Fransız-Amerikan Çatışmasının Nedenleri ve Fransız Solunun
Irak Savaşına İlişkin Politikası
Greg Oxley
ABD’nin Irak’ı istilâ hazırlıkları önemli bir uluslararası krize
neden oldu. Henüz erken aşamalarındaki bu krizin, ilerleyen aylarda tüm dünya
üzerinde çok daha öte yankıları olacaktır. Kriz bütün sosyal sınıfların psikolojisinde
kaçınılmaz olarak derin bir değişime yol açacaktır. Kapitalist sınıf, hammaddelerin
kontrolü, pazarlar ve yeni kâr kaynakları için verdiği mücadelede, ekonomik
güç kullanmayı, tehditleri, rüşveti, şantajı ve diğer “barışçıl” yöntemleri
bir kenara attığı zaman, “uluslararası hukuk” masalı da tuzla buz olur. Doğası
gereği savaş, egemen sınıf diplomatlarının sermayesi olan ikiyüzlülük ve yalan
perdesini indirerek, uluslararası ilişkilerin ekonomik ve askeri güç tarafından
belirlendiği kapitalist sistemin gerçek mekanizmasını tüm çıplak vahşiliğiyle
ortaya serer.
Küstah savaş tellâlı George W. Bush dünyanın her yerinde işçilerin
ve gençliğin kitlesel muhalefetiyle karşılaşmıştır. Bu savaşa karşı seferberlik
Vietnam Savaşından bu yana görülmemiş boyutlara ulaştı. ABD’nin Vietnam savaşını,
kısmen Vietnam halkının mücadelesi, kısmen de Amerikan halkının ve ABD ordusundaki
askerlerin savaşa karşı muhalefetlerinin artması nedeniyle kaybettiğini hatırlayalım.
Irak’a karşı yapılan ilk savaşın, Sırplara karşı savaşın ve sonra da Afganistan’daki
savaşın ardından, tekrar bir başka savaşın anlatılmaz dehşetine gömülme ihtimali,
işçilerin ve gençlerin düşüncelerinde radikal bir değişime yol açıyor. Çağımızı
karakterize eden, derinlere kök salmış ekonomik, sosyal ve siyasal istikrarsızlığa
karşı uyanıp, bundan devrimci sonuçlar çıkarmaya başlıyorlar.
Trajik olan ise, Fransa’da ve uluslararası arenada, bu yeni
ve test edici olayların, tıpkı daha önceki olaylar gibi, sol partileri ve sendikal
hareketi genelde hazırlıksız yakalamış olmasıdır. Bu örgütler hâlâ savaşa sosyalist
ve enternasyonalist tarzda karşı çıkma yeteneğinden tamamen yoksun unsurların
egemenliğindedir, tabii eğer “kendi” emperyalistlerinin bilinçli aletleri değillerse.
Jacques Chirac ve Jean-Pierre Raffarin’in gerici hükümetinin –şimdilik– Amerikan
yönetimi ile kapıştığı Fransa’da, sosyalist ve komünist parti liderlerinin benimsediği
tutum, sosyalist enternasyonalizmin bakış açısından kesinlikle kabul edilemez
bir tutumdur. Diğer yerlerde olduğu gibi Fransa’da da bu savaş, kapitalist sınıfa
karşı kitle hareketinin gelişmesi için inanılmaz bir fırsat sunuyor. Fakat zamanında
düzeltilmezse, sol partilerin ve sendikaların son derece hatalı tutumları, kapitalizme
indirilecek nihai darbe fırsatının bir kez daha kaçırılmasına neden olacaktır.
