TEK ÜLKEDE SOSYALİZM?
Lev Troçki
“Sınai olarak daha gelişmiş olan ülke, daha az gelişmiş olanın
gelecekteki halini gösterir yalnızca.” Yöntemsel kalkış noktası bir bütün
olarak dünya ekonomisi değil, bir tip olarak tek bir kapitalist ülke olan
Marx’ın bu ifadesi, geçmiş kaderlerine ve sınai seviyelerine aldırmaksızın
tüm ülkeler kapitalist evrim tarafından kucaklandıkları ölçüde, daha az uygulanabilir
hale geldi. Zamanında İngiltere, Fransa’nın ve daha az ölçüde de Almanya’nın
geleceğini gösteriyordu, ama kesinlikle Rusya’nınkini veya Hindistan’ınkini
değil. Ne var ki, Rus Menşevikleri Marx’ın bu koşullu önermesini kayıtsız
şartsız kabul ettiler. Geri kalmış Rusya, diyorlardı, ileri atılmamalı, önceden
hazırlanmış modeli kuzu kuzu takip etmeli. “Marksizmin” böylesine liberaller
de katılıyordu.
Marx’ın en az bunun kadar ünlü bir diğer formülü ise –“hiçbir
toplumsal formasyon, içinde barındırdığı tüm üretici güçler gelişmeden yok
olmaz”– kalkış noktası olarak tek bir ülkeyi değil, bir evrensel toplumsal
yapılar silsilesini (kölecilik, ortaçağ, kapitalizm) alır. Ama bu ifadeyi
tek bir devlet açısından ele alan Menşevikler, Rusya kapitalizminin Avrupa
ve Amerika seviyesine ulaşmak için daha çok mesafe katetmesi gerektiği sonucunu
çıkardılar. Ne var ki, üretici güçler boşlukta gelişmezler! Ulusal bir kapitalizmin
olabilirliğinden bahsedip, bir yandan ondan filizlenen sınıf mücadelesini,
ya da öte yandan onun dünya koşullarına bağımlılığını görmezden gelmek mümkün
değildir. Burjuvazinin proletarya tarafından devrilmesi fiili Rus kapitalizminin
sonucuydu ve bu suretle onun soyut ekonomik olabilirliğini ortadan kaldırdı.
Rusya’da sanayinin yapısı ve de sınıf savaşının karakteri, büyük ölçüde uluslararası
koşullarca belirlendi. Kapitalizm, dünya arenasında üretim maliyetlerini –ticari
anlamda değil sosyolojik anlamda– meşru gösteremeyeceği bir noktaya ulaşmıştı.
Gümrük tarifeleri, militarizm, krizler, savaşlar, diplomatik konferanslar
ve diğer zırvalar o kadar çok yaratıcı enerjiyi yutup çarçur etmektedir ki,
teknikteki tüm gelişmelere rağmen, refah ve kültürün daha fazla büyüme şansı
kalmamaktadır.
Yüzeysel yaklaşıldığında paradoksal görünmesine rağmen, dünya
sisteminin günahlarının bedelini ilk ödeyenin geri bir ülkenin burjuvazisi
olması, aslında eşyanın tabiatına uygundur. Marx kendi dönemi için bu olguya
parmak basmıştı: “Şiddetli patlamalar burjuva organizmanın uç bölgelerinde
merkeze göre daha erken ortaya çıkar, çünkü merkezde denge olanağı uç bölgelerdekinden
daha fazladır.” Henüz büyük bir ulusal sermaye birikimi gerçekleştiremeyen
ve dünya rekabetinde imtiyazlı bir konumu olmayan devletlerin, emperyalizmin
devasa ağırlığı altında ezilmeleri kaçınılmazdır. Rus kapitalizminin çökmesi,
evrensel bir toplumsal formasyon içindeki yerel bir heyelandı. “Devrimimizin
doğru bir biçimde değerlendirilmesi” diyordu Lenin, “ancak enternasyonal bir
bakış açısıyla mümkündür.”
Son çözümlemede biz Ekim devrimini Rusya’nın geriliğine değil,
bileşik gelişme yasasına bağlıyoruz. Tarihsel diyalektik ne apaçık gerilik
tanır, ne de pürü pak ilerilik. Bütün mesele somut bağıntılardır. İnsanlığın
bugünkü tarihi, geri bir ülkede proletarya diktatörlüğünün ortaya çıkması
kadar muazzam ölçüde olmasa da, benzer tarihsel tipte “paradokslarla” doludur.
