Emekli Amiral Vedii Bilget : Makaleler
WCARGA HİZMETLERİ
BELGE ARŞİVİ
.

 

Arka Bahçeye Gömülmek

Dünya Gazetesi
21 Mart 1979

Camp David bir “fiyasko zirvesi” halini alınca, ABD Başkanının Ulusal Güvenlik İşleri Yardımcısı Zbignew Brzezinski’nin “yeni bir konsepsyon” önerdiği belleklerdedir. “Konsantrik Dış Çizgiler İlkesine Göre Ortadoğu Anlaşmazlıklarını Giderme” formülünün yeniden ısıtılıp öne çıkarılmasından ibaret bu “yeni konsepsyon”, daha formüle edildiği 1978 Eylül’ünde, “Arap halklarının sırtları arkasında oluşturulan ayrı ve özel alışverişi destekleme yollarının yeniden saptanması” biçiminde yorumlanmıştı. Bir yandan Camp David sonuçlarından bile gerilemeyi hedef alan Brzezinski formülü, öte yandan da anlaşmanın etkinlik alanını adım adım genişletmek ve tüm İslam ülkelerini bu alan içine çekmek görüşünü taşıyordu. Bunun için her türlü girişimin geçerli olacağını da vurgulayan bizzat kendisiydi ve bu girişimlerin “dolaysız baskı” yollarını kapsayabileceği gibi sorunla ilgisi dolaylı olan ülkelerde de “dolaylı baskı çizgisi” uygulanabileceğini anlatıyordu. “Camp David üçgeni bir çevredir” diyordu Brzezinsi, “ve eninde sonunda bunun sınırları arasına Arap ve İslam devletlerinin bir çoğunu katmak gerekecektir.” Başkan Carter’ın Ortadoğu seferini, hiç kuşkusuz bu belirlemeler açısından ve “dolaysız” ile “dolaylı baskı” vurgusu ardından gözlemlemek gerekir demek ki...

Ancak, “Brzezinski Konsepsyonu”ndan bu yana geçen altı aylık süreyi de öngören çevrelerin güncel yorumları, “Carter’ın Mısır ve İsrail’e getirdiği diplomatik valizin çift dipli olduğu” şeklindedir. Çünkü ’78 Eylül’ünden bugüne irdelenen gelişmeler, Ortadoğu’da daha başka alanlar açılmasını gerekli kılmaktadır ABD için. Valizin ikinci dibi, bu yeni alanlara yönelik önlem ve girişimlerin formüllerini içerse gerek...

1967 Haziran’ından bu yana İsrail, yörede 60 bin kilometrekarelik bir alana yayılmış bulunmaktadır. Bu alan, ilk Arap-İsrail savaşından sonra ve 1949’da saptanan sınırlardan üç kat, 29 Kasım 1947’de BM’de belirlenenden de dört kat fazladır. İşgal altında tutulan topraklarda, sürekli “kibbutz”lar açılmaktadır ve İsrail yetkililerinin “çiftçi askerler” ya da “silahlı tarımcılar” diye niteledikleri bu “kibbutz” üyeleri her an bir savaşa hazırdırlar. BM verilerine göre, geçtiğimiz yıl başlarında Gazze, Kuzey Sina ve Golan’da oluşturulmuş “kibbutz” sayısı 99’u bulmuştur. Fakat İsrail yetkililerinin tanımlamaları ne olursa olsun ve savaşa hazır asker bulundurmak içeriği nasıl ele alınırsa alınsın, çoğu çevrelerin de belirttikleri gibi, işgal altındaki topraklarda açılan bu “kibbutz”lar, Çin’in Güneydoğu Asya’daki “huatsiyayo” kozunu anımsatmaktadır ve bunların başlıca faaliyetleri çevredeki haberalma ve propaganda çalışmalarını düzenlemektir. Türlü kışkırtıcı eylemlerin planlandığı bu kümelenmelerde, bir yandan Arap ve İslam ülkeleri arasında yapay anlaşmazlıklar gündemleniyor öte yandan da Arap halkları ile yakınlaşmalar içinde bulunan ülkelere yönelik bozguncu eylemler tezgâhlanıyor. MOSSAD tarafından yönlendirilen bu çalışmalar, örneğin Türkiye’nin bir “molla ihtilâline gebe” ya da “Kürt ayrılıkçılığı karşısında aciz olduğu” biçiminde vurguları içermektedir. Bugüne kadar bölgeye karşı sorumluluğunun belirlediği en olumlu davranışla Kudüs’te yapılacak Eurovision Şarkı Yarışması’ndan çekilen ülkemizin bu tutumunda, din adamlarının ağır baskısının rol oynadığı düzmecesi MOSSAD bağlantıları tarafından Batılı ülkelere yayılmaktadır. Bir süreçte ABD’nin Kahire elçiliğinde görev almış ve Nasır’a türlü entrikalarla yaklaşıp onu İsrail sorununu önemsemezlik içine çekmeye çalışmış ünlü CIA ajanı Copeland’dan bu yana, MOSSAD ile CIA’nin ortak eylem birliğini gözleyenler, Tel-Aviv’den yükselen yeni tahrifatçılık ve kışkırtıcılık kampanyasının bu kez Türkiye’yi hedef almasını, hem Konsantrik Dış Çizgiler İlkesi ile hem de Carter’ın diplomatik valizinin ikinci dibinde saklı formüllerle bağdaştırmakta haklıdırlar.

