Emekli Amiral Vedii Bilget : Seçmeler
WCARGA HİZMETLERİ
BELGE ARŞİVİ
.

 

1970 ABD İzlenimleri

Deniz Hareketleri Başkanlığı'nın çağrısı üzerine 17 Ocak Pazar günü ABD'ye gittim. Kurmay Albay Cemil Boğutarkan da bana eşlik ediyordu.

Çağrıyı içeren 4950 sayılı OPNAV belgesine göre, "Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Teknik Başkanı Tuğamiral Vedii Bilget'in alıştırma ziyareti"ydi bu gezi. Amacı ise, "Tuğamiral Vedii Bilget'e Amerikan Donanmasının özellikle teknik ve subay eğitimi alanlarını tanıtmak"tı.

Tamam; tanıyalım da, "alıştırma" neyin nesiydi hâlâ bilinmez ve gizemli bir noktaydı benim için. Görecektik bakalım.

................

Braniff Havayolları'nın 19 no.lu uçuşu dakikti. Yerel saat ile 22.40'da Dulles Havaalanı'na indik. Bizi, o andan başlayarak "refakatçi"miz olacak Teğmen Fielding Williams Jr. karşıladı. İriyarı, güleç yüzlü bir adamdı. Hemen dikkati çekiyordu.

Doğrudan Virginia'ya, kalacağımız Crystal City Marriott oteline geçtik. Okyanus aşırı yolculuk yorardı elbet. Bir emrimiz yoksa teğmen bizi dinlenmeye bırakacaktı. Olurladık, gitti.

..............

Pazartesi sabahı, üniformalarımız sırtımızda, kahvaltıya oturduk. Saat 8.45'de otelden ayrıldık ve 10.00 dolaylarında Maryland'deki Birleşik Amerika Deniz Akademisi'ne ulaştık. Üç nolu kapı önünde, Harekât Yardımcısı Albay Foster tarafından karşılanıp Akademi Başkanı Koramiral Calvert'in ofisine ulaştırıldık.

Tombul yanaklı, donuk bakışlı, küçücük gözleri olan biriydi Koramiral.

"Bana yalnızca JF diyebilirsiniz" diye söze girdi.

İçimden, "JF'in ardında Kennedy de yok mu?" diye geçirip gülümsedim.

Gülümsememi yakalayan Amiral'in yüzü ışıldadı. Birkaç dakika sonra kalkıp brifinge katıldık.

Bir saat kadar süren toplantının ardından John Paul Jones kemerlerini gezdik, Bancroft Hall'de Örnek Deniz Öğrencisi Odası'nı gördük. Öğrencilerin Komutanı Tuğamiral Coogan da bize katıldı ve Öğrenci Tugayı ile öğle yemeği yedik.

Öğleden sonra, kısa aralıklarla, Michelson-Chauvenet Hall'u, Deniz Akademisi Müzesi'ni gezdik ve Deniz Enstitüsü'nde noktaladık günü.

Saat 15.00 dolaylarında Washington'a, otelimize döndük. Pazartesi'nin programı tamamlanmıştı. Birkaç telefon görüşmesi yaptım, San Francisco'daki kuzenimin oğluna erişmeye çalıştım.

.................

Salı sabahı, önce Arlington'daki Deniz Personel Bürosu'na gittik. 2602 no.lu İdari Bilgi Merkezi Brifing Salonu'nda, ABD Deniz subaylarının eğitimi ve teknik öğrenimiyle ilgili üç saat süren bir "bilgilendirme toplantısı"na katıldık.

Öğlen, Deniz Personel Sevkiyat Dairesi Başkanı Tuğamiral Greene'le birlikte yemek yedik ve Pentagon'a hareket ettik. 4E592 no.lu odada ABD Deniz Hareketleri Planlar ve Politikalar Başkan Yardımcısı Koramiral Blouin'le biraraya geldik.

Amiral, Amerikan Donanması'nın NATO politikaları çerçevesinde oluşturulmuş planlar uyarınca "her an hazır" konumda tutulabilmesinin teknik ayrıntılarından söz etti kısaca. Konuşmasını bitirince sordum.

"Elbet, bunların arasında Pentagon'un Konsantrik Dış Çizgiler politikasına uygun bir hazırlık da vardır."