Ortadoğu’daki Savaşta Büyük Güçlerin Amaçları ve Yaklaşan
Irak İstilâsının Sonuçları adlı makalemizde, yaklaşan savaşta ABD emperyalizminin
gerçek hedeflerinin neler olduğunu açıklamıştık. Kapitalizmin yaşadığı dünya
ekonomik krizi ve genel olarak Ortadoğu’da özel olarak da Suudi Arabistan’da
–ki rejim yakın gelecekte çökebilir– artan istikrarsızlık dikkate alındığında,
dünya rezervlerinin %66’sını içeren bu bölgede, başka bir ana petrol kaynağını
kontrolünde tutmak Amerikan emperyalizmi için hayati önemdedir. Suudi Arabistan’dan
sonra Irak, yaklaşık 112 milyar varillik petrol rezerviyle en büyük rezerve
sahip ülkedir. Bu yüzden ABD hükümeti ambargo aracılığıyla Irak halkını ölüm
ve kıtlıkla cezalandırarak tatmin olamaz ve şimdi savaşı seçmiştir. Yüksek önemdeki
askeri ve stratejik nedenler de, ABD yönetimin hesapları arasına girmektedir.
Irak’ın askeri işgali ABD için çevre ülkelere, özellikle de Suudi Arabistan’a
karşı bir harekât üssü sağlayacaktır, zira burada bir rejim değişikliğinin Suudi
petrol kuyularını ve rafinerilerini içeren bölgelerin ele geçirilmesini zorunlu
kılması ihtimali vardır.
Bu planlar, Irak’taki petrol rezervleriyle ilgilenen fakat Amerika’nın
devasa askeri ve ekonomik gücüyle kıyaslandığında oldukça küçük kalan Fransız
emperyalizminin çıkarlarına doğrudan tecavüz demektir. Chirac ile Beyaz Saray
arasındaki çatışmanın kökünde, emperyalist bir güç olarak Fransa’nın kronik
gerilemesi yatmaktadır. Özellikle son 50 yıl zarfında Fransa, bir yanda ABD’nin,
diğer yanda Avrupa’nın en büyük gücü olan Almanya’nın ilerleyişi karşısında
dünya arenasında sürekli gerilemiştir. Güneydoğu Asya’da Fransız emperyalizmi
ABD karşısında bütün konumunu yitirmiştir. Günümüzde ise, bu kaybedilen yerler
arasına, doğu ve orta Afrika da katılmaktadır. Hatta Fas ve Cezayir’de, Fransa,
Amerikan ve Alman şirketlerinin atakları karşısında yenilgiye uğramaktadır.
ABD’nin desteklediği güney ordularına karşı Fransa’nın Hartum’daki köktendinci
rejimi destekleyip silahlandırdığı Sudan’da, aynı rejim şimdi Fransa’yı bir
kenara atıp, giderek ABD dış politika seçeneğinin peşine takılmaktadır. Ortadoğu’da
Fransa, pazarlarının ve nüfuzunun büyük bir kısmını ABD egemenliğine bırakmak
zorunda kalmıştır. Nihayet, Fildişi Kıyısı’nda yaşanan son kriz, uzun dönemde,
orada Fransız emperyalizminin zayıflaması ve dolayısıyla ABD çıkarlarının yayılması
önündeki yolun açılması anlamına gelecektir.
Fransız kapitalizminin dünya çapındaki bu gerileyişine ilaveten,
Fransa’nın askeri güç olarak da benzer şekilde zayıflaması söz konusudur. Afganistan’daki
savaş, büyük çaplı operasyonlarda Fransa’nın askeri yeteneğinin kusurlarını
defalarca gösterdi. Anmaya değer hiçbir uzun menzilli füze sisteminin bulunmayışıyla
ve büyük kara saldırıları için gereken kara birliklerinin ve savaş araçlarının
eksikliğiyle, Fransa’nın Taliban’a karşı savaştaki katkısı, askeri tarih yıllıklarında
sadece bir dipnot olmaya lâyıktır. Bu zayıflık, Fransa’nın, ABD tarafından elde
edilmiş bir zaferde savaş ganimetleri üzerinde bir talepte bulunamayacağı anlamına
gelmektedir. 1991 savaşı Fransız kapitalizminin çıkarlarına zarar verecek şekilde
gelişmişti. Öncelikle, Fransız emperyalizmi Irak diktatörüyle oldukça iyi anlaşmaktaydı.
1980’li yıllarda İran’a karşı savaşta Irak’a silah vermiş, Irak halkına uyguladığı
baskıda Saddam Hüseyin’e teknoloji ve bilgi sağlamıştı. Fransız gizli servis
ajanları, solcu eylemciler hakkında Saddam Hüseyin’e düzenli olarak bilgi sunmuştur.