Attila İlhan’ın dikkatli gözünden kaçmadığı gibi , NATO Kuvvetleri Başkomutanı General Haig’ın İngiliz BBC’sinde yer alan “özel formül”ü, “Ege hava sahasının Türk uçakları dışında tüm üye ülkeler uçuşlarına açık olması”, Bay Brzezinski’nin formülünden ilintisiz midir acaba? Üstelik Haig, geçtiğimiz Pazar akşamı Ankara’ya gelmiştir. Ne ki, Ecevit hükümetinin belki de ilk kez bu denli özenli bir yaklaşımla üzerinde durduğu konu, Haig’ın Yunanistan ve Türkiye arasında bir arabulucu gibi hareket etmemesi ve formül önerisinde bulunmaması” olmuştur. Ama bizce, daha da önemli olan bir diğer nokta, Haig’ın formülünü neden İngiltere’nin birden ön plana çıkardığıdır.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege Kıta Sahanlığı sorununun ya da karşı tarafın NATO’nun askeri kanadına dönmesi konusundaki tavırların Kıbrıs ile apayrı iki yön belirlediği savunulamasa da, anlaşılan odur ki, İngiltere ansızın kendisinin de konuyla ilgili olduğunu anımsamış ve devreye girmeyi gereksinmiştir. Ama bu “devreye giriş” salt Türkiye-Yunanistan platformuna özgü olmamış, İngiltere Dılişleri Bakan Yardımcısı Judd, “İran’dan sonra Ortadoğu sorununda artık aktif bir rol üstlenmeye hazır” olarak “Carter’ın bölgedeki tüm girişimlerini” desteklediklerini bildirmiştir. Anadolu Ajansı telekslerinin kaydettikleri haber de, İngiliz Kraliyet Donanması’na bağlı HMS Jupiter, Berwick ve Antelope adlı savaş gemilerinin bu ay İstanbul’a gelecekleri olmuştur. Kuşkusuz bu “ziyaret”, bültenlerde belirtildiği üzere yalnızca “Çapa Kızılay Kan Merkezi’ne kan bağışında bulunmak” ve “Yoksullara Yardım Derneği’nin koruyuculuğunda bulunan 40 kimsesiz çocuğu savaş gemilerinde ağırlayarak eğlendirmek” amacını taşımamaktadır!..

İngiltere’nin birdenbire gündemde yer almasını, İran ve Pakistan’ın CENTO’dan ayrılışlarına bağlamak bile oldukça basitçilik olur. Kuşkusuz bu varsayılacak bir nedendir ama - Labour Monthly dergisinin verilerine göre - İngiltere’nin GSMH’sı içindeki militer payını son dönemde diğer NATO ülkelerine oranla 1.5 kat arttırmış olması ve Federal Almanya’daki askersel kuvvetlerini yeniden düzenlemek, nükleer stratejik güçlerini takviye etmek, Ortadoğu’ya yakın deniz üslerini sağlama almak için 1977-78 döneminde tam 7 milyar sterlin ayrılan askeri bütçesinin hızla artışı, bu ülkenin giderek etkinleşen militarizmi ile Brzezinski’nin konsepti arasında derin bağlar bulunduğuna işaret sayılmaktadır. İngiltere’nin Kıbrıs’taki durumunu gözden ırak tutmayan çevreler, Tel Aviv - Kahire - Riyad üçgenini emperyalizmin çıkarları adına güvenceye bağlayan anahtarın, Bay Brzezinski’nin “Sorunla ilgisi dolaylı olan ülkelere dolaylı baskı çizgisi” formülü ışığında Londra’nın elinde bulunduğunu savunmaktadırlar. Gelişim de bunu doğrulamaktadır...

