Emekli Amiral Vedii Bilget : Makaleler
WCARGA HİZMETLERİ
BELGE ARŞİVİ
.

 

Lokomotif Tasarısı
Gündemde mi?

Dünya Gazetesi
31 Mart 1979

Önder Şenyapılı, 24 Mart günlü «Ankara Notu»nda, Federal Almanya’nın Türkiye’ye yaklaşımını şöyle saptıyor : «Yeni bir dönem». Bu “yeni dönem”e, emperyalizmin yeni stratejisinin bütünlüğü içinde eğilmek, hiç kuşkusuz, hem Şenyapılı’nın saptamasının ne denli somut olduğunun ve hem de olgu içeriğinin dah aydınlatıcı biçimde belirlenmesini sağlayacaktır.

1975 Rambouillet zirvesi, önde gelen Batılı kapitalist ülkelerin, özellikle ekonomik sorunlara ortak çözüm arayışlarının ilk önemli adımı olarak algılanmıştır. İlk başta, ne bu zirve ne de bunun birer yıl ara ile izleyen Porto Riko ve Londra buluşmaları olumlu sonuç vermemiştir. Ne ki, a978 başlarında, beş yıldır iki ayrı grup halinde çalışmalarda bulunan Trilateral (üçlü) Komisyon üyelerinden Profesörler B.Roberts (İngiltere), G.Lodge (ABD) ve H.Okamoto (Japonya) ile J.Sohil (ABD), G.Maoul (F.Almanya) ve K.Osima (Japonya) tarafından verilen raporlar, bu ülkeleri daha dikkatlice düşünmeye yöneltmiştir. Raporlar, Batılı ülkelerdeki ekonomik krizin, derinden derine, öyle bir ilerleyiş içinde olduğunu savunmuşlardır ki, bu durum, kapitalist ekonomiyi bütünlük boyutları içinde iflâasa mahkum etmektedir” sonucuna varmışlardır. Bunun üzerine 16-17 Temmuz 1978 tarihleri arasında ABD, Federal Almanya, Japonya, İngiltere, Kanada, Fransa ve İtalya liderlerinin biraraya getiren Bonn toplantısında, “tutarlı ve kalıcı” önlemler alınması ve “ivedi girişimlerde bulunulması” karara bağlanmıştır. Sistem içindeki tüm ülkelerin de uyarılmasında anlaşılmıştır.

ABD Başkanı Carter, toplantıya katılmadan hemen önce, Washington’da bir demeç vermiş ve “Amerika’nın bir numaralı iç sorunu enflasyondur” demiştir; “harcamalarımızı kontrol etmeli ve büyük oranda azaltmalıyız.” İşsizliği yenmek ve yeni üretim olanakları yaratmak için 31.2 milyar dolarlık bir ek ödenekten yararlanılacağını açıklayan ABD Başkanı, sözlerini şöylece noktalayacaktır : “Artık, ülkemizin doğrudan kendi iç sorunlarına birindi derecede önem vermesi kaçınılmazdır.”

Bu demecin Bonn’daki ABD önerilerini yönlendirici ve destekleyici anlamda verildiği ve yeni bir stratejinin diğer ülkelerce kabulü için baskı oluşturduğu, toplantı sonrası açıklıkla anlaşılacaktır. Batılı basın, ABD önerisinin bir «Lokomotif Tasarısı» olduğunu vurgulayacak ve bunun ABD’nin uluslararası ekonomik etkinliğini belli bir süreç içinde geriletmeyi, Federal Almanya ile Japonya’nın etkinliklerini de göreceli olarak arttırmayı öngördüğünü duyuracaktır.

Her ne denli Helmut Schmidt, bir demecinde, “Kimilerinin Japonya ve Federal Almanya’nın kapitalist ekonominin hastalığını tedavi etmeyi üstlenebileceklerini düşünmelerini gülünç buluyorum” diyecekse de, Batı Alman Profesörü W.Henkel’in “Batının ne yeni teorilere ne de doktrinlere ihtiyacı vardır” savunususu anımsatanlar, bunun Federal Alman iş çevrelerinin Amerikan önerisini destekledikleri biçiminde algılanması gerektiğini ısrarla vurgulayacaklardır. Bonn’da yayınlanan General Anzeiger gazetesi de, Washington’un Federal Almanya’nın “lokomotifliği” konusunda hükümet ve çeşitli yönlendirici güçler üzerinde büyük baskılarda bulunduğunu yazacaktır.

