Afganistan ve Emperyalizm
Dünya Gazetesi
29 Nisan 1979
27 Nisan, Afgan devriminin yıldönümüdür. Bu devrim, toprak ağaları ve feodal beylerin despot iktidarlarına karşı, Afganistan’ın tüm ilerici güçlerinin birlikte attıkları önemli bir adımdır. Üstelik bu adım, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm yolunda gün geçtikçe daha kalıcı bir düzeyi imlemektedir.
Demokratik Halk Partisi’nin 11 milyon köylünün toprak ağalarına olan borcunu kaldırarak başlattığı atılım, giderek ülke sosyo-ekonomisinin yeniden ve üretici güçler lehine örgütlenmesini, sanayileşmesinin kökten sağlanmasını, Nur Muhammed Taraki yönetiminin başarılarının güçlenip pekişmesinin olası kılmıştır. Ne ki, devrilmiş feodal iktidar ve batkın kabile şefleri ile bunların çıkarcı unsurları arasında bu ileri başarılar büyük bir paniğe yol açmış ve devrim daha yılını doldurmadan büyük entrikalar tezgâhlanmıştır.
Aslında, Afgan devrimine düşman bu unsurlar, Nisan zaferinin daha ilk gününden başlayarak, Taraki iktidarının Sovyetler Birliği’nin gölgesinde olduğu yolunda yaygaralar koparmışlar, yeni düzenin törelere ve dine karşı olduğunu yayarak İslam çevreler arasında kışkırtıcılığa girişmişler ve -gelişmiş bir işçi sınıfına sırtını dayamayı amaçlayan- yönetimin bir iki hafta ya da bir iki ay içinde yıkılacağını öne sürmüşlerdir. Fakat Afgan devriminin halk egemenliği hükümeti, düşmanlarının türlü yılgı eylemlerine ve tiksinç girişimlerine karşın, güçlenmesini sürdürmüş ve öngördüğü atılımları gerçekleştirmede direşkenlikten ayrılmamıştır. Bunun yanı sıra, gerek Taraki gerekse de Hafızullah Amin, bir çok kez, Afganistan’ın bölgesinde ve dünyada kalıcı bir barıştan yana olduğunu; sömürüden ve baskıdan kurtulmak ve emekçi halkların tam egemenliğini sağlamak yönelimli tüm ilerici hareketleri desteklediğini; ırk ayrımına kesinlikle karşı çıktığını, bütün halkların ve ulusların eşitliğine sağlam inanç gösterdiğini; özgürlükten, eşitlikten, bağımsızlıktan, barış ve ilerlemeden yana içtenlikli tüm ülkelerle dost ve kardeşçe bağlar kurmaya hazır olduğunu duyurmuşlardır. Kısacası Afganistan, 27 Nisan 1978’den başlayarak, daha ileri bir toplumsal düzen için yapılması gerekenin nasıl yapılacağını çözümleyerek bunu eyleme koyabilecek yetenekte görülmüştür. Ama bir yanda devrik sömürücü güçler, öte yanda bunların dış bağdaşıkları, devrimi kana boğmak için ellerinden geleni ardlarına koymamışlardır. Böylelikle Afganistan’da bir iç savaş yaratmak yolunda türlü ilintiler kurulmuş, “Müslüman gerillaların” ayaklanması gündeme getirilmiştir.
Müslüman gerillaların ayaklanması, ilk bakışta, Marksist eğilimli yönetim ile İslamın çeliştiği savındaki yorumlara koşut olarak algılanabilir belki ama, bu son derece yanlış olur. Çünkü bu gerillalar Pakistan’ın Peşaver kentinde üstlenmektedirler. Bunların çoğunluğunu, birkaç yıl önceki Davut Han despotizmi döneminde yoğun işsizlikten dolayı göçmeye zorunlu kalmış ya da türlü nedenlerle kaçmayı yeğlemiş Afganlar oluşturmaktadır. Bir bakıma bu durum, Çin’in “huatsiyayo” kozunu anımsatmaktaysa da, aradaki ayrım, Pekin’in kendi göçmenlerini başka ülkelerde kışkırtıcı ve bölücü eylemlerde kullanması ile burada Afgan göçmenlerin doğrudan kendi ülkelerinde bu tür eylemler için kullanılmakta oluşlarıdır. Ne ki, bu gerillaları türlü giyimler kuşanarak destekleyen ve onlara silah temininde ABD kanalıyla destek veren ülkelerin başında Çin de gelmektedir. Çin “huatsiyayo”su ile Afgan göçmenler arasında bir bağlantı kotarıldığı ve bunun Pekin yönetiminin doğrudan onayı ile gerçekleştiği bilinmektedir.
Ziya Ül-Hak cuntasının Müslüman gerillaları desteklemekteki temel amacı, Belucistan üzerindeki baskı ve sömürüsünü genişletme olanağı bulmaktır. Bilindiği gibi, eli kanlı Pakistan yönetimi Pencaplıları kullanarak Belucileri ezmektedir ve bunların 300 bin dolayındaki kısmı Afganistan’da yaşamaktadır. Taraki yönetimi ise, Belucistan Halk Kurtuluş Cephesi’nin özgürlük, bağımsızlık ve sömürüye karşı haklı mücadelesini içtenlikle desteklemektedir. Fakat gözlenen odur ki, Kabil hükümeti, bu destekten hiçbir çıkar sağlamamayı savlamakta, ödün peşinde koşmamakta, bunu devrimci dayanışma ilkesi uyarınca yapmaktadır. Yıllarca önce Türk ulusal kurtuluş savaşına verdikleri destek gibi...