Kahire’de yayınlanan haftalık Oktobr dergisi, Mısır hükümetinin bir ABD atom kruvazörüne Süveyş’ten geçiş izni verdiğini bildirirken, çeşitli ajanslar da bugün Basra Körfezi’ne yönelmiş Amerikan savaş gemileri sayısında durmaksızın artışlar kaydedildiğini haber veriyorlar. Yemen gerilimi aşamalı olarak sürerken, Afganistan’da iç çatışmalar genişliyor. Pretoria çevrelerinden kaynaklanan baskılar Güney Afrika’yı daha çok karıştırıyor ve Angola’nın sınır kentlerine aralıklı hava saldırıları düzenleniyor. Çin, Vietnam’a saldırıyor. Güzeydoğu Asya’dan Afrika’nın ayni yönüne çizilecek bir eğri içinde fakat özellikle Ortadoğu çevresinde savaş ateşleri bir bir yakılıyor. Avrupa’da bulunan ABD kuvvetlerinin birinin komutanı olan P.Kaplan’ın “Arka Bahçemiz” diye tanımladığı alanda, barış maskeli etkinlikler çatışma kışkırtıcılığına varıyor ve Ortadoğu’ya ya da Türkiye-Yunanistan anlaşmazlığına müdahale eden emperyalist güçlerin sayısında artışlar gözleniyor. Arap Genel Halk Kongresi Daimi Sekreterliği Batı Trablus’ta bir açıklama yaparak gözlenen olguyu somut çizgilerle vurguluyor. Hindistan’a resmi bir ziyarette bulunan Kosigin, “Uluslararası havanın savaş havası ile zehirlenmek istendiğini” hatırlatıyor. Libya önderi Kaddafi de emperyalizmin tezgâhladığı oyunlara dikkat çekerek söylemek zorunda kalıyor ki “Amerika Türkiye'yi çarkının bir ön dişlisi olarak kullanmaktadır; Tükiye bu çarktan çıkmalıdır.” Ve sonra ekliyor ki “Bugün ABD Başkanı’nın geçmesi için sabunlu sularla yıkanan sokaklar gelecekte bu anının silinmesi için kanla yıkanacaktır.” Çeşitli askersel ve siyasal çevreler, “fiyasko zirvesi” ardından oluşturulan yeni “Ortadoğu anlaşmazlığını ayarlama” görüşünün şimdi bir “savaş kışkırtma zirvesi” toplamakta olduğu yorumunu getiriyorlar.

Ne MOSSAD Türkiye hakkında düzmecelerle dolu propagandalara girişirken ne de İngiltere yeniden yaklaşımlar arar ve Genel Haig da “özel proje” peşinde koşarken bu “zirve” belirlemesinden bağımsız davranmamaktadırlar. Türkiye, güncel olarak, ekonomik bunalımın en zorlu aşamasındadır ve belki de, bir yazarımızın belirttiği gibi, ortam “savaş sonrası dönemlere özgü özveriler gerektirtmektedir”. Ama içinde bulunulan kısır döngünün emperyalizmin “savaş öncesi dönemlere özgü” köşeye sıkıştırma taktikleriyle donanmış olduğunu da varsaymak gerek. Ve bu varsayımdan sonra da Bay Brzezinski’nin formüllerine karşı koyan Arap ülkelerinden yana somutça tavır belirlemek, bölgesel ve çevresel bağlarımızı sağlama almak, toplumsal ilerleme ve barıştan yana inançlı bir demokratik güce sahip Türkiye’nin içinde bulunulan savaşı kışkırtma ortamını daha fazla zaman yitirmeksizin kavraması ve yöresel sıkı ilişkilere girmesi bu bakımdan her süreçten daha çok olarak şimdi şart. Yoksa, emperyalizmin bağımlılık alanlarına hâlâ vurgun kalmak ve kendimizi Brzezinski’nin konseptinin kıskacından kurtaramamak; “Arka Bahçe”ye canlı gömülmek olacaktır.

 
KİTAPLAR
MAKALELER
SEÇMELER