcu suikastıyla ilgili başlatılan Umut operasyonu kapsamında gözaltına alınan dokuz kişiden biri olan T.Ö.'nün adının, Kışlalı cinayetiyle ilgili ifade tutanaklarında da geçtiği ortaya çıktı. Akşehir'de gözaltına alınan Mustafa Kılıç, ifadesinde T.Ö.'nün adını verdi. Kılıç, T.Ö.'nün İran Büyükelçiliği'nin kuryesi olduğunu açıkladı. Soruşturmayı yürüten Ankara DGM Savcısı Hamza Keleş, Mumcu suikastıyla ilgili yakalanan sanıkların Bahriye Üçok ve Kışlalı gibi faili meçhul suikastlara ilişkin olarak da sorgulanmalarını istedi. Mumcu suikastı çözüldükçe üst düzey emniyet müdürlerinin yaptığı açıklamalar da Kışlalı suikastının çözülmesi yolunda umut olduğunu gösterdi. Üst düzey bir emniyet yetkilisi, 12 Mayıs 2000'de yaptığı açıklamada, Kışlalı suikastının arkasında da İran'ın göründüğünü, ancak bu kez başka bir taşeron örgütün söz konusu olduğunu söyledi. 14 Mayıs'ta Umut operasyonu kapsamında, Kışlalı'nın zanlılarından üçü İstanbul'da, biri de Ankara'da yakalandı. Tevhid - i Selam grubundan olan zanlılardan Necdet Yüksel'in, Kışlalı'nın aracına bomba koyduğunu itiraf ettiği ve kendisini İranlı diplomatların azmettirdiğini söylediği açıklandı. Ankara'da Mumcu zanlılarından gözaltına alınan Selam Gazetesi eski imtiyaz sahibi Hasan Kılıç'ın, Kışlalı cinayetiyle ilgili olarak İstanbul'da bulunan Hakkı Selçuk Şanlı'nın adını verdiği ortaya çıktı. Kılıç'ın bu ifadesi üzerine Tevhid - i Selam grubundan olduğu belirlenen Şanlı, İran'a kaçmak üzereyken İstanbul polisince yakalanarak Ankara polisine teslim edildi. Şanlı ise sorgusu sırasında Kışlalı suikastında kullanılan bombayı Necdet Yüksel adlı Tevhid - i Selam grubu üyesinin sakladığını söyledi. Bunun üzerine Ankara polisi Necdet Yüksel'i de yakalayarak gözaltına aldı. Yakalanan Yüksel, 13 Mayıs'ta Sincan Yenipeçenek Köyü'nde bir tarlada ele geçirilen 27 kilo C - 4 bomba, çok sayıda TNT kalıplarının yanı sıra çok sayıdaki silahı, kendisinin diğer örgüt mensuplarının yakalanmasından korkarak tarlaya bıraktığını itiraf etti. Bunun üzerine Sincan'daki cephanelikte ele geçen el bombalarının üzerinde yapılan incelemede gözaltındaki iki zanlının parmak izleri bulundu. 15 Mayıs'ta Kışlalı operasyonunda gözaltına alınanların sayısı sekize yükseldi. Necdet Yüksel, sorgusunda Kışlalı'nın evinin önünde iki ay boyunca keşif yaptıklarını ve bir ay süreyle takip ettiklerini belirterek, "Kışlalı'nın otomobiline bombayı ben koydum" dedi. Polis, ele geçirilen cephaneliklerdeki ele geçen silah ve susturucuların balistik incelemeye alındığını, gelecek sonuçların evinin bulunduğu apartmanda uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürülen Prof. Dr. Çetin Emeç'i öldüren İslami Hareket Örgütü lideri İrfan Çağrıcı'nın suikastta kullandığı silahın seri numarasını izlediği belirlendi. Kışlalı suikastıyla ilgili İstanbul'da yakalanan Şanlı ve Ferhan