Emekli Amiral Vedii Bilget : Bakış Açısı
WCARGA HİZMETLERİ
BELGE ARŞİVİ
.

 

Atatürk ve Sosyalizm

Prof. Dr. SUNA KİLİ Boğaziçi Üniversitesi

Bir kişinin şu ya da bu nedenle söylediği birkaç sözle o kişiyi ve onun düşünce sistemini değerlendirmek bilimsel bir yaklaşım değildir. Atatürk 'ün ve onun düşünce sisteminin sağlıklı ve gerçeklere dayanan değerlendirmesini, onun sürekli olarak vurguladığı konularda, konulara yaklaşımında, uyguladığı sistemde ve yaptığı devrimin özelliklerinde aramalıyız.

Atatürk ve sosyalizm konusunu bu sütünların elverdiği ölçüde ancak ana hatlarıyla ve en çarpıcı özelliklerini vurgulayarak irdeleyeceğim. Atatürkçülüğün, Kemalizmin en belirgin 4 kavramını inceleyerek konuya açıklık getirmeye çalışacağım: Bağımsızlık, halkçılık, ulusçuluk ve devletçilik.

Bağımsızlık: Atatürkçülük en geniş anlamda bir bağımsızlık anlayışını içermektedir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında sık sık ''Biz tam bağımsızlığımızı kazanmak için bu işe giriştik'' demiş, bağımsızlık konusunu hem milli mücadele ve hem de cumhuriyet yıllarında canlı tutmuştur. Bağımsızlık temel bir Kemalist görüştür.

Atatürk'ün bağımsızlık görüşü yalnızca siyasal, ekonomik, adli, askeri ve kültürel bağımsızlık konularını içermemektedir. Aslında Atatürk'ün bağımsızlık anlayışı ''Misak-ı Milli'' nin bağımsızlık anlayışından da öteye gitmiştir. Atatürk ''model'' ya da ''düşünce sistemi'' dayatmak isteyen tüm rejimlere karşı tavrını koymuştur. Atatürk'te ''tam bağımsızlık anlayışı'', ideolojik bağımsızlık anlayışını da içermektedir. Şöyle ki: Kurtuluş Savaşı yıllarında ''Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme, bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı mücadelemizi sürdüreceğiz'' demiştir ve sürdürmüştür. Ancak yeni Sovyet rejiminin Anadolu'ya Bolşevikliği taşımak girişimlerine de karşı çıkmıştır.

Milli mücadelenin en kritik bir döneminde, iç isyanların yaygın olduğu ve henüz düzenli bir ordu kurulamadığı bir dönemde, Ağustos 1920 tarihinde BMM'de yaptığı bir konuşmada, aynı yılın eylül ayında, Sovyet Rusya tarafından Bakû'da düzenlenecek olan Kongre' ye BMM'nin davet edilmemiş olup, davetlerin bazı kişilere gönderilmesi üzerinde özetle şöyle konuşmuştur: ''Biz ülkemizi ve onun bağımsızlığını kurtarmak için yola koyulduğumuzda yalnızca kendi görüşlerimize ve kendi gücümüze dayandık. Hiçbir kimseden ders almadık. Bizim prensiplerimiz Bolşevik prensipleri değildir. Ve Bolşevik prensiplerini ulusumuza kabul ettirmeyi hiç düşünmedik. Bu doğrultuda hiçbir girişimde bulunmadık. Biz kendi görüşlerimiz, ulusumuzun kendi birikimi, kendi özellikleri doğrultusunda hareket ettik ve hareket ediyoruz. Bizim görüşümüzün dayanağı halkçılıktır. Gücün, egemenliğin, yönetimin halkın elinde bulunmasıdır.'' (1)

İşte bu ''tam bağımsızlık'' anlayışını tümüyle gerçekleştirmek için devrim atılımları başlatılmıştır. Çünkü Atatürk gerçekçiydi. Bir ulusun, bir ülkenin tam bağımsız olabilmesi için ''çağdaş'' olması, çağı yakalaması gerektiğinin bilincindeydi. Ve çağdaş uygarlık düzeyini yakalamamız, hatta onun üstüne çıkmamız için köklü devrimler yapıldı. Ancak bu devrimler ''ulusal'' dı. Ve bu devrim kendi ulusal düşünce sistemini, Kemalizmi geliştirerek hem düşünsel alanda ve hem de uygulamada ''bağımsızlığımızı'' korudu.