Geri Çin’in öğrenci ve işçileri materyalizm doktrinini hevesle özümserken,
medeni İngiltere’nin işçi önderlerinin kilise tarzı büyülerin sihirli gücüne
inanmaları, belli alanlarda Çin’in İngiltere’yi geçtiğinin kesin kanıtıdır.
Ama Çinli işçilerin Macdonald’ın ortaçağdan kalma kalın kafalılığına itibar
etmemeleri, genel gelişimi itibariyle Çin’in İngiltere’den üstün olduğu anlamına
gelmez. İngiltere’nin ekonomik ve kültürel üstünlüğünü kesin rakamlarla ifade
etmek mümkündür. Ne var ki, bu kavramların çarpıcılığı Çin’deki işçilerin
iktidarı İngiltere’dekilerden önce ele geçirebilme ihtimalini ortadan kaldırmaz.
Buna karşın, Çin’deki bir proletarya diktatörlüğü, Çin Seddi sınırları içinde
sosyalizmi inşa etmekten uzak olacaktır. Skolastik, bilgiçlik taslayan, tek
yönlü veya fazlasıyla dar ulusal kriterlerin, çağımızda faydası yoktur. Rusya’yı
geriliğinden ve Asyatikliğinden sıyrılmaya zorlayan dünyanın gelişimi oldu.
Onun sonraki kaderi de bu gelişme ağından bağımsız olarak anlaşılamaz.
Burjuva devrimleri, hem feodal mülkiyet ilişkilerini hem de
yerel parçalanmışlığı benzer ölçüde hedef aldı. Bu devrimlerin özgürlük bayraklarında
milliyetçilikle liberalizm yan yana duruyordu. Batı uygarlığı çok uzun zaman
önce bu bebek patiklerini çıkarıp attı. Zamanımızın üretici güçleri sadece
burjuva mülkiyet biçimlerini değil, ulusal devletlerin sınırlarını da aşmıştır.
Liberalizm ve milliyetçilik, dünya ekonomisi için aynı derecede ayak bağı
haline gelmiştir. Proletarya devrimi, hem üretim araçlarında özel mülkiyete
hem de dünya ekonomisinin ulusal bölünmesine karşıdır. Doğu halklarının bağımsızlık
mücadelesi, bu dünya sürecine dahildir ve eninde sonunda onunla kaynaşacaktır.
Genel anlamda ulaşılabilecek bir hedef olsaydı bile, ulusal bir sosyalist
toplumun yaratılması, insanoğlunun ekonomik gücünün büyük ölçüde eksilmesi
anlamına gelirdi. Bizzat bu nedenle, böyle bir şeye ulaşılması mümkün değildir.
Enternasyonalizm soyut bir ilke değil bir ekonomik gerçeğin ifadesidir. Liberalizm
nasıl ulusal idiyse sosyalizm de öyle enternasyonaldir. Sosyalizmin görevi,
uluslararası işbölümünden yola çıkarak mal ve hizmetlerin uluslararası değişimini
en son noktasına götürmektir.
Hiçbir devrim, ona katılanların kafasındaki imgeyle tam olarak
örtüşmedi, örtüşemez de. Yine de mücadeleye girişenlerin fikir ve hedefleri,
devrimin çok temel bir unsurunu oluşturur. Bu bilhassa Ekim devrimi için doğrudur,
zira tüm tarih boyunca, devrimcilerin zihnindeki devrim kavrayışı asla 1917’deki
kadar gerçeklerin özüne yaklaşmamıştı.
Ekim devrimi üzerine yapılan bir çalışma, olabildiğince büyük
bir tarihsel titizlikle şu soruyu cevaplamadıkça eksik kalacaktır: parti olayların
ateşi içinde devrimin gelişimini kafasında nasıl resmediyordu ve ondan ne
bekliyordu? Yeni çıkarlar uğruna geçmiş günler karartıldıkça, bu soru daha
da önem kazanmaktadır. İzlenen politikalar her zaman geçmişten destek ararlar
ve bu kendilerine gönüllü olarak sunulmazsa zorla almaya girişmekten genellikle
imtina etmezler. Sovyetler Birliği’nin şu andaki resmi politikası, Bolşevik
partinin sözde geleneksel görüşü diye sunulan “tek ülkede sosyalizm” teorisine
dayanmaktadır. Sadece Komünist Enternasyonalin değil, tüm diğer partilerin
genç kuşakları da, sovyet iktidarının Rusya’da bağımsız sosyalist bir toplum
yaratmak adına kazanıldığı inancıyla yetiştirilmekte. Tarihsel gerçeğin bu
efsaneyle hiçbir ilgisi yoktur. 1917’ye dek parti, proleter devrimin Batıda
başarılmadan Rusya’da başarılabileceği fikrini bile benimsememişti. İlk olarak
Nisan konferansında, tamamen o gün açığa çıkmış olan koşulların baskısıyla,
parti iktidarı ele geçirme görevini kabul etti. Bolşevizmin tarihinde yeni
bir sayfa açmakla beraber, bu kabullenmenin bağımsız bir sosyalist toplum
perspektifiyle hiçbir ortak yanı yoktur. Tam tersine, Bolşevikler, Menşeviklerce
kendilerine atfedilen geri bir ülkede “köylü sosyalizmi” yaratma fikrini kötü
bir karikatür olarak nitelendirip, kesin bir biçimde reddetmişlerdir. Bolşevikler
için, Rusya’daki proletarya diktatörlüğü Batıdaki devrime giden bir köprüydü.