Buna karşı, Pakistan’daki Belucilerin ezilmesini ve dolayısıyla ülkesindeki mutlakçı egemenliği sağlama alma peşindeki Ziya Ül-Hak, İran’da yaşayan 900 bini aşkın Beluci’yi de sindirmek için üst üste girişimlerde bulunmaktadır. İslam coşumculuğu içindeki yeni İran yönetimi ise, Afganistan'’aki Müslüman gerillalara dolaysız destekte bulunmaktadır. Üç hafta kadar önce Afgan hükümeti bir bildiri yayınlamış ve İran’ın ülkeye iade ettiğini öne sürdüğü 7000 Afganlının aslında İran askerleri olduklarını ve bu yabancı ajanların Müslüman emekçileri kışkırttıklarını ve gerilla eylemlerine yardımcı olduklarını açıklamıştır. Tahran yönetimi, Kabil’in açıklamasını bugüne değin yalanlamamıştır. Üstelik, ülkesinndeki Beluciler konusunda İran’ın Pakistan’ın istemi doğrultusunda bir davranış içine girip girmeyeceği sorusu da halen yanıtsızdır.
Çin’in dolaylı, İran’ın dolaysız ve Pakistan’ın her iki türlü destek oluşturdukları, büyük kısmı göçmenlerden oluşan Müslüman gerillaların ayaklanma eyleminden büyük kaygı duyan bir diğer ülke de Hindistan’dır. Çünkü ülkenin Çin ve Pakistan yönetimlerinin baltalama eylemlerinden çekinmesi için yeterince nedeni vardır. Kaldı ki, on yıl kadar önce Türkiye’de bir çok yıkıcı ve kışkırtıcı eyleme girişmiş Müslüman Kardeşler örgütünün Afaganistan’aki ayaklanmalara dayanak oluşturduğu ölçüde Hindistan’da da sayısız bozguncu ilişkiler kurdupu ve bunları gün geçtikçe yoğunlaştırmaya çabaladığı bilinmektedir. Bunlardan da öte, Afganistan’a dostluk ve dayanışma bildirmiş Vietnam ve Laos üzerindeki Çin saldırganlığının ve hegemonyacılığının Hindistan bakımından iyimser varsayımlara olanak bırakmadığı da açıktır.
Soruna bir başka açıdan yaklaşanlar ise, ABD emperyalizminin Umman’da üslenmek ve Mesire adasında denetim gücü oluşturmak istemiyle Afganistan’da karşı devrimci eylemler tezgahlaması arasında koşutluk saptamaktadırlar. Daha da ileri gidenler, geçtiğimiz Şubat ayında Kabil’deki ABD Büyükelçisi Dubs’ub öldürülme olayının bile bizzat Amerikan kaynaklarının bilgisi içinde geliştiğini söylemektedirler. Zaten bu olay ayaklanma eylemlerinin hızla artmasının dönüm noktası olmuştu. Yorumcuların dikkat çektikleri bir diğer nokta ise, ABD’nin Güney Kore’den asker çekme işleminin durduğu tarih ile Çin’in Vietnam’a saldırı tarihinin çakışmış olmasıdır.
Amerikan-Çin uyuşmasından sonra Güneydoğu Asya bir barut fıçısı halini alırken, gerginlikler şimdi de kuzey ve batıya doğru genişlemekte, giderek Ortadoğu ile doğrudan ilintilenmektedir. Tüm bu oluşum temel ögesi de, tüm bu alanda genel içerikte bir savaşı kışkırtmak ve bölgede zaten bunalımlara neden olan istikrarsızlığı daha da körüklemektir. Güneydoğu Asya’dan daha kuzeye ve batıya savaş kıvılcımı ulaştırmada Afganistan’da tezgahlanan eylemlerden yararlanmak ise, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin sıkıca sarıldıkları bir olgudur. Afgan devrimi başarılarla dolu bir yılı geride bırakıp ikincisine girerken, bu bakımdan, bölgesel önemi çok ileri bir düzeye varmıştır.
Afganistan’a somutça destek, dostluk ve yakınlık bildirmek, emperyalizmin bozguncu girişimlerine ve hatta bölgede savaş kırkırtmacılığına ilişkin planlarının bozulmasını sağlayacaktır. Bu, barıştan ve yumuşamadan yana olmak savındaki her yakın bölge ülkesinin öncül ve birincil görevidir.
Afganistan yönetimi de kararlılık ve başarılarını sürsürdükçe; Afrika boynuzunda da aynı türden girişimlerde bulunmuş, Eritre'’e ayaklanmalar tezgahlamış ve bunları Suudi Arabistan, Sudan, Mısır ve Somali'’e destekletmiş ama barıştan yana dünya güçlerinin Etiyopya’ya destekleri sonucu tüm kışkırtıcı planları suya düşmüş emperyalizmin, bu ülkedeki kışkırtıcı ve tehlikeli girişimlerinin de hüsranla sonuçlanmaması için hiçbir neden yoktur.