Japonya’ya gelince, hükümet çevreleri ABD’nin önerisini daha başından olumlu bulmuşlardır. The Japan Times, “Fukuda, Başkan J.Carter’ın Japonya’nın dünya sorunlarında daha aktif rol üstlenmesi önerisine tamamen uyumlu olarak, ilk elde Güneydoğu Asya’daki etkinliğini derinleştirmeyi öngörmektedir” diyecektir. Nitekim, Asahi Evening News gazetesi de, Japonya’nın ASEAN ülkelerindeki etkinliğini saptayan belirlemeleri ele alacaktır. Endonezya, Malezya, Singapur, Tayland ve Filipinler ile Japonya arasındaki ekonomik bağlar, giderek bu ülkeleri tam anlamıyla kısır bir döngü içine sokmaya yönelmiştir. Yalnızca Singapur’da 340 Japon şirket ve bankası faaliyettedir ve bunlar tüm ülke ekonomisini denetlemektedirler. Bir bakıma, Japonya’nın yabancı ülkelere yaptığı 3.4 milyar dolarlık dış yardımın 1.5 milyar doları bu ülkelere akıtılıyorsa da, Endonezya’da yayınlanan Merdeka gazetesinin de belirttiği gibi, “Bu yardımlar Japonya’nın bölgedeki hızlı yayılmasına araç olmakta ve en küçük sanayileşme girişimini bile önlemek hedefine yönelmektedir.” Zaten, Japon burjuvazisinin ekonomik organı Mainichi Daily News, "ASEAN ülkeleri sanayileşme programlarını bağımsızca uygulamaya koyulurlarsa, bu bölgedeki dengeyi sarsabileceği gibi, Asya’nın en güçlü ekonomisi, Japon ekonomisi ile karşı karşıya gelmeleri demek olacaktır” yorum ve tehditinde bulunmaktadır. Kuala-Lumpur toplantısından ve 1977 Ağustos’undan sonra, Fukuda’nın bölge ülkelerine uyguladığı yardım programına, kimi Batı basın organları “Fukuda Doktrini” adını vereceklerdir. Bu ülkelere 400 milyar yen sanayi yatırımı yapılacağı söz verilmiş ve ülke yönetimleri buna göre davranış içine girmişlerdir. Fakat Liberal Demokrat Parti Genel Sekreteri Ohira, bu miktarın ancak 131.5 milyar yen olacağını Tokyo’da açıklamış ve ardından da daha önceden ödenmiş 49 milyarın bu yeni meblâğdan düşürüleceğini söylemiştir. Fukuda ise, Japonya’nın ASEAN ülkelerine bu miktarda bir yardımda bulunmaya değil, buna olanak araştırmaya söz verdiğini kaydederek ekonomilerinin düzenlenmesini ve sanayileşme girişimlerini Japonya’ya bağlamış olan bu ülkelerin bütünüyle köşeye sıkışmalarına neden olmuştur. Öte yandan Carter, Washington’da verdiği bir demeçte, Japonya’nın Güneydoğu Asya ülkelerinin ekonomik sorunlarına özenle ve yapıcı bir biçimde yaklaştığını savunarak, ABD’nin bu yönelimi içtenlikle desteklediğini duyurmuştur. Neki, bölge ülkeleri böylesine bir kısır döngü içine sokulmalarını kolay kolay hazmedecek gibi görünmemektedirler. Tayland basını, görünümü tüm aytıntılarıyla saptadıktan sonra, “yeni sömürgeci yayılmalara son vermek ve kendi gücümüzü eyleme geçirmek şarttır” demektedir.