Koramiral Blouin, dişlerini kenetledi. Bir an sustu. Sonra cüssesinden hiç de ummadığım çok incelmiş bir sesle yanıtladı.

"Özür dilerim, neden söz ettiğinizi anlayamadım."

Diretmedim. Gülümsedim. Pentagon'dan ayrılıp otelimize döndük. Konuşmalarımızı bana eşlik eden Cemil Boğutarkan çeviriyordu İngilizceye. Sanki onu zor duruma düşürmüşüm ve utandırmışım gibi, yol boyunca suskun ve küs bir tutum takındı. Ona da güldüm.

Akşam, ABD Yabancı Askeri Yardım ve Satış Müdürü Albay Hagerman'ın evine konuk olduk. Otelimize çok da uzak olmayan Cameron Mills'deki evde, Bayan Hagerman'ın -her birini bizzat kendi elleriyle yaptığını üstüne basa basa vurguladığı- bol çeşitli bir yemek masası karşıladı bizi.

Yemek boyunca çok sıradan şeylerden konuşuldu. Bir ara Vietnam'dan söz açılır gibi oldu ve Albay Hagerman "savaşın haklılığı"na değinmeye kalkıştı ama eşi onu susturdu.

"Hiç bir hak, yaşama hakkından kutsal olamaz. Hergün çocuklarımız ölüyor o vahşi toprak-larda."

Karı koca sertçe bakıştılar. Konu kapandı. Ne denli bir "protokol yemeği" idiyse ve kocası ne denli bir askersel konumdaysa da, Bayan Hagerman bir anneydi. "Potokol dışı" bir tepkide sakınca duymamıştı.

Yemekten sonra salona geçtik, geniş koltuklara kurulduk. Bayan Hagerman ortada yoktu artık.

.................

Çarşamba sabahı Washington'dan ayrıldık ve San Diego'ya geçtik. Havaalanında Amerikan Donanması 11. Deniz Bölge Komutanı Tuğamiral Williams ve protokol subayı Teğmen Rosemary Berner tarafından karşılandık.

Öğleden sonra ABD Denizaltı 1. Filotıllası Komutanı Albay Clark'la tanışıp Denizaltı Destek Tesisleri'ni ve USS Neresus'u gezdik.

Akşam Tuğamiral Williams'ın çağrılısı olarak evine yemeğe konuk olduk. Amiral, Amerikan Deniz Piyadeleri'nin eğitim felsefesi üzerine ayrıntılı bir konuşmaya girişti.

"Bir deniz piyadesi, doğru olduğuna ilişkin mantıksal nedenler bulunan önermelere değil, emirle-re inanmalıdır. Onun durup bir kısa an için bile olsa düşünmesi, yalmız kendisinin değil tüm birliğinin yokolmasına neden olur."

Sonra da Arthur Salter'in Allied Shipping Control (Müttefik Deniz Taşımacılığı) yapıtını okuyup okumadığımı sordu. Amiral'e göre, "İkinci Dünya Savaşı sırasında müttefikler arasında kurul-muş uluslararası hükümetin, barış zamanında dünya çapında kurulması durumunda, hemen tüm dünya nüfusunun maddi, düşünsel ve etik yönlerden yaşam düzeyi yükselecek"ti.

Kafa yapısını anlamıştım. Bir süre sonra kalkıp kalacağımız Deniz Eğitim Merkezi Konukevi'ne döndük.

..................

21 Ocak günü, Amerikan Pasifik Filosu Amfibik Kuvvetleri Komutanı Koramiral Johnson'ı ziyaretle başladı. Daha sonra Ambifik Eğitim Komutanı Tuğamiral Davis'le görüşmeye gittik.

Giderken, birlik merkezinin altındaki uzun koridorlardan geçiyorduk ki, birdenbire olduğum yerde duruverdim. Hazırol durumunda bir deniz piyadesi, bir aynanın karşısına geçmiş, gözlerini sabit bir noktaya dikmiş ve avaz avaz bağırıyordu. Arkasında da, elindeki uzun copla oynayan bir subay vardı.

"Ne oluyor burada?"

"Bu asker suçlu."

"Ne diye bağırıyor?"

"Ben suçluyum, diye."

"Neden?"

"Bir emri gereğince uygulayamadı."

"Yani?"

"Yani suçlu."

"Peki, kendisini bir ayna karşısında böyle aşağılamak, psikolojik dengesini bozmaz mı?"