Halkçılık: Cumhuriyet öncesi dönemde toplumsal içerikli en önemli belge ''Halkçılık Programı'' dır. Kabul edilen program, 1921 Anayasası'nın temelini oluşturmuştur. Atatürk ''Bugünkü varlığımızın asıl niteliği, ulusun genel eğilimi halkçılıktır'' konusunu sık sık dile getirerek halka dönük bir devrimin söz konusu olduğunu vurgulamıştır. Ancak Atatürk bu devrimi ''bir sınıfın üstünlüğüne'' değil, tüm ulusun, tüm halkın üstünlüğüne dayatmıştır. Halkçılık programında ve 1921 Anayasa tasarısının başlangıcında sıralanan görevler, toplumsal içeriklidir ve ulus çoğunluğunu oluşturan yoksul kesimin kurtarılmasını öngörmektedir. Böylece ulus egemenliği ilkesine dayalı bir halk hükümeti kurulması söz konusudur. Devrim atılımları sınıfsız, ayrıcalıksız bir toplum anlayışına dayatılmıştır. Ulusal dayanışma ve ulusal birlik üzerinde durulmuştur. Ancak ulusal dayanışma durağanlığı korumak için benimsenmiş bir görüş değildir. Kalkınmak için ''birlik'' çağrısı, ''tüm çağdaşlaşmayı'' amaç edinen bir temele oturtulmuştur. Unutulmaması gerekir ki cumhuriyetin başlangıç yılları Türkiyesi'nde çağdaş bir toplumun sınıfsal yapısının olmadığı gerçeğidir. Çoğunluk köylüdür. Bürokratlar da önemli bir kesim oluşturmaktadır. Anamal kıttır, işveren ve işçi kesimi azdır.

Devrimcilik ilkesinin sağladığı düşünsel olanaklarla bugün Atatürkçü halkçılık ilkesinin yorumunda sınıfların varlığı kabul edilmiş, ancak ilerici bir hükümetin ''çağdaş'' politikaların sınıf çatışmasını azaltabileceği, ''sosyal devletin'' oluşmasına yön verebileceği görüşü benimsenmiştir. Sınıf egemenliğini yadsıyan Atatürkçü halkçılık, yönetimde, siyasada, kalkınmada, gelirlerin dağılımında, devlet olanaklarının kullanımında halk yararının gözetilmesini amaçlar. Bu amaç doğrultusunda devleti önlemler almak, yasalar çıkarmak, engelleri ortadan kaldırmakla görevli kılar. Bu bir sosyal devlet anlayışıdır.

Ulusçuluk: Mustafa Kemal önderliğinde Anadolu halkının başlattığı bağımsızlık ve Kurtuluş Savaşı, aynı zamanda ulusal Türk devletinin kuruluşunun da savaşıdır. Atatürk ulusçuluğu çağdaş ve çağdaşlaştırıcı bir ulusçuluktur. Çağdaşlaştırıcı ulusçuluğun amaçlarını şöyle sıralayabiliriz: Ulusal bağımsızlık, hızlı ekonomik kalkınma, ulusal devletin yaratılması ve bu devletin yönetim biçiminin halkçı bir kimliğe dayatılması.

Atatürkçülükte ''birlik'' ulusal devlet içinde sağlanmış ve ulusçuluk da bu birliği pekiştiren en önemli öğe olarak görülmüştür. Atatürk ulusçuluğu anasoycu (ırkçı) değildir. Atatürk ulusçuluğu ''laiktir''. Atatürk ulusçuluğu saldırgan, yayılmacı değildir. Atatürk ulusçuluğu anti-emperyalisttir. Tüm ulusları, insanlık evreninin saygınlığı, onuru, kişiliği, ulus ve insan olmaktan doğan hakları ve ödevleri bulunan birer topluluğu olarak görür. Ulusların, devletlerin zayıf, güçsüz ulusları sömürmesine, onları egemenlikleri altına almasına karşıdır. Bu yönüyle Atatürk'te ulusçuluk insancıl, evrensel boyutlara ulaşmıştır ve ''barışçı'' bir işlev görmektedir.