Özmen'in İran bağlantıları olduğu ve Ankara'nın Sincan ilçesinde yapılan olaylı Kudüs gecesine de katıldıkları ortaya çıktı. Operasyon öncesi Şanlı'yla Özmen'in kaçmaya çalıştıkları ve evlerine gelmedikleri belirlendi. Mumcu ve Kışlalı cinayetlerini soruşturan emniyet birimleri, Türkiye'deki İran destekli büyük yapılanmayı ortaya çıkardı. Sorgulamalar sonucunda, İran'ın "Özel Harp" örgütü olarak nitelendirilen Kudüs Savaşçıları örgütünün Türkiye'de yedi ayrı silahlı irticai grubunu destekleyerek, eylemlerde yönlendirdiği tespit edildi. Bu gruplardan üçü deşifre edilirken, polis, henüz ortaya çıkmayan dört grubu çözmek için 10 kişinin kimliğini belirledi. Kışlalı cinayetinin zanlıları Necdet Yüksel ve Ferhan Özmen'in üç defa İran'a gittikleri belirlendi. Yüksel ve Özmen, ifadelerinde, Tahran yakınlarında bir kampta askeri eğitim aldıklarını, örgütü yönlendiren İranlılar'ın Türkiye'ye işadamı görüntüsü altında girip çıktıklarını anlattılar. 16 Mayıs 2000'de ABD, Mumcu ve Kışlalı cinayetlerine İran'ın karıştığına ilişkin elde bağımsız bilgi bulunmadığını belirtti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher, düzenlediği basın toplantısında konunun gündeme getirilmesi üzerine Mumcu ve Kışlalı cinayetiyle ilgili çok sayıda kişinin Türk polisince yakalandığını hatırlattı. Boucher, "Ancak şunu söylemeliyim ki Türk hükümeti soruşturmanın tam sonuçlar alınmadan İran bağlantısı iddialarıyla ilgili resmi yorum yapmaktan kaçınıyor. ABD'nin elinde de İran'ın bu cineyetlere karıştığına ilişkin bağımsız bilgi bulunmuyor" dedi. Kışlalı'nın katil zanlılarından Necdet Yüksel, emniyette verdiği ifadede, yapılan bombalı saldırının, son dönemde yazdığı makalelerinde, din ve başörtüsüne karşı kullandığı ifadeler nedeniyle düzenlendiğini söyledi. Zanlıların, Kışlalı'nın aracına bomba konulmadan önceki günlerde de, aracın üzerine çöp poşetleri koyarak Kışlalı'nın tepkisini ölçtükleri ortaya çıktı. 18 Mayıs'ta Kışlalı, Üçok ve Aksoy suikastlarının aynı örgüt ve kişiler tarafından gerçekleştirildiği yönündeki bulguları değerlendiren DGM Savcılığı, üç dosyayı birleştirdi. 20 Mayıs'ta yaptırılan altı tatbikattan bir tanesi de Kışlalı suikastıyla ilgili oldu. Kışlalı'nın evinin bulunduğu sokakta gerçekleştirilen tatbikata , gözaltındaki sanıklar Ferhan Özmen ve Necdet Yüksel katıldı. Burada Ferhan Özmen, Kışlalı`nın evinin bulunduğu sokağa gece bir araçla 3 kişi geldiklerini söyledi. Özmen, kendisinin gözcülük yaptığını, Necdet Yüksel ve arabada bulunan diğer şahsın da bombayı alarak arabadan indiklerini anlattı. Daha sonra Necdet Yüksel`e de tatbikat yaptırıldı. Tatbikatlar sırasında zanlılara, yüzlerini tamamen kapatan siyah bereler giydirildi. Çevrede toplanan vatandaşlar da, ``Katiller, İran uşakları, İran`a gidin`` diye bağırarak zanlıları protesto ettiler.

 
KİTAPLAR
MAKALELER
SEÇMELER