Toplumun sosyalist dönüşümü, özü gereği enternasyonal bir sorun addediliyordu.
Bu temel soruna ilişkin bir değişim ancak 1924’te meydana
geldi. İlk olarak o zaman, eğer emperyalistler Sovyet iktidarını askeri müdahale
ile devirmezse, insanlığın geri kalanının evriminden bağımsız olarak, Sovyetler
Birliği sınırları içinde sosyalizmin inşasının tümüyle gerçekleşebilir olduğu
ilân edildi. Bu yeni teori, hemen geçmişe dönük bir kanıtla desteklendi. Eğer
1917’de –diye ilân etti epigonlar– parti Rusya’da bağımsız bir sosyalist toplum
yaratılabileceğine inanmasaydı, iktidarı ele geçirmeye hakkı olmazdı. Komünist
Enternasyonal 1926’da tek ülkede sosyalizm teorisinin kabul edilmemesini mahkum
etti ve bunu geriye doğru 1905’e kadar uzattı.
O zamandan beri, şu üç düşünce Bolşevizme düşman ilân edildi:
1) kapitalist bir çevrede Sovyetler Birliği’nin sınırsız bir süre boyunca
ayakta kalma ihtimalini reddetmek (askeri müdahale sorunu); 2) kendi gücüyle
ve kendi ulusal sınırları içinde kentle kır arasıdaki çelişkiyi aşma ihtimalini
reddetmek (ekonomik gerilik ve tarım sorunu); 3) içe kapalı sosyalist bir
toplum yaratma ihtimalini reddetmek (uluslararası işbölümü sorunu). Yeni ekole
göre, Sovyetler Birliği’nin dokunulmazlığını, “burjuvazinin tarafsızlaştırılması”
sayesinde diğer ülkelerde devrim olmadan da savunmak mümkündür. Sosyalist
inşa alanında köylülüğün işbirliği kesin görülmelidir. Dünya ekonomisine bağımlılık,
Ekim devrimiyle ve sovyetlerin ekonomik başarılarıyla tasfiye edilmiştir.
Bu üç önermeyi kabul etmemekte direnmek, Bolşevizmle taban tabana zıt bir
doktrin olan “Troçkizm”dir.
Burada tarihçinin görevi, bir tür ideolojik restorasyon işi
haline gelir. Devrimci partinin gerçek görüş ve hedeflerini, sonraki politik
yığıntıların altından kazıp çıkarmalıdır. Birbirini izleyen dönemlerin kısalığına
rağmen, bu görev, daha ziyade pek çok kez silinip üzerine tekrar yazı yazılan
eski bir parşömenin şifresini çözmeye benziyor. Zira epigon ekolün uydurmaları,
yedi ve sekizinci yüzyıl keşişlerinin klasiklerin parşömen ve papirüslerini
tahrip etmelerine yol açan teolojik marifetlerden her daim daha üstün değildir.
Genel olarak, bu kitap boyunca metni sayısız alıntıya boğmaktan
kaçındık. Ama görevinin özü gereği bu deneme, okura gerçek metinleri sunmak
zorundadır ve bunu yaparken de ölçüyü, suni bir seçim fikrini bertaraf edecek
kadar geniş tutmalıdır. Bolşevizmin kendi ağzından konuşmasına izin vermeliyiz.
Stalin bürokrasisi rejiminde, bu imkândan yoksun kalınmıştır.
