Emekli Amiral Vedii Bilget : Seçmeler
WCARGA HİZMETLERİ
BELGE ARŞİVİ
.

 

1972 Görünümü

Türkiye 1971 yılını, çok içe dönük bir yıl olarak yaşamıştı. Dünyada ve yakın çevremizde neler olup bittiğine fazla dikkat edilmemişti. Oysa ABD, uluslararası dengeyi çok yanlı ve yönlü sarsan bir sürece girmekteydi.

AET'nin giderek artan etkinlik yarışına karşı, Başkan Nixon gerekli önlemlerin alınmasını istemişti. Bunun ilk adımı olarak, 15 Ağustos 1971'de ABD Doları ile altın arasındaki ilişki ortadan kaldırılmıştı. Kapitalizmin o ünlü 1929-30 bunalımı ertesinde, Başkan Roosevelt dönemimden beri her ABD Doları karşılığında 1 ons altın vermeyi kabullenmiş olan Birleşik Amerika'nın söz konusu yüküm-lülüğünden vazgeçmesi demekti bu. Vietnam savaşı sürecinde yüz milyarlarca ABD doları biriktirmiş olan Batı Avrupa ekonomilerine Washington büyük bir darbe vurmuş oluyordu böylelikle. ABD, ülkesi dışındaki dolar stokları için hiçbir karşılık sorumluluğu tanımıyordu.

Bu davranış, müthiş bir uluslararası mali paniğe yol açtı. 1971 Aralık ayında Washington'da yapılan Smithsonian toplantısında ABD Dolarının devalüe edilmesi ve ulusal paraların dolar karşısındaki sınırının da yüzde 2'den 4.5'a çıkarılması kararlaştırıldı. Bu, dolar dışındaki iki ulusal para arasındaki toplam dalgalanma sınırının yüzde 9 olması demekti. AET ülkeleri hemen kendi paraları arasındaki dalgalanmayı yüzde 2.25 ile sınırladılar. Bu uygulama, Smithsonian Enstitüsü binasının altındaki tünelin içindeki bir yılanı çağrıştırdı. Dolara karşı daha yüksek dalgalanma sınırları tünelin genişliğine, Avrupa paraları arasındaki sınırlı dalgalanma da yılana benzetildi. Uygulamaya "tüneldeki yılan" politikası adı verildi. Ne ki bu kur düzenlemeleri mali paniği durultmadı, aksine giderek artmasına neden oldu.

Washington, Moskova ile stratejik nükleer silahları kısıtlamak için SALT antlaşmasının ön görüşmelerini de tamamlamaktaydı. Kurulduğu günden beri diplomatik ilişki kurmayı yadsıdığı Çin ile de yakınlaşma sürecine yönelmekteydi. Kissinger bu ülkeye gidiyor ve soğuk savaşın önemli simgesi olan Formoza'daki Çan Kay Şek rejimine verdiği destği çekip Birleşmiş Milletler'e Pekin'in alınmasını onaylıyordu. Çin Halk Cumhuriyeti 1971 Temmuz'unda BM'e giriyordu. Bu yakınlaşmayı Sovyetler Birliği'ni tehdit için bir girişim olarak niteleyen Başkan Mao'nun Savunma Bakanı Lin Piao Moskova'ya giderken uçağı düşürülüyor ve ölüyordu.

ABD teknolojik alandaki üsünlüğünü uzay denemeleriyle -ve Apollo 14-15 seferleriyle- sürdürürken, bu alanda Sovyetler de Merih'e orak çekiçli bayraklarını dikiyordu. Bu kez, iki ülke -ve sistem- arasında uzayda işbirliği çalışmalarına geçiliyordu.

Vietnam savaşı tüm yıkımıyla sürüyordu. Ama Asya'da önemli değişimler de gözleniyordu. Doğu Pakistan'daki seçimleri Mucib-ül Rahman'ın Avami Partisi kazandıktan sonra, Doğu ve Batı Pakistan arasında büyük bir iç savaş patlıyordu. Savaş, Bangladeş adlı yeni bir devletin oluşmasına neden olurken bu gelişim, Pakistan'da yönetimi elinde tutan Yahya Han askersel diktatoryasının sonu oluyordu. Ilımlı solcu Zülfikar Ali Butto yönetimi ele alıyordu.

ABD, "Amerika kıtası, Amerikalılarındır" diyen içe kapalı Monroe doktrinini rafa kaldırmıştı. "Batı dünyası, ABD'nin denetimindedir" görüşündeki yepyeni bir Pax Americana bakışı gündemdeydi artık. ABD ve SSCB arasında kesin etkinlik sınırları çizilmişti. İki kutuplu dünya mutlaklaştırılmıştı. Kutuplardan bağımsız ya da arada kalan hiçbir güce özerk yaşam alanı yoktu artık. "Üçüncü dünya" kuramına sarılan ülkeler, içlerine kapanarak sürekli yoksullaşacaklardı.

Ortadoğu giderek en önemli etkinlik alanı oluyordu. Batı'daki etkin Yahudi gücü dolayısıyla İsrail sistemin ağırlıklı bir parçasıydı. Ama 1967 savaşından sonra geniş Arap topraklarını işgali ertesinde, bölgedeki dengeler altüst olmuştu. Aralarında Suudi Arabistan'ın da bulunduğu İslam monarşileri bile, İsrail'i açıkça destekleyen Batı'ya düşman olmuşlardı. Türkiye, Sovyetler'in bölgeye inmesini önleyecek tampon ülkeydi. Moskova'nın Ortadoğu'da etkinleşmesini engelleyecek tüm planlar Türkiye üzerinden yapılmıştı. Ama, İsrail nedeniyle Batı'ya karşı çıkan radikal Arap ülkeleriyle Sovyetler bir anda yakınlaşmışlardı. Moskova, doğrudan bölgeye etkinleşmiş ve yerleşmişti bile.