"Psikoloji ya da denge önemli değildir bir deniz piyadesi için. Önemli olan aldığı emri eksiksiz uygulamasıdır."

"Makineleşmez mi o zaman?"

"Emre itaat, bir mekanik tepki olmalıdır zaten bir deniz piyadesi için."

Hayır; küçük dilimi yutmadım, yutacak da olmadım. Amerika'nın yerküresel egemenlik doktri-ninin gerekleriydi bunlar. Eğer bu "mekanik itaat tepkisi" olmasaydı, ülkesinden onbinlerce mil uzaktaki yabancı topraklara "yurdunun ve hür dünyanın esenliği" inancıyla asker çıkarıp müdahalelerde bulun-mak olanaksız olurdu.

Mekanik askerler, disiplinli toplum vb...

Asla "alıştırma"yı beceremezlerdi beni bir insanın bu denli insanlık sınırı dışına itelenmişliğine.

Bu arada bir zaman yaratıp, National Steel and Shipbuilding şirketine de götürdüler beni. Amerikan donanmasına seri üretim yapan kuruluşun bir güzel de reklamını yaptılar. "Donanmanızın gereksinmeleri için bir hep buradayız, anımsamanız yeter."

Öğlen, Deniz Piyade Sevkiyat Birimi Subay Klübü'nde yemek yedik. Sevkiyat Komutanı Kor-general McLaughlin'le birimleri gezdik.

Akşam, Amfibik Eğitim Komutanı Tuğamiral Davis'in evine yemek çağrısı aldık. Ev sahibemiz Bayan Davis, neredeyse bir deniz piyadesi gibiydi. "Evet", "Hayır", "Tamam", "Olur" gibi tek sözcüklerle ve başını omuzları üzerinde dikleştirerek konuşuyordu.

Yemek boyunca ve ertesinde, Amiral Davis ne tek sözcük politika yaptı ne de felsefe. O teknik bir adamdı. Yalnızca teknik konulara değindi. Böylesi çok daha iyiydi.

.................

Cuma günü hâlâ San Diego'daydık. Bu kez Denizaltı Eğitim Merkezi'ni gezdik, bir gemide per-sonelle birlikte yemek yedik.

Öğleden sonra, Komutan Albay Emerson'la, Sevkiyat Bölümü'nü denetledim. Akşam, herhangi bir eve konuk değildik. Günlerdir ilk kez fırsat bulup kitap okudum.

................

Cumartesi günü kentteki son günümüzdü ve bizi Disneyland'e götürdüler.

Paranın su gibi aktığı, dolarların savrulduğu eğlence merkezinde dikkatimi en çok çeken şey, çocukların ne denli besili ve sağlıklı göründükleri oldu. Gözlerimin önüne, gazetelerde yayınlanan Vietnam'lı ve Kamboçya'lı bir deri bir kemik çocuk fotoğrafları geldi. Günüm zehir oldu.

.......................

Pazar günü, San Diego'dan ayrılıp San Francisco'ya hareket ettik. Oakland'da 12. Deniz Bölge Protokol Subayı Bettcher karşıladı bizi ve kalacağımız Treasure Island'a götürdü.

...............

Pazartesi gününe, 12. Deniz Bölge Komutanı Tuğamiral Matter'i ziyaretle başladık. Hunter's Point Tersanesi'ne giitk. Komutan Albay Mayer'in verdiği bir brifinge katıldık.

Öğle yemeğinden sonra, bölgede kızakta bulunan Türk denizaltılarını gezdik ve personelle tanıştık. Türk subayları ile ertesi gün akşam birlikte olmak için sözleştik.

Treasure Island'a dönerken, San Francisco'daki Türkiye Konsolosluğu'na uğradık.

Konsolos, fahri görev yapan bir Amerikalıydı. Yakın ilgi gösterdi. Bir türlü kendisine erişemediğim kuzenimin oğlu Melih Kazmirci'yi anında buldu, görüştük. Çağrısını kabul edemedim, akşama bir protokol yemeği vardı. Onunla da ertesi gün için sözleştik.

Akşam, Yerba Buena Adası'nda Tuğamiral Matter'in verdiği yemeğe konuk olduk. Bayan Matter bir İsviçre aşığı idi. Yemek boyunca onun İsviçre ve Lucerne gölü övgülerini dinledik. Evin her odasında bir çalar saat vardı ve tümünü de İsviçre'den almıştı Bayan Matter.