Atatürk devrimi ülkemizde kültürel bir Yeniden Doğuş'u (Rönesansı) gerçekleştirerek hem kendi kültürümüze sahip çıkmamızı, hem onu geliştirmemizi ve hem de kültürel alanda evrensel, hümanist değerlere açık bir kültürel gelişmeyi benimsemiştir. Atatürkçü kültür politikası hem ulusal ve hem de evrensel değerlere, ''uygarlığa'' önem veren bir çizgi izlemiştir. Atatürk'ün tutarlı, çağdaş, laik ve ulusal eğitim politikası çağdaşlaşmanın, kültürel gelişmemizin ''anahtarı'' olmuştur.

Tarih ''proleter'' ve ''burjuva'' savaşımından daha çok konuyu içerir. Bir toplumda kırsal bölgede yaşayanlar, işçiler, askerler, aydınlar, tüm kesimler vardır: Atatürk ulusçudur. Ulus-devletçidir. Atatürk ulusçuluğu çağdaşlaştırıcı bir ulusçuluk olduğu için ayırıcı değil, bütünleştiricidir, birleştiricidir. Atatürkçülükte sınıf değil, ''ulus'' bağlılığın, en temel, en canlı simgesidir.

Atatürk bir ulusal kalkınma ve çağdaşlaşma modeli ve ulusal bir düşünce sistemi olan Kemalizmi oluşturmuştur. Ve çağdaşlaşma programını bu ulusal kalkınma modeli ve ulusal düşünce sistemi çerçevesinde geliştirmiş ve uygulamıştır. Bu ''ulusallık'' iç işlerimize karışmacılığa en büyük engeli oluşturmuştur. Gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde olanların, çağın dışında yaşayan gericilerin ve emperyalist amaç güden ülkelerin Atatürk'e ve Atatürkçülüğe saldırmalarının en temel nedenlerinden biri de budur. Öte yandan dünyaya açık, dünya ile iletişim içindeki Atatürk Türkiyesi döneminde başka ülkelerin sağlıklı, başarılı deneyimlerinden yararlanılmış, hukuk devriminde olduğu gibi bazı konular doğrudan Batı'dan alınmıştır. Ancak ne alacağımız, ne zaman ve ne kadar alacağımız ulusal kararlar, ulusal istenç sonucu gerçekleşmiştir.

Atatürkçü ulusallığın çok önemli bir başka işlevi de vardır. O da şudur: Kalkınmayı, çağdaşlaşmayı özde kendi insanımıza, kendi çabamıza dayatmıştır.

Atatürk ulusçudur, ulus-devletçidir. Bu nedenle de sosyalist değildir.

Devletçilik: Atatürk'ün devletçilik ilkesi ekonomik büyümeye, emeğe, dağılıma, insan öğesine bir bakış, bir anlayış biçimidir. Devletçilik ulusal ekonomiyi kurmak ve bu ekonomiyi ''halk yararına'', ''ulus yararına'', ''ulusal devlet yararına'' yönlendirme girişimidir. Öte yandan devletçilik ilkesinin Atatürk dönemindeki uygulanışı yalnızca büyümeyi değil, adil dağılım konusunu da içerdiğinden çağdaş dünyada geçerliliği olan bir ilkedir.

Uzun bir kapitülasyon döneminden, bu dönemin ülkeyi her şeyi ile sömüren, varlığını, yeraltı, yerüstü kaynaklarını dışa akıtan uygulamalardan sonra, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için ulusal bir ekonomiye yönelmek onurlu yaşamanın önkoşulu sayılmıştır. Ülke içinde olduğu gibi ülke dışında da başka devletlere karşı ulusu bağımsız, güçlü, çağdaş kılmak; ezilmekten, sömürülmekten, bağımlılıktan kurtarmak devletin birinci yükümlülüğüdür.