ABD'nin gözünde Türkiye'nin bölgedeki birincil önemi kadar İsrail'in ağırlığı da yitmişti. Çünkü petrol çok daha vazgeçilmezdi. Sanayi toplumlarının kanıydı ve Arap ülkelerindeydi. ABD, İslam radikalizmiyle yakınlaşarak petrol üzerinde egemenlik kurmayı ve kendini Batı dünyasında çok daha ayrıcalıklı bir konuma getirmeyi hedefliyordu. Böylelikle AET ve Japon rekabetini de aşacaktı. İkili bir uygulama gündemdeydi artık : İslam ülkelerini denetlemek ve petrolü pahalılaştırmak.

Merkezci eğilimlerin sona erdiği bir uluslarası sürecin başlangıcı oluyordu bu. Yeni Pax Americana, kendi yararına olan sağ ve sol radikalizmi desteklemekte sakınca görmeyecekti bundan böyle. Ve bu arada, Doğu dünyasındaki iç savaşları da aşan büyük bir iç çatışma Batı dünyasında da sahnelenecekti. İngiltere'nin merkezci otoriter sistemine başkaldıran Cumhuriyetçi İrlanda Ordusu (IRA) Kuzey İrlanda'da silaha sarılmıştı.

Dünya'da -ve özellikle Ortadoğu'da- önemli gelişmeler oluyordu 1971'de ve Türkiye bunlardan çok uzaktı. Uluslararası denge sisteminin politik değişimleri ne denli etkilediğinden tutun da ekonomik sürecin hangi dönüşümleri koşulladığı bizim gündemimizde yoktu. Gözü kapalı dalınmıştı 1972 yılına.

Türkiye içe dönük yaşamıştı 1971 yılını ama, içerideki gelişimlerin de gereğince ayrımına vardığı söylenemezdi. TÜSİAD'ın kuruluşunu bile yeterince değerlendirememişti. Oysa, son on yıl içinde giderek güçlenen ve ticari sermayeye benzer özellikler taşıyan montaj sermayesi nitelik değiştirmiş ve büyük sanayi sermayesine dönüşmüştü. Artık ülkede egemen unsur montaj değildi, sanayi idi. İkinci sınıf bir kapitalist ülke olmuştuk. "İkinci sınıf"lık, sanayileşmenin dışa bağımlılıkla elele yürümesi ve mülkiyet, teknoloji, pazar mekanizmalarının işleyişinin de bu bağımlılıkla belirlenmesindendi.

Ekonomide egemen unsurun sanayi olması, tekelleşme ile eşzamanlılık içindeydi. Çünkü sanayileşme sıçraması çoğunlukla yabancı sermaye ortaklığı -ya da kredisiyle- gerçekleştiğinden, bu desteği bulamayanlar piyasadan çekilmek zorunda kalmışlardı. Üretici sayısı azalmıştı. Çoğu sanayicinin karşısında, kendisiyle ayni piyasayı bölüşen birkaç sanayici kalmıştı. Bu durumda, bir araya gelerek, ortak fiyat ve ücret politikaları saptamaları, piyasaya yeni girecekleri engellemeleri ve küçük üreticileri ortak baskı altına almaları kolaydı. TÜSİAD, bu nedenle kurulmuştu.

Kuşkusuz, hükümetlerin oluşturacakları politikaları da bu yolla etkileyecek ve denetleyebile-ceklerdi. Ağustos ve Eylül 1971 ayları boyunca, Erim kabinesi içindeki "reformcu kanat"ın karşısında tutum aldılar. Sanayi kesiminin hedeflediği değişimleri aşan istem ve programlar öneren -özellikle Derbil, Karaosmanoğlu, Topaloğlu ve hatta Koçaş- kesimin tasfiyesi için gereken tüm adımları attılar. Toprak ve petrol reformu tasarılarını engellediler. Liberal eğilimlerini hiç beğenmedikleri Süleyman Demirel üzerinde de etkinleşerek 11'lerin istifa koşulunu yaratan gelişimi sağladılar. Erim'in ikinci hükümetinde, mali sermayenin temsilciliğini yapacak banka gruplarının adamlarını egemen kıldılar.

Ayni süreçte fiyat artışları yüzde 20'lerin üzerine çıktı. AET'ye üyelik tartışmalarının yapıldığı ortamda, Türkiye'nin varolan büyüme hızıyla "Ortak Pazar'a ancak 2359 yıl sonra yetişebiliriz" dedi Karaosmanoğlu. Ne ki, Demirel'in 1970 devalüasyonunun sonuçları da bu süreçte alındı. Türkiye, ilk kez 1 milyar doları aşan bir döviz rezervine sahip olmuştu. Bunda, dışsatımların yüzde 30 artmasıyla yurt dışındaki işçilerin ülkeye gönderdikleri dövizlerde görülen yüzde 55'lik yükseliş önemli etkendi. Grevlerin yasaklanmasıyla çalışan sınıfların gelir düzeyi duraklarken, yatırımlarda önemli artışlar olmuştu. Ama, tüm bunları irdelemekten uzaktı Türkiye. Ya da belli kesimler.

 
KİTAPLAR
MAKALELER
SEÇMELER