"Amerikan üretimi Japonlaştı. Her şey sıradan, özensiz ve yığınsal tüketime dönük. Ama Avrupa'da öyle değil. Elişi ve emek hâlâ önemli orada" diyordu. Kanıt olarak da, elimizden tutup yatak odalarına sürükledi ve yerdeki Türk halısını gösterdi. Oysa eşi Amiral Matter, Türkiye'nin Avrupa stratejilerine odaklanmasının Ortadoğu'lu jeopolitiği ile ters düşeceğinden ve konumunu bu bölgede yoğunlaştırması gerektiği görüşünden söz edecekti yemekten sonra.

.................

Ertesi gün, Deniz Hava İstasyonu Alameda'ya ve oradan da Deniz Kuvvetleri İhtisas Sonrası Okulu Komutanlığı'na, Monterey'e gittik.

Komutan Tuğamiral McNitt karşıladı ve Türk öğrencilerin katıldığı çeşitli ders programlarına ilişkin bir brifing düzenlendi. Burada çeşitli mesleksel eğitim tartışmaları yapıldı.

Öğle yemeğini Türk öğrencilerle birlikte yedik. Öğleden sonraya herhangi bir program yapıl-mamış, Türk öğrencileriyle özel görüşmeler yapabilmeme olanak verilmişti.

Saat 13.30'dan 15.30'a dek birlikte oldum Türk öğrencilerle. Ama hemen hiçbirinin mesleksel konuları konuşmaya eğilimi yoktu. Ana konu Türkiye ve ülkede olup bitenlerdi.

Bir öğrenci, Türkiye'de anarşinin hızla yaygınlaşmasından ve ölümlerle sonuçlanan çatışmalardan yakındı. Uzun boylu bir arkadaşı sözünü kesti.

"Asıl anarşi burada, bu ülkede. Türkiye'de bir yılda ölen insan kadarı bir saatte ölüyor Amerika'da."

Diğeri yadsıdı.

"Ama anarşiden değil."

"Tastamam anarşiden. İnsanlar arasında bunca yaşam farkı varken, silahlı saldırı, soygun, sıradan hırsızlık, cinayet bile siyasal ve sosyal içerikli birer olay olarak algılanmalıdır."

Bir başka öğrenci, Türkiye'de artık Atatürk'e ve Silahlı Kuvvetler'e de dil uzatıldığını, bu görü-nüm karşısında bizim ne yapmayı düşündüğümüzü sordu. Bir diğeri onu yanıtladı.

"Yakında yönetime el konulacak. Görürsün."

Akşam San Francisco'da, dün tanıştığımız Türk denizaltı subayları ile buluştuk. İlle bir eğlence yerine gitmemiz için ısrar ettiler. Ben, kuzenimin oğlunun bu kentte yaşadığını söyleyerek hepsini peşi-me taktım ve Melih'in evine götürdüm. Bir Türk evinde yurda özlem giderirlerdi.

Melih ve eşi bunca kalabalığı çok içten karşıladılar. Dahası, Türk subaylarıyla birlikte olmaktan son derece hoşnuttular. Aperatif türü yiyecekler hazırlandı, içki şişeleri açıldı. Herkes, herkesle koyu bir söyleşiye girişti. Ve elbet konu hep Türkiye ve olaylar idi.

Ben ABD'ye gelmeden bir kaç gün önce, Muhsin Batur da bu ülkeye gelip geri dönmüştü. Bir ara Melih koluma girdi, verandaya doğru sürükledi beni. Yakın bir arkadaşı vardı, onun söylediğine göre Batur, verilen bir resepsiyonda kimsenin Türkiye konusunda kaygılı olmamasına, yakında önemli bir çözüm getirileceğine değinmişti. Doğru muydu? Ordu yönetimi ele mi alacaktı?

Hüzünle gülümsedim.

..............

Çarşamba günü, önce San Francisco'dan Chicago'ya, sonra da oradan Newport'a uçtuk. Theodore Green havaalanına vardığımızda saat 21.15'di. Deniz Kuvvetleri Üs Komutanı tarafından karşılandık ve üsde konaklayacağımız Subay Klübü'ne götürüldük. Sabah erken başlayan yolculuk epey yormuştu. Hemen yattım ve deliksiz bir uyku çektim.