Bu bilgiler eylemciler için ölüm fermanlarının imzalanması anlamına geliyordu.
Ambargo cezası, bu suç ortaklığının meyvelerinin yitirilmesi demekti. İhalelerin
1991 savaşı galiplerine verilmesi nedeniyle, Fransa pazarın yalnızca %2’siyle
yetinmek zorunda kalmıştı. Adeta ABD’nin Fransa’nın savaştaki askeri katılımını
eksik bulduğunu vurgulamak için, söz konusu bu %2’lik pay mayın temizleme operasyonları
dahilinde verildi. Bu itibar emareleri öyle kolayca unutulmaz!
1990’lar boyunca hem sağ hem de sol hükümetler altında Fransız
emperyalizmi, ABD ile çatışma içindeki Iran, Irak ve Libya gibi devletlerle
ilişkiler geliştirerek, zayıflayan uluslararası nüfuzunu tekrar kazanmaya çalıştı.
Petrol şirketleri ve sanayi teşebbüsleri, bu ülkelerle, uygulanan ambargoların
Birleşmiş Milletler tarafından kaldırılmasının ardından yürürlüğü girecek olan
birtakım anlaşmalar imzaladılar. Irak özelinde Fransa, ABD şirketlerinin rekabetini
ortadan kaldırma avantajını elde etti ve Irak petrol rezervlerini sömürmek için
büyük anlaşmalar yaptı. Bunun karşılığında Fransa, ambargoyu kaldırmak için
nüfuzunu –ki yetersiz olduğu ispatlanmıştır– kullanacaktı. ABD politikasındaki
değişiklik, yani ambargodan Irak’ın istilâsı ve askeri işgaline yönelme şeklindeki
politika değişimi, bütün bu yapılan anlaşmaların bir kenara atılması anlamına
gelmektedir. Paris ile Washington arasındaki temel çıkar çatışması budur. Bununla
birlikte, başka nedenler de bulunmaktadır.
Ekonomik ve sosyal durum mevcut çatışma denkleminde ağırlıklı
unsurdur. Fransa ve Almanya’daki egemen sınıflar, bu savaşın hem Ortadoğu’daki
hem de Avrupa’daki ekonomik, sosyal ve siyasal yansımalarına dair derin endişeler
taşıyorlar. Almanya ve Fransa’da ekonomik büyüme, GSMH’lerinde mutlak bir düşüşe
neden olacak savaş yüzünden neredeyse %0 civarındadır. Bush ve akıl hocaları
da savaşın uluslararası etkilerini düşünmektedir, fakat daha önce gördüğümüz
gibi, savaşın getireceği ekonomik ve askeri stratejik avantajlar, ABD emperyalizmi
açısından bu etkileri ikinci plana itecek kadar önemlidir. ABD yönetimi ganimetlerin
paylaşımına ilişkin tekliflerinde yeterince cömert olsaydı, Fransız emperyalizmi
için de aynı şey geçerli olurdu. Ancak, Irak petrol rezervlerine erişme sorunu
üzerinde Paris ve Washington arasında süren görüşmelerde, ABD yönetimi Fransa’nın
taleplerine pek sempatiyle yaklaşmadı.
Fransız tarafına gelince; Chirac ve Raffarin, askeri harekât
alanında bir ana oyuncu olarak savaşa giremedikleri takdirde, ABD hükümetinin
onlardan istediği şeyi, yani savaşın mali yükünü paylaşmayı istemiyorlardı.
Bu kanlı partiye katılma davetiyesi bedava değildir. 2002 yılında ödemeler dengesi
açığı 496 milyar dolara yükselerek önceki yıla göre 98 milyar dolar artış kaydetmiş
olan ABD, savaşın maliyetinin büyük bir kısmını müttefiklerine ödetmeye çalışıyor.
