İran'da Gündem
Dünya Gazetesi
1 Mart 1979
Halklar, Hamlet düzeyine indirgenemez ve “olmak ya da olmamak” sorusu onları bağlamaz. Zira, tarihi yapan halklardır ve tarih, her zaman oluş’un tarihi olarak süregelir. Kaldı ki, halkların eylemi, olmak ile olmamak arasındaki bir savaşım değil, oluş’u, kendi somut içeriğini yaratan güçlerin bayrağı altında aralıksız yenileme ve aşma eylemidir. Aşma’yı soyutluğundan kurtarır ve fiili çelişmeleri uzlaşmaya zorlar bir kalıp biçiminden çıkarır; gelişme ve ilerlemenin ard arda oluşları, toplumu kuşatan mekanik tepkilerden onu kucaklayan dinamik etkilere yükseliş olarak yaşama geçirir halk eylemleri. O kadar ki, soyut bir geleneksel dini bağnazlık yerine, somut bir toplumsal örgütlü dinsel başkaldırıyı bile gündeme getirebilir. Ve, çağın koşar adımlarla dünü yadsıdığı bir dönemde, en azından hızlandırılmış adımlar atmak istemi, dini, salt verilmiş bir çerçeve içinde benimseyen sınırlı görüşleri aşıp onu, halkların yaratacağı sınırsız bir çerçeve içinde aşmayı da olası kılar. Hiç kuşkusuz, sınırsızlık, evrensel bütünleşmeye açılışa adımdır da. Bir aşamada, sınırsız çerçevelerin bile soyutluğuna varılır ve tüm çerçevelenmiş imgeler de geçmişe gömülür. Olmak ya da daha somut olmak sorusunun gündeme geleceği günlere değin...
Şah Pehlevi ve Şerif İmami hükümeti, geçtiğimiz Eylül’de iktidarı orduya bırakırlarken, giderek yükselen bir halk eylemi ile sarsılan İran’da, süreç içinde egemenliklerini yeniden güvenceye alabileceklerini umuyorlardı. Oysa eylem, otuz dört milyondan oluşan İran halkının yaklaşık yüzde doksanını kapsayacak biçimde genişliyor, yaygınlaşıyordu. Oluşan durumu “Uluslararası komünizmin elebaşılığı” ve ülkeye “türlü maskeler altında sokulması” ile yorumlayan çevreler kadar “İslam Marksistlerini bölmeye yönelik amaçlar” içerdiğini savunanların belirlemeleri de emperyalizmin gülünç direncinin yansımaları olarak boşlukta kalıyordu. Kimse, tüm katmanlarıyla İran halkının ayni yöne yöneldiğini iddia edemezse bile bunun tersini savunmak da oldukça zordur.
Son birkaç yılda petrol fiyatlarının dört kat artması nedeniyle İran’a yağan petrol dolarları görülmemiş biçimde artmış ama bu olgu bile ülkeyi yüksek enflasyon ve ekonomik krizden kurtaramamıştır. Geçtiğimiz dönemde İran, petrol satışından 19 milyar dolar gelir elde etmiş, bunun için de ABD’nin payı 3 milyar olmuş ama İran’ın satın aldığı silahların bedeli de 18 milyar dolara varmıştır. Üstelik bununla da yetinmeyen Şah yönetimi, başta Federal Almanya olmak üzere İngiltere, Hollanda ve hatta İsviçre’ye bile silah ısmarlayıp dırmuş, bunun sonucunda oluşan bütçe açığını kapatmak için 2 milyar dolar kredi aramaya çıkmıştır. Petrol rezervlerinin yalnızca daha 25 yıla yeterli olacağı bilinen ülkenin içinde bulunduğu durum, tam anlamıyla ulusal servetini har vurup harman savurmak olmuştur. Petrolden sağlanan gelir denizaşırı yönde yitirilirken, ülkedeki hoşnutsuzluklara karşı SAVAK’ın giriştiği eylemler, İran’ı Ortadoğu’da güllük gülistanlık bir vitrin olarak tutmayı hedefleyen Batılıları bile şaşkına çevirmiş ve hatta bizzat Carter, insan haklarını hiçe sayan ve işkence uygulayan ülkeler arasında İran’ı, Şili ve Güney Kore’nin yanında göstermeye zorunlu kalmıştır.