Bolşevik parti daha doğduğu günden itibaren devrimci sosyalizmin
partisiydi. Ama acil tarihsel görevini, zorunlu olarak çarlığın yıkılmasında
ve demokratik bir yapının hayata geçirilmesinde gördü. Devrimin asıl özü,
tarım sorununa demokratik bir çözüm bulmaktı. Sosyalist devrim, yeterince
uzak ya da en azından belirsiz bir geleceğe itilmişti. Bu devrimin pratik
olarak gündeme gelebilmesinin ancak proletaryanın Batıdaki zaferinin ardından
mümkün olduğu, tartışılmaz bir gerçek olarak görülüyordu. Rus Marksizminin,
Narodnizm ve anarşizmle mücadele ederken ileri sürdüğü bu önerme, partinin
en katı dayanak noktalarından biriydi. Buradan bazı varsayımsal çıkarımlar
yapılıyordu: Eğer demokratik devrim Rusya’da güçlü bir kapsama ulaşırsa, Batıdaki
sosyalist devrime doğrudan bir ivme verebilir ve bu da, daha sonra Rus proletaryasının
iktidarı daha çabuk ele geçirmesini sağlayabilir. Bu daha uygun versiyonda
bile, genel tarihsel perspektif değişmeden kalıyordu. Sadece gelişmenin gidişatı
hızlandırılmış ve tarihler öne alınmıştı.
Lenin’in 1905 Eylülünde yazdıkları da bu ruhu taşıyordu: “Demokratik
devrimi derhal geride bırakmaya başlayacağız ve tam olarak gücümüz –bilinçli
ve örgütlü proletaryanın gücü– oranında sosyalist devrime geçmeye başlayacağız.
Biz sürekli devrimi savunuyoruz. Yarı yolda durmayacağız.” İlginç bir şekilde,
bu alıntı Stalin tarafından, 1917’deki olayların gerçek akışıyla partinin
eski teşhislerini özdeşleştirmek için kullanılmıştır. Tek açıklanmayan nokta,
parti kadrolarının Lenin’in “Nisan Tezleri”ne neden hazırlıksız yakalandığıdır.
Gerçekte proletaryanın iktidar mücadelesi, –eski kavrayışa
göre– ancak tarım sorunu bir burjuva-demokratik devrim çerçevesinde çözüldükten
sonra gelişecekti. Sorun, toprak açlığı giderilen köylülüğün yeni bir devrimi
destekleme dürtüsünün kalmayacağıydı. Ve ülkede bariz biçimde azınlıkta kalan
Rus işçi sınıfı kendi gücüyle iktidarı ele geçirmeyi başaramayacağından, Lenin
haklı olarak Batıda proletarya zafere ulaşmadan Rusya’da proletarya diktatörlüğünden
bahsetmeyi mümkün görmüyordu.
“Bugünkü devrimin tam zaferi” diye yazıyordu Lenin 1905’te,
“demokratik altüst oluşun sonu ve sosyalist devrim için kararlı bir mücadelenin
başlangıcı olacak. Köylülüğün taleplerinin gerçekleşmesi, gericiliğin tamamen
parçalanması, demokratik bir cumhuriyetin kazanılması, burjuvazinin ve hatta
küçük-burjuvazinin devrimciliğinin sonu olacaktır. Bu, proletaryanın sosyalizm
için gerçek mücadelesinin başlangıcı olacaktır.” Burada küçük-burjuvaziyle
kastedilen temelde köylülüktür.
Bu koşullarda, “sürekli” devrim sloganı nereden kaynaklanmaktadır?
Lenin bu soruyu şöyle cevaplar: Avrupa’daki devrimci kuşakların omuzları üzerinde
yükselen Rus devrimcilerin, “tüm demokratik dönüşümü, asgari programımızın
tamamını daha önce görülmemiş bir bütünlükle” başaracaklarını “hayal etme”ye
hakları vardır, “... ve bu başarılırsa ... o zaman devrimci yangın Avrupa’yı
saracaktır.... Sırası gelen Avrupa işçi sınıfı ayaklanacak ve bize «nasıl
yapılacağını» gösterecektir; o zaman Avrupa’daki devrimci yükseliş dönüp Rusya’yı
etkileyecek ve birkaç yıllık devrimci dönem birkaç on yıla yayılacaktır.”
Rus devriminin bağımsız özü, gelişiminin en yüksek aşamasında dahi, burjuva-demokratik
bir devrimin sınırlarını aşamaz. Rusya proletaryası için iktidar mücadelesi
çağını açacak olan şey, Batıdaki muzaffer bir devrimdir. Bu kavrayış 1917
Nisanına dek partiye tamamen egemendi.