Bağdat’ı savunacak altı tümen Cumhuriyet Muhafızının dikkate değer bir direniş
göstermeyeceği, yabancı orduların şehirleri çok fazla zorlanmadan işgal edecekleri
kısa bir savaş durumunda –ama hiçbir şey önceden garanti edilemez–, ABD hükümeti
savaşın maliyetinin 60 milyar dolar civarında olacağını tahmin etmektedir. İki-üç
ay sürecek uzun bir savaş durumunda ise bu rakam 200 milyar dolara kadar çıkabilecektir,
üstelik buna çatışmanın komşu ülkelerde muhtemelen yol açacağı sosyal ve siyasal
ayaklanmalarla başa çıkma maliyeti dahil değildir.
Chirac, Fransız emperyalizminin çıkarlarının doğrudan tehdit
edildiği Fildişi Kıyısı’ndaki durumdan da endişe duymaktadır. Chirac’ın stratejisi,
Irak’taki savaşın önüne geçmeyi ya da en azından bunu geciktirmeyi hedefleyerek,
Fildişi Kıyısı’ndaki geniş çaplı askeri müdahale için elinin serbest kalmasını
amaçlamaktadır. Raffarin’in kuşkusuz silah satışlarının da gündemde olduğu Hindistan
ziyareti sırasındaki sözde “barışseverlik” iddialarına gelince, bu aslında onun
Fransa’da işçilere, gençlere, işsizlere ve emeklilere karşı yürüttüğü savaşı
sürdürme ihtiyacından kaynaklanıyordu. Raffarin, Irak’a karşı yapılacak ve halk
tarafından istenmeyen bu savaşın maliyetini bahane olarak gösteremezse, Fransa’da
kamu kesintilerini yürürlüğe koymakta oldukça zorlanacaktır.
Chirac şu an hazırlıkları süren insan kıyımına silahlı güçle
katılma konusunu dışlamamaktadır, aksine savaşın daha geç gerçekleşmesini tercih
edecektir ve bu arada petrol ve inşaat ihalelerinde ABD’yi ayrıcalıklar vermeye
zorlayabileceğini ümit etmektedir. Ne olursa olsun, Fransız-Amerikan çatışması,
açıktır ki özünde aynı amacı güden ve ikisi de birbirinden gerici ve açgözlü
olan iki rakip emperyalist arasındaki bir çatışmadır. Bu aşamada Chirac’ın
Washington ile çatışmasında ne kadar ileriye gidebileceğini söylemek oldukça
zor. Her ne kadar muhtemel görünmüyorsa da, Birleşmiş Milletler’de veto hakkının
kullanılması tamamen dışlanamaz. Her koşulda veto sorunu, Amerikan emperyalizminin
çıkarlarına karşı Fransız emperyalizminin çıkarlarını savunma mücadelesi çerçevesinde
ortaya çıkmaktadır. Bu rakiplerin tutumu şu şekilde özetlenebilir: ABD Irak’a
zorla girip işgal etmek, kukla bir rejim kurmak, petrol rezervlerine ulaşmak
isterken, Fransa ambargoyu kaldırmak, Iraklı diktatörle işbirliğini sürdürmek
ve petrol rezervlerine kendi çıkarları için ulaşmak istiyor. Sosyalist ve enternasyonalist
bakış açısından, bu iki rakipten herhangi birini desteklemek asla kabul edilebilir
bir şey değildir. İşçi partilerine ve sendikal harekete düşen görev, işçi sınıfının
çıkarları ile Chirac ve UMP hükümeti tarafından savunulan emperyalist çıkarlar
arasına net bir çizgi çizerek savaşa karşı çıkmaktır.
Hollande, Strauss-Kahn, Fabius ve ortakları tarafından temsil
edilen Sosyalist Partinin (PS) sağ kanadı, Irak’a karşı yapılan 1991 savaşını
desteklemişlerdi. Bu barışseverler o zaman Irak’a uygulanan ve 1 milyon Irak
vatandaşının ölmesine yol açan ambargoyu onayladılar. UNICEF tarafından açıklanan
rakamlara göre bu 1 milyon kişinin 500 binden fazlasını 5 yaşın altındaki çocuklar
oluşturmaktaydı. Ardından eski Yugoslavya’nın bombalanmasını ve askeri işgalini
desteklediler. Sonra da Afganistan’daki savaşa destek verdiler. Şimdi Irak’a
karşı yapılacak savaşa karşı çıkıyorlarsa, mevcut şartlar altında bunun yalnızca
bir nedeni vardır. Fransız egemen sınıfının büyük bir kısmı da dahil olmak üzere,
bu savaşın Fransız emperyalizminin çıkarına olmadığını düşünüyorlar. Bir başka
faktör ise, 2002 seçimlerinde Sosyalist Partinin ağır bir yenilgi almasına yol
açmasından sonra sağ kanat bürokrasinin parti içinde savunmaya geçmiş olması
ve Jospin hükümetinin kapitalist politikalarını hafızalardan silmeye çalışmasıdır.