................

Perşembe günü, Deniz Harb Okulu'na gittik. Komutan Koramiral Colbert ile kısa bir söyleşiden sonra uzun bir brifinge katıldık. Tesisleri gezip yemek yedik ve Muhrip Okulu'na hareket ettik.

Muhrip Okulu'nda Albay Hamm Jr. ve Yarbay Atwood'un verdiği brifing'lerden sonra öğrenci kıtasını denetledik ve uzun yorucu günü Subay Klübü'nde noktaladık.

.....................

29 Ocak, programın son günüydü ve oldukça yoğundu. Deniz Subay Aday Okulu'nda başlayan eğitim yöntemi brifingleri öğlene değin sürdü. Ardından ABD Atlantik Filosu Kruvazör-Muhrip Kuvvetleri Komutanlığı'na gittik. Tuğamiral Shaffer tarafından karşılanıp CINCLANFLEET brifingine girdik.

Akşam Amiral Shaffer'in konuğu olarak evine yemeğe gittik. Eşi, yüzü erken buruşmuş, gözleri endişe dolu, topluca bir kadındı. Yemek boyunca tek söz etmedi. Buna karşın kocası, sürekli konuştu. Birinden diğerine atlayak çeşitli konulara değindi. Bir ara sözü döndürüp dolaştırıp Türkiye'ye getirdi.

Amiral'e göre Türkiye'nin en önemli sorunu, Sovyetler, Suriye ve Irak'ın, ülke içindeki liberaller, demokratlar, sosyal demokratlar, sosyalistler ve komünistleri topyekün etkileyerek Silahlı Kuvvetler'in aleyhine şartlandırma girişimleriydi. Buna Avrupa'dan kimi ülkeler de destek veriyordu ona göre. İşimiz çok güçtü. Sürekli gelişen savaş stratejilerini mi, teknik ve öğretim uygulamalarını mı, yoksa bu tehlikeli gelişimi mi izleyecektik. Elbet kendisini bir fikir öne süremezdi, buna cüret etmesi bile yakışık almazdı. Ama yine de, ABD Genelkurmay Başkanlığı'ndan Tuğgeneral Kenneth Wickham'ın dost ve müttefik ülkelerdeki bir isyana karşı, bu ülke yönetimlerini desteklemek için oluşturduğu istihbarat paylaşım kararlılığı planları vardı. Umuyordu ki, bunlara ilişkin bir bilgimiz vardı.

Hayır, yoktu. Olmamasına şaşmış gibi göründü Amiral. Eşi, kremalı bir tatlı sunarken gözlerini gözlerime dikti. Ancak o zaman, burnunun üzerinde kocaman çiller olduğunu ayrımsadım. Ve yemek boyunca hiç konuşmayan kadın, ilk kez tatlı yenirken açtı ağzını.

"On bir yaşında bir oğlumuz var."

Boğutarkan'a baktım. Gözlerini tabağına çevirmiş, gülmemek için alt dudağını ısırıyordu. Amiral Shaffer, karısının sözünü kaldığı yerden alıp sürdürdü ve çocuklarını bu dünyada nasıl bir gelecek beklediğinden emin olamamanın hüznünü duyduğunu belirtti. Sesi gerçekten titiriyordu. Bu kez ben oldukça şaşırdım.

.....................

Cumartesi sabahı, Newport'dan New York'a uçtuk. Üçüncü Deniz Bölge Komutanlığı protokol subayı karşıladı bizi. Birlikte öğle yemeği yedik ve kenti gezdik. Saat 15.00'de John F. Kennedy Havaalanı'na geldik ve Pan Am Havayolları'nın 002 sayılı uçuşu ile Ankara'ya hareket ettik.

"Alıştırma ziyareti" bitmişti. Neye "alıştırıl"dığımı hiç anlayamadım. Belki de "alıştırma", son gecede Amiral Shaffer'in sözlerine yansıyan "ABD'nin dost ve müttefik ülkelerdeki bir isyana karşı, bu ülke yönetimlerini desteklemek için oluşturduğu istihbarat paylaşım kararlılığı planları"na ilişkindi. Nedenini ve nasılını ise hâlâ algılayamamıştım.

 
KİTAPLAR
MAKALELER
SEÇMELER