Anlık yoğunlaşmalar, polemiksel abartılar ve bireysel hatalar
bir kenara bırakılırsa, 1905’ten 1917’ye dek, sürekli devrim konusundaki tartışmanın
özünün indirgendiği sorun, Rus proletaryasının iktidarı kazandıktan sonra
ulusal bir sosyalist toplum kurup kuramayacağı değil –bu konuda 1924’e kadar
hiçbir Rus Marksistinin ağzından tek bir laf çıkmamıştır–, tarım sorununu
çözmeye gerçekten yetenekli bir burjuva devrimin Rusya’da hâlâ mümkün olup
olmadığı ya da bu işin tamamlanması için proletarya diktatörlüğünün gerekip
gerekmediğiydi.
Lenin Nisan Tezlerinde daha önceki görüşlerinden hangilerini
değiştirdi? O, sosyalist devrimin uluslararası karakteri kuramını veya sosyalist
yola geçişin geri Rusya’da ancak Batının doğrudan işbirliğiyle gerçekleşebileceği
fikrini bir an bile terk etmedi. Ama Lenin burada ilk kez, ulusal koşulların
çok geri olması nedeniyle Rus proletaryasının ileri ülkelerin proletaryasından
daha önce iktidara gelebileceğini açıklıyordu.
Şubat devrimi, tarım sorununu ve ulusal sorunu çözmeye gücünün
yetmeyeceğini kanıtlamıştı. Köylülük ve Rusya’nın ezilen halkları, demokratik
hedeflere ulaşma mücadelelerinde, Ekim devrimini desteklemek zorunda kaldılar.
Rus proletaryasının iktidara Batı proletaryasından önce ulaşmasının sebebi,
sadece Rus küçük-burjuva demokrasisinin Batıdaki kardeşinin yüklendiği tarihsel
görevi yerine getirememesidir. 1905’te Bolşevizm ancak demokratik görevlerin
yerine getirilmesinden sonra proletarya diktatörlüğü mücadelesine geçme eğilimindeydi.
1917’de proletarya diktatörlüğü, demokratik görevlerin yerine getirilememesinden
doğdu.
Ama Rus devriminin bileşik karakteri o noktada da durmadı.
İktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi otomatik olarak “asgari program”
ile “azami program” arasındaki ayrım çizgisini ortadan kaldırdı. Proletarya
diktatörlüğünde –ama yalnız orada– demokratik sorunların sosyalist sorunlara
dönüşmesi kaçınılmaz oldu, her ne kadar Avrupalı işçiler bize “nasıl yapılacağını”
henüz göstermemiş olsa bile.
Batıyla Doğu arasındaki bu devrimci sıra değişikliği, Rusya’nın
ve tüm dünyanın kaderi için tüm önemine rağmen, tarihsel olarak sınırlı bir
öneme sahiptir. Rus devrimi ne kadar öne çıkarsa çıksın, dünya devrimine bağımlılığı
ne ortadan kalktı, ne de azaldı. Demokratik reformların sosyalist reformlara
doğru ilerlemesi olanağı, doğrudan yerel koşulların bir bileşimiyle –en başta
da proletaryayla köylülüğün karşılıklı ilişkisiyle– yaratılır. Ama son noktada
sosyalist dönüşümün sınırlarını, ekonomi ve politikanın dünya arenasındaki
koşulları belirler. Ulusal hamle ne kadar büyük olursa olsun, gezegenin üzerinden
atlamayı mümkün kılmaz.
“Troçkizmi” mahkûm ederken Komünist Enternasyonal, dümene
geçen ve Batıdan destek görmeyen Rus proletaryasının, “iktidara işbirliği
sayesinde geldiği geniş köylü kitleleriyle hasmane çatışmalar yaşayacağı”
fikrine olağanüstü bir güçle saldırmıştı. Tarihsel deneyimin bu öngörüyü –şu
anki eleştirmenlerin Rusya’da proletarya diktatörlüğü fikrini bile kabul etmediği
1905’lerde Troçki tarafından formüle edilen– tamamen yalanladığı düşünülse
bile, köylülüğün güvenilmez ve tehlikeli bir müttefik olduğu fikrinin Lenin
dahil tüm Rus Marksistlerinin ortak görüşü olduğu inkâr edilmez bir gerçektir.
Gerçek Bolşevizm geleneğinin, işçilerle köylüler arasında kendinden menkul
çıkar uyuşması kuramıyla hiçbir ilgisi yoktur. Tam tersine, bu küçük-burjuva
teorinin eleştirisi, Marksistlerin Narodniklerle giriştikleri uzun mücadelede
her zaman çok önemli bir unsur olmuştur.