Fukuda’yı destekleyen Carter’ın tavrını ele alan çevreler ise, gerek bu yönelimi ve gerekse de «Lokomotif Tasarısı»nı gözleyerek, durumu, ABD’de yönetime karşı oluşan derin güvensizliğe karşı bir önlem olarak değerlendirmektedirler. Kuşkusuz Amerika’da enflasyon çok önemli boyutları vurgulamaktadır ve ekonomistler ile yönetimlerin bir zamanlar doğal saydıkları yüzde 4 oranındaki işsiz sayısı yüzde 6’ya fırlamıştır ama, her şeye karşın, 1977’de 100 en büyük şirketin 40 milyar dolar net kâr ettikleri de bilinmektedir. Bunlar arasında Boeing’in gelirleri yüzde 75, Ford’unkiler ise yüzde 70 artmıştır. Ne ki bu, sistemin bir iç çelişkisi olarak da algılanabilir. ABD ekonomisi, bir bakıma, gerçekten de güç durumdadır denilebilir. Fakat San Francisco Chronicle’ın da belirttiği gibi, aslında Carter yönetimini en çok düşündüren olgu, Amerikan yurttaşlarının güvensizlik duygusudur. “Üstüne üstlük bu olgu, şimdi somut bir güvensizlik krizi halini almıştır ve kaygıların kaynağı tamamen budur.” Belki de Carter’ın durumu daha başından farkettiği, Watergate’den sonra halk ile yönetim arasında atılmış köprüleri yeniden tanzim etme gereği duyduğu düşünülebilir ama, bu girişimlerin hiçbir sonuç vermediği de ortadadır. Örneğin, Carter’ın daha seçilir seçilmez uygulamaya koyduğu “Başkana telefon et!” kampanyası fiyasko ile sonuçlanmış, bundan yarar elde eden yalnızca telefon şirketleri olmuştur. US News and World Report dergisi ile Gallup Enstitüsü’nün ortaklaşa düzenledikleri bir kamu araştırmasının sonuçlarına değinen San Francisco Chronicle şöyle yazmaktadır : “Eğer seçmenlerin yüzde 2’si politikacılara güven duyuyor ve yüzde 90’ı da Temsilciler Meclisi’ne hiçbir önem atfetmiyorlarsa, bu demektir ki, sistem yalnızca eleştirilmiyor fakat varlığından bile endişe duyuluyor.” İşte bu güvensizlik krizini aşmak için ABD yönetiminin öncelikle iç ekonomik sorunlarına eğilmeye zorlandığı ve bu nedenle Şah’a karşı duyarsız, İran’daki gelişmelere izleyici kaldığı ve «Lokomotif Tasarısı»nı önerdiği; dış ilişkilerinde müdahaleci değil sözde yapıcı görünüm kazanarak iöerideki kamuoyunu etkilemek amacında olduğu; İsrail-Mısır arasındaki Arap düşmanı anlaşmaya bu nedenle sarıldığı saptanmaktadır.

Sorunu Federal Almanya açısından ele alırsak, Schmidt tasarıyı ne denli gülünç bulursa bulsun, Fransa Başkanı Giscard d’Estaing ile Hamburg’da yaptığı görüşmeden ve bu yıl toplanan Guadeloupe doruğundan sonra Fransız gazetesi Les Echos açıkça kaydetmiştir ki, “Büyük ekonomik manevralar başlamaktadır. Almanya, Türkiye’nin lokomotifi olarak onu sistemle ya tam entegrasyon ya da tam endiferentizm arasında seçime yönlendirmektedir.” Kaldı ki Schmidt’in bu tasarıyı gülünç bulması içtenlikli olsa bile, doğrudan siyasal amaçları önde gören ve dış politika sorunlarında yeni konseptleri araştıran önemli Federal Alman kuruluşları, örneğin Doğu ve Dünya Sorunları Federal İnceleme Enstitüsü, Alman Dış Politika Sorunları Bilimsel Araştırma Enstitüsü, Doğu Avrupa Enstitüsü ve Avrupa Barışı Sorunlarını İnceleme Alman Fonu gibi on kadar kuruluş, «Lokomotif Tasarısı»nın yeğlenir olduğunu savunmaktadırlar. Hatta SSCB ile iyi ilişkilerin bile bu tasarı sınırları içinde yeniden ele alınması gerektiğini ısrarla vurgulayarak, böyle bir “yakınlaşma”nın, Sovyet etkisi altındaki Batı eğilimli sınır ülkelerle de yakınlaşma anlamına değerlendirilmesini isteyen Batı Alman çevreleri oldukça yoğun etkinlik içindedirler.

«Yeni bir dönem»i gözlerken, bir yandan Federal Almanya’nın Türkiye’nin sorunlarına “vasi” edasıyla yaklaşımını nasıl ele almak gerekir diye düşündük ve öte yandan da Japonya’nın ASEAN ülkelerine uygulanan taktiğinin ülkemizde uygulanmak istenenle önemli benzerlikler taşıdığı izlemine vardık. Üstelik, Bay Brzezinski’nin geçen yazılarımızda değerlendirdiğimiz yeni konsepti ile bunun arasında bir ekonomik,siyasal ve askersel amaç birliği olduğu, dikkatli bir gözlemden sonra, netlikle sırıtan bir oldu. Anlaşılan o ki, emperyalizmin yeni stratejisi türlü tasarılarını bir bir gündeme koymak üzeredir. “Üzeredir” ne kelime, somut olarak koymaktadır.

Türkiye’nin artık kendi kendinin lokomotifi olacağı yolunda açıklamalarda bulunan hükümetin, «Lokomotif Tasarısı»nı gündeme getiren emperyalist kuşatmacılıktan somutça kurtulmasının yolları açıktır. Ve bu yola yönelmek için atılacak ilk adım, belki de, arkadaşımız Ali Sirmen’in 24 Mart günlü Cumhuriyet’te sorduğu soruya verilecek yanıttadır.

 
KİTAPLAR
MAKALELER
SEÇMELER