ABD ve İran egemenlerinin karşılıklı ziyaretleriyle pekişen ortamı kendine gelecek için inanca sayan Pehlevi’nin 9 Ocak 1978’de Kum kentinde başgösteren eylemi bastırmak amacıyla yüzlerce kişiyi öldürtmesi, zincirleme halk eylemlerine geçişin kıvılcımını tutuşturmuştur. 350 binlik donatılmış ordunun bu eylemleri bastırmaya yeterli olamayacağını savunun İran ordusu içindeki 30 bini aşkın Amerikalı uzman, eğitimci ve danışmanın önerileriyle, İran’ın yazgısının Tahran’da değil Washington’da saptanabileceği aymazlığına da düşülmüştür. İnsan haklarının savunulması göstermelik haçlı seferleri düzenleyen ABD, ikili olasılık oyununu yeğlemiş, bir yandan Şah’a “politik liberalizasyon” öğütlerken, öte yandan da anayasal monarşinin yerine güçlü bir diktatörlüğün geçirilmesi hesapları üzerinde durmuştur. Çeşitli kaynakların doğruladıkları gibi, ABD’nin İran elçisinin Şah’a ulaştırdıpı mektup üzerine Camp David’e bağlanan telefon hattından CIA ile sımsıkı bağıntıları bulunan Ali Amini adı çıkmış ve derken emperyalizmin çaresizlikler içindeki sesi Kerim Sencabi’yi destekleme olasılıkları üzerinde tartışmaya girişilmiştir. Kuşkusuz, ordu üzerindeki oyunlar da güçlü diktatörlük hesaplarına koşut olarak yoğunlaşmış ve İran askerini kendilerine zorunlu bağdaşıklık içinde gören Amerikalı kadronun türlü baskıları gözlenmiştir. Kimi subayların tutumu Şah’a belirli bir güvence verirken o, ABD’nin “politik liberalizasyon” önerisinden başka seçeneklere umut bağlamış ama Hamadan yakınlarındaki bir havaalanında 4 bin subayın Amerikalı uzmanların ülkeyi terketmeleri istemiyle açlık grevine kalkışmaları, bu tür eylemlerin de zincirleme bir oluş göstereceği olasılığını somut olarak belirlemiştir. Direncin saptırması, Şahpur Bahtiyar’ı ülkenin başına getirmek olmuştur. Ne ki, gerçekten de Hamadan türü olaylar ordu içinde, zincirleme değilse de ard arda oluşmuş ve büyük bir asker kitlesi halkın amaçlarının karşısında olmadıklarını ortaya koymuşlardır. Kara monark gölgesinde ak yönetim olmayacağı doğrulanmış ve nihayet halk eylemi İran’ı dönüştürecek atılımı başararak Ayetullah Humeyni’yi yeniden oluş’un koşullarını saptamakla görevlendirmiştir.
Hükümet Başkanlığına getirilen Mehdi Bazergan’ın 9 Şubat günü yaptığı açıklamaya uyumlu olarak bugün İran’da “devamlı bir İslam Cumhuriyeti” ilan edilmiştir. Kuşkusuz burada “ulusal hayata Allah’ın hakim olacağı bir düzende emek faktörünün nerede rol alacağı” sorusu başattır. TUDEH’den ve Nurettin Kianuri’den gelen açıklamalar, emek ile karşıtları arasındaki çelişmenin yarına yansıyacak çözümü bakımından şu anda belirli bir anlam taşımamaktadır. Önemli olan ortadaki maddi olgulardır. İran’daki değişim eskiye oranla daha halktan yana ve anti-emperyalist eğilimler taşısa, bir “yeni” oluşum sayılsa da, gerçek bir “yeni” sayılamaz. Çünkü bu yeni, ulusal hayata Şah yerine bir başka -ve üstelik göksel- gücü egemen kılmak yolundaysa, her yönüyle eskiye açık demektir. Bugün İran’da asıl gereksinilen, metafizik güçlerce bahşedilen bir erki değil, maddi toplumsal güçlerce metafiziği de yönlendirerek kendileri adına sosyo-ekonomik eylemde bulunma erkine ulaşacak bir yönetimdir. Ancak böylece ulusal hayat alanı özgürleşip ileriye taşınacak ve toplumsallaşacaktır. İran’ın asıl gündemini belirleyecek olan, bu yolda bir devinimdir.
...Ve Augustus’un o ünlü deyişi, bir bakıma İran toplumcularının gündemine de ışık tutumaktadır : Yavaş yavaş acele et!