“Rusya’da demokratik devrim dönemi kapandıktan sonra” diye
yazıyordu Lenin 1905’te, “proletarya ile köylülüğün «ortak irade»sinden bahsetmek
bile gülünç olacaktır...” “Toprak sahibi bir sınıf olarak köylülük, (sosyalizm
için) mücadelede, burjuvazinin demokrasi mücadelesinde oynadığı güvenilmez
kaypak rolü oynayacaktır. Bunu unutmak sosyalizmi unutmak, proletaryanın gerçek
çıkar ve görevleri konusunda kendini ve başkalarını kandırmak olur.”
1905’te, devrim boyunca sınıfların birbirleriyle bağıntılarıyla
ilgili kendi çalışmaları için oluşturduğu bir şemada Lenin toprak mülkiyetinin
tasfiyesinden sonra oluşması gereken durumu şu sözlerle nitelendiriyordu:
“Proletarya, sosyalist devrim uğruna, daima demokratik kazanımların korunması
için mücadele eder. Bu mücadele sadece Rus proletaryasıyla neredeyse imkânsız
olur ve eğer Avrupa’nın sosyalist proletaryası Rus proletaryasının yardımına
gelmezse ... yenilgi kaçınılmaz hale gelir. ... Bu aşamada liberal burjuvazi
ve hali vakti yerinde köylülük (ve orta köylülüğün bir kısmı) bir karşı-devrim
örgütleyeceklerdir. Rus proletaryasıyla Avrupa proletaryasıysa devrimi örgütleyeceklerdir.
Bu koşullarda Rus proletaryası bir ikinci zafer kazanabilir. O zaman dava
kaybedilmemiş olur. İkinci zafer Avrupa’daki sosyalist devrim olacaktır. Avrupalı
işçiler bize «nasıl yapılacağını» gösterecektir.”
Yaklaşık olarak aynı günlerde Troçki şöyle yazıyordu: “Köylü
nüfusun ezici çoğunlukta olduğu geri bir ülkede, bir işçi hükümetinin çelişkili
durumu çözüme ancak uluslararası ölçekte, proletaryanın dünya devrimiyle ulaşabilir.”
İşte Stalin’in daha sonra “Leninist proletarya diktatörlüğü teorisiyle Troçki’nin
teorisi arasındaki büyük uçurumu” göstermek için alıntıladığı sözler bunlardı.
Ne var ki bu alıntılar, o zamanlar Lenin ve Troçki’nin devrimci kavrayışları
arasındaki kesin farklılığa rağmen, köylülüğün “istikrarsız” ve “kaypak” rolüne
ilişkin görüşlerinin o günlerde dahi çakıştığını kanıtlar.
1906 Şubatında Lenin şöyle yazar: “Köylü hareketini sonuna
kadar destekliyoruz, ama unutmamalıyız ki bu, sosyalist devrimi getirebilecek
ve getirecek sınıfın değil, başka bir sınıfın hareketidir.” “Rus devrimi”
diye açıklar 1906 Nisanında, “muzaffer olmak için gerekli güce sahiptir. Ama
zaferinin meyvelerini koruyacak güce sahip değildir ... zira küçük ölçekli
sanayinin çok geliştiği ülkelerde, köylüler de aralarında olmak üzere küçük
ölçekli üreticiler, özgürlükten sosyalizme giderken kaçınılmaz olarak proletaryanın
karşısına geçeceklerdir... Restorasyonu önlemek için Rus devriminin ihtiyaç
duyduğu şey Rus yedek kuvvetleri değildir; onun dışarıdan yardıma ihtiyacı
vardır. Dünyada böyle bir yedek kuvvet var mı? Evet var: Batının sosyalist
proletaryası.”
Çeşitli kombinasyonlara bürünen ama temel olarak değişmeyen
bu düşünceler, tüm gericilik ve savaş yılları boyunca korundu. Örnekleri çoğaltmaya
gerek yok. Partinin devrim kavrayışı en öz ve nihai şeklini devrimci olayların
ateşinde almak zorundadır. Eğer Bolşevizm teorisyenleri daha devrimden önce
“tek ülkede sosyalizm”e meyletseydi, bu teori doğrudan iktidar mücadelesi
döneminde iyice olgunlaşırdı. Gerçekte böyle mi olmuştu? Cevabı 1917 yılı
verecektir.
Lenin Şubat devriminden sonra Rusya’ya gitmek için ayrılırken,
İsviçre işçilerine bir veda mektubu yazdı: “Rus proletaryası kendi güçleriyle
sosyalist devrim zaferine ulaşamaz. Ama .... en başta gelen, en güvenilir
müttefikinin, Avrupa ve Amerika sosyalist proletaryasının, nihai kavgaya girmesinin
koşullarını oluşturabilir.”