Devletçilik salt kapitalist ve salt Marksist model dışında bir ekonomik kalkınma yöntemi aramanın ve bunun gereğine inanmanın ürünüdür. 1929 yılından başlayarak bir yandan kapitalist dünyanın en derin bunalımlarından birini yaşaması, öte yandan Sovyet modelinin ulusallığı yadsıması, aşırı şiddet yöntemine başvurması, Türkiye'yi bu dönemde devletçilik ilkesi yoluyla kendi ulusal ekonomik kalkınma modelini oluşturma çabasına itmiştir. Çağdaş Türk sanayiinin kurulması bu dönemde başlamıştır.

Atatürk kuram ve uygulamada ''sosyal devlet'' kavramını içeren ulusal ekonomik kalkınma modeli oluşturmaya ve bunu devletçi bir siyasa ile uygulamaya çalışmıştır. Atatürk Türkiyesi özde kendi çabasına dayanarak sağlıklı, olumlu ve başarılı bir sanayileşme siyasası gütmüştür.

Devletçilik ilkesi özel girişimciliği yadsımaz. İyelik hakkına saygılıdır, fakat iyelik hakkının toplumun, ulusun yararına aykırı biçimde kullanılmasına da izin vermez. Atatürkçülükte katı bir devletçilik anlayışı yoktur. Atatürkçülük özde ''karma ekonomiyi'' benimser.

Atatürk dıştan ekonomik model dayatılmasına karşıdır. Paul E. Sigmund' un belirttiği gibi toplumsal ve ekonomik bir devrim içinde gelişmekte olan ülkelere yön verecek düşünce sistemi kapitalist ya da Marksist düşünce sistemi değildir. Onların benimsediği düşünce sistemi daha çok Atatürk'ün düşünce sistemine benzemektedir. Çünkü ulusal kültüre ve ülkenin özelliklerine dayanan bir kalkınma ve sanayileşme düşünce sistemidir. (2)

Aslında Atatürkçülük, Kemalizmin hedefi halkı gönence kavuşturmak ve devleti de bu doğrultuda gerekli koşulları yaratmakla görevlendirmektir. Bu bir sosyal devlet anlayışıdır. Devletçilik ise bu sosyal devletin ekonomi politikasıdır.

Atatürk sosyalist değildir. Ancak Atatürk kapitalist yöntemle de kalkınmayı benimsememiştir. Atatürk sosyal devlet anlayışı içinde, dünyaya açık fakat kendi birikimi, ulusal gerçekler doğrultusunda oluşturulan kalkınma modelini benimser. Bu model ülke gerçeklerine dayandığı için başarı şansı yüksektir ve öyle de olmuştur. Bu tüm ülkeler için de geçerli olan bir olgudur. Öte yandan bu ''ulusal kalkınma-çağdaşlaşma modeli'' iç işlerimize karışma olasılıklarını da engeller.

Atatürkçü devletçilik anlayışı kalkınmada, sanayinin kurulup geliştirilmesinde karma ekonomiyi destekler ve sosyal adaletin gerçekleşmesinde, sosyal güvenliğin sağlanmasında karma ekonominin başarılı olacağına inanır. Atatürkçü devletçilik sosyal devlet anlayışını içerdiğinden, halk yararına işleyen bir ekonomik sistemi benimsediğinden yarınlarda da geçerliliğini koruyacaktır.

(1) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1919-1938, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1961. s. 101-102. ''İdeolojik Bağımsızlık'' konusunda bkz.: Suna Kili, Kemalizm, İstanbul: Menteş Basımevi, 1969 ve Suna Kili, 1960-1975 Döneminde CHP'de Gelişmeler, BÜ yayını, 1976.

(2) Paul E. Sigmund, Jr. The Ideologies of the Developing Nations (Gelişmekte Olan Ülkelerin İdeolojileri). New York: F. A. Praeger, 1963, s. 40.

 
KİTAPLAR
MAKALELER
SEÇMELER