Öyle ki 1997 ile 2002 yılları arasında 31 milyar euroluk özelleştirmeyi onaylayan
Strauss-Kahn ve Hollande bile bugünlerde özelleştirmeye karşı çıkmaktadır! Irak’ta
yeni bir savaşa açıktan destek vermek, onları parti içinde daha müşkül bir pozisyona
itecektir. Aslında sosyalist liderliğin savaş konusundaki politikası Chirac
ile aynıdır, tek fark onların “bu savaşı durdurmak için” doğrudan BM’deki veto
hakkının kullanılmasını istemeleridir. Gerçekte, Fransa’nın vetosu savaşı engellemeyecektir,
savaş Fransa dahil olsun ya da olmasın çıkacaktır.
Komünist Parti (PCF) liderliğinin politikası sosyalist sağ kanadınkiyle
neredeyse aynıdır. PCF liderliği eski Yugoslavya’daki ve Afganistan’daki savaşları
da desteklemişti. PCF’nin 2002’de uğradığı yıkıcı seçim yenilgilerinin etkisiyle,
genel sekreter Marie-Georges Buffet, yenilgilerin sebebinin partinin “komünizmin
kaynaklarından” uzaklaşması olduğunu en azından bulanık bir şekilde de olsa
anlamış göründü. Ancak bu açıklamaların arkası gelmedi. Yaklaşan savaş PCF liderliğine
kendilerini Sosyalist Partinin sağ kanadından ayırmak için mükemmel bir fırsat
sunmasına ve savaşa karşı ciddi bir mücadele alternatifi tanımasına karşın,
o bu durumdan nasıl kaçacağı konusunda Jacques Chirac’a yalvarmaktan başka bir
şey yapmadı. Bu maksatla PCF liderleri, parti aktivistlerini halktan altına
imza toplamaya çağırdıkları, Fransız kapitalizminin ana temsilcilerine hitaben
yazılmış oldukça kibar üsluplu bir mektuptan on binlerce nüsha bastılar!
Gerçek bir komünist politika tereddütsüz Chirac’ın ve onun diplomatik
entrikalarının maskesini düşürür, BM’nin gerici karakterini açıklar –Lenin Milletler
Cemiyetini “haydut ini” olarak adlandırıyordu– ve savaş hazırlıklarına karşı
işçileri ve gençliği somut bir eylem doğrultusunda seferber ederdi. Parti, askeri
malzemeleri taşımayı reddeden İskoç demiryolu işçilerini örnek olarak alabilirdi.
Limanlardaki işçileri, savaş gemilerinin limanlara girişini engellemeye ve bu
gemilerin yükleme-boşaltma işlerini yapmayı reddetmeye çağırmalıydı. Maalesef,
savaşa karşı sınıf eylemini temel alan bir politika izlemek yerine, parti
liderliği milliyetçi bir konuma kayarak, acıklı bir biçimde kapitalist partilerin
baş temsilcisinin gözünün içine bakmaktadır. Örneğin 15 Şubattaki devasa savaş
karşıtı gösteriler sırasında, Marie-Georges Buffet basına şu açıklamaya yapmıştır:
“Fransa cumhurbaşkanlığı düzeyinde cesur bir tutum takınmıştır. Ümit ediyoruz
ki, Fransa bu konu üzerinde birleşerek savaş sarmalını durdurmak için bütün
gücünü kullanacak ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde bir oylama olursa
veto hakkını kullanacaktır.”
Chirac müşkül bir durumdadır. Açıkladığımız üzere, Fransız kapitalizminin
Irak’a dönük beklentileri ABD’nin askeri zaferi durumunda zarar görecektir.