Lenin’in Nisan konferansında resmen kabul edilen önergesi
şöyle diyor: “Avrupa’nın en geri ülkelerinden birinde, küçük köylü yığınları
arasında harekete geçen Rus proletaryası, sosyalist dönüşümün hemen gerçekleştirilmesini
kendine hedef biçemez.” Bu ilk satırlarında partinin teorik geleneğine sıkı
sıkıya bağlı olmasına rağmen önerge yeni bir yola doğru adım atıyor. Şöyle
denmekte: Köylü Rusya’da bağımsız bir sosyalist dönüşümün mümkün olmaması,
bize asla, sadece demokratik ödevler adına değil, aynı zamanda toprağın kamulaştırılması,
bankalar üzerinde kontrol vs. gibi “sosyalizme doğru pratikte olgunlaşmış
bir dizi adım” adına iktidarı ele geçirmekten vazgeçme hakkını vermez. “Sosyalist
bir devrimin nesnel önkoşullarının ... daha gelişmiş ileri ülkelerde” bulunması
sayesinde, anti-kapitalist önlemler daha da ileri gidebilirler. Kalkış noktamız
bu olmalıdır. “Sadece Rusya’nın koşullarından bahsetmek” diyor Lenin konuşmasında
“bir hatadır. ... Dünya çapındaki hareket bizi bir toplumsal devrimle yüz
yüze getirene kadar Rus proletaryasının önünde bulunan görevler neler olacaktır;
bu önergede ele alınan temel sorun budur.” Şurası çok açık ki, Lenin’in Nisan
1917’de “eski Bolşevikler”in demokratik sınırlılığına karşı zafer kazanmasının
ardından, partinin benimsediği hareket noktası ile tek ülkede sosyalizm teorisi
arasındaki mesafe, cennetle dünya arasındaki kadardır!
Bu andan itibaren, partinin gerek başkentteki gerekse eyaletlerdeki
tüm örgütlerinde, soruna aynı gözle bakıldığını görüyoruz: İktidar mücadelesinde,
devrimin bir sosyalist devrim olarak sonraki kaderini, ileri ülkelerdeki proletaryanın
zaferinin belirleyeceğini unutmamalıyız. Bu formüle karşı çıkan yoktu, aksine
herkesin kabul ettiği bir önerme olarak tüm tartışmaların ön kabulüydü.
Lenin’le birlikte “mühürlü tren”le gelen Bolşeviklerden biri
olan Haritonov, 16 Temmuzda Petrograd’da yapılan parti konferansında şöyle
diyordu: “Her yerde, Batıda bir devrim olmazsa davamızı kaybedeceğimizi söylüyoruz.”
Haritonov bir teorisyen değil ortalama bir parti ajitatörüdür. Aynı konferansın
tutanaklarında şunları görüyoruz: “Pavlov, Bolşevikler tarafından ileri sürülen,
Rus devriminin ancak sosyalist bir devrim olarak düşünülebilecek olan dünya
devrimince desteklenmesi şartıyla yeşerebileceği yolundaki önermeye dikkat
çekti.” Onlarca ve yüzlerce Haritonov ve Pavlov, Nisan konferansının temel
fikrini geliştirmekte ve yaymakta idi. Onlara karşı çıkmak, onları düzeltmek
hiç kimsenin aklına gelmiyordu.
Partinin Temmuzda gerçekleştirilen Altıncı Kongresi, proletarya
diktatörlüğünü iktidarın işçiler ve köylüler tarafından ele geçirilmesi olarak
tanımladı. “Yalnızca bu sınıflar ... sadece savaşa değil, aynı zamanda kapitalist
köleliğe de son vermek anlamına gelen uluslararası proleter devrimin büyümesini
gerçekten sağlayabilir.” Buharin’in söylevi dünya çapında bir sosyalist devrimin
varolan durumdan çıkmanın yegâne yolu olduğu fikri üzerine kuruluydu. “Eğer
Batıda devrim patlak vermeden önce devrim Rusya’da zafere ulaşırsa ... dünya
çapında sosyalist devrimin ateşini biz tutuşturmak zorunda kalacağız.” Stalin
de o zamanlar sorunu aynı şekilde ortaya koymak zorunda kalmıştı: “İşçilerin
ayağa kalkarak köylülüğün yoksul katmanlarını kendi etraflarında birleştirecekleri,
işçi devriminin bayrağını yükseltecekleri ve Batıda bir sosyalist devrim çağını
açacakları gün gelecektir.”
Ağustos başında Moskova’da toplanan yerel bir konferans, parti
düşüncesinin laboratuarına göz atmamız için iyi bir fırsat sunmaktadır. Ana
raporda Altıncı Kongre kararlarının dökümünü yapan Merkez Komite üyesi Sokolnikov
şöyle diyordu: “Şunu açıklamak gerekli ki, Rus devrimi dünya emperyalizmine
karşı taarruza geçmelidir, yoksa aynı emperyalizm tarafından yıkılıp, boğulacaktır.”
Bir dizi delege de aynı şekilde düşüncelerini dile getiriyordu. Vitolin: “Batı
Avrupa’da toplumsal devrimin gelişimini canlandıracak bir toplumsal devrime
hazır olmalıyız.” Delege Biyelenski: “Sorunu ulusal sınırlar içinde tayin
edersek, çıkış bulamayız. Rus devriminin ancak uluslararası bir devrim olarak
zafere ulaşacağını söylerken Sokolnikov haklıydı.... Rusya’da koşullar sosyalizm
için henüz olgunlaşmamıştır, ama eğer devrim Avrupa’da başlayacak olursa,
biz de Batı Avrupa’yı izleriz.” Stukov: “Rus devriminin ancak uluslararası
bir devrim olarak zafere ulaşabileceği önermesi şüphe götürmez bir gerçektir....
Sosyalist devrim ancak dünya çapında mümkündür.”
Herkes üç temel önerme üzerinde hemfikirdir: İşçi devleti
Batıda emperyalizmi devirmeden ayakta kalamaz; Rusya’da koşullar sosyalizm
için henüz olgunlaşmamıştır; sosyalist devrim sorunu özünde uluslararasıdır.
Eğer yedi-sekiz yıl sonra sapkınlıkla suçlanacak bu fikirlerin yanı sıra,
bugün ortodoks ve geleneksel kabul edilen görüşler de partide kendine yer
bulmuş olsaydı, bunlar mutlaka Moskova konferansında ve ondan önceki parti
kongresinde dile getirilirdi. Ama ne baş konuşmacı, ne tartışmaya katılanlar
–ne de gazete haberleri– partide “Troçkist” görüşlere karşı çıkan Bolşevik
görüşlerle ilgili tek bir kelime söylememektedir.
Parti kongresinden önce yapılan Kiev genel şehir konferansında,
baş konuşmacı Gorovitz şöyle diyordu: “Devrimimizi kurtarma mücadelesi ancak
uluslararası ölçekte yürütülebilir. Önümüzde iki ihtimal var: Eğer devrim
zafere ulaşırsa, sosyalizme geçiş devletini oluşturacağız; ulaşamazsa, uluslararası
emperyalizmin iktidarı altında kalacağız.” Parti kongresinin ardından, Ağustos
başında, Kiev’deki bir konferansta Piyatakov şöyle diyordu. “Devrimin ilk
başından beri hep Rus proletaryasının kaderinin tümüyle Batıdaki proleter
devrimin gidişatına bağlı olduğunu söyledik.... Böylelikle sürekli devrim
çağına giriyoruz.” Daha önce de andığımız Gorovitz, Piyatakov’un raporuyla
ilgili yorumunda şu açıklamayı yapıyordu: “Devrimimizi sürekli devrim olarak
tanımlayan Piyatakov’a tamamen katılıyorum.” Piyatakov: “... Rus devriminin
yegâne kurtuluşu toplumsal dönüşümün temellerini atacak olan bir dünya devrimindedir.”
Acaba bu iki konuşmacı azınlığı mı temsil ediyordu? Hayır. Bu temel sorunda
hiç kimse onlara itiraz etmiyordu. Kiev komitesi için yapılan seçimlerde bu
ikisi en yüksek oyları aldılar.
O halde şunu kesinlikle saptanmış kabul edebiliriz: sonradan
Bolşevizme aykırı ilân edilen görüşler, Nisandaki genel parti konferansında,
Temmuzdaki parti kongresinde ve Petrograd, Moskova ve Kiev’deki konferanslarda
ortaya konmuş ve oylama yoluyla onaylanmıştır. Dahası da var: İsa’nın müjdesinin
ilk belirtilerinin Kral Davud’un Mezmurlarında keşfedilmesi ölçüsünde bile
olsa, gelecekteki tek ülkede sosyalizm teorisinin bir habercisi olarak kabul
edilebilecek tek bir çatlak ses bile yükselmemiştir parti içinde.
13 Ağustosta partinin merkez organı şu açıklamayı yaptı