Fakat savaş Fransa katılmaksızın gerçekleşirse, Fransız kapitalizmi için gelecekteki
pazarlar neredeyse tamamen kapanacaktır. Bu da, işgalci güçlere katılma olasılığı
için açık bir kapı bırakmak isteyen Chirac’ın ve Fransa’daki sağ partilerin
ikircikli tutumlarını açıklamaktadır. Chirac’ın muhalefetine rağmen savaşın
başlaması, Fransız emperyalizminin zayıflığının aleni bir göstergesi olacaktır.
Kuşkusuz egemen sınıf bununla uğraşmak mecburiyetinde kalmayı arzu etmez. Bu
yılın başlarında Chirac kendi politikasını ABD’yle aynı doğrultuya getirmeye
çalıştı ve önümüzdeki birkaç haftada da bunu tekrarlaması ihtimal dışı değildir.
Bu arada Bush ve Powell, Fransa’nın savaşa hem askeri hem de mali yönden katılmasından
memnunluk duyacaklarını belirttiler, fakat bu katılım onlar için olmazsa olmaz
bir şey değildir. Uzun süre beklemeyecekler ve eğer Chirac biraz daha ayak sürümeye
devam ederse bu savaşa o olmadan girişeceklerdir. Çok büyük olasılıkla istilâ
Mart ayında başlatılacaktır.
Fransa solunun politik görevi, güçlü ABD rakibi karşısında Fransız
emperyalizminin tutumunu savunma çabasındaki Chirac’ı desteklemek değil, aksine
başta Fransız emperyalizmi olmak üzere bütün emperyalist ülkelerle mücadele
etmektir. Rosa Luxemburg’un devrimci yoldaşının dediği gibi: “Emperyalist
savaşlarda, bir komünistin baş düşmanı kendi ülkesindedir.” Sosyalist Parti
ve Komünist Parti tarafından yazılan metinler, “ABD yönetiminin emperyalist
mantığı”na yapılan göndermelerle dolu, ama Fransa’daki hükümet politikasının
aynı derecede emperyalist karakterde olduğuna hiç değinilmiyor.
Bizim savaşa muhalefetimizle Chirac’ın muhalefetinin hiçbir
bağdaşır yanı yoktur. PS ve PCF’nin mevcut liderlerinin, savaşa karşı bağımsız
bir program sunmaktan ziyade Fransız emperyalist diplomasisinin fraklarının
eteklerine sarılmak anlamına gelen politikaları, onların politik olarak tümüyle
iflâs ettiklerinin yeni bir göstergesinden başka bir şey değildir. Adına layık
sosyalist ya da komünist bir parti, kapitalist sınıfın ve onun politik temsilcilerinin
güttüğü gerçek amaçları yorulmak bilmeden teşhir etmeli, savaş hazırlıklarına
karşı grevleri ve sendika ambargolarını kullanarak, eldeki tüm araçlardan yararlanıp
işçileri ve gençliği bir eylem programı etrafında seferber etmek için çalışmalıdır.
Aynı zamanda bu mücadeleyi, Chirac-Raffarin hükümetini devirme ve bankaları
ve büyük sermaye varlıklarını işçilerin denetiminde ve yönetiminde kamulaştırarak
kapitalistlerin iktidarını parçalama zorunluluğuna bağlamalıdır.
Bu savaşa çeşitli nedenlerle muhalefet edilebilir. Chirac Fransız
kapitalizminin çıkarlarını savunma umuduyla şu an için muhalefet ediyor. Fransa’daki
silah üreticileri 1991’deki savaşa karşı çıkmışlardı, çünkü Saddam Hüseyin onların
en iyi müşterilerinden biriydi. Fakat savaşa karşı sosyalist –ya da komünist–
bir muhalefet, emperyalist savaşların asıl nedeni olan kapitalist sistemin temellerine
saldırmalı ve tüm ülkelerin muazzam ekonomik ve kültürel kaynaklarını insanlığın
yararına bir araya getirebilecek, savaşlara ve kapitalizmin diğer bütün felâketlerine
nihai olarak son verecek olan bir uluslararası sosyalist devletler federasyonunun
yaratılması için emek harcamalıdır.
20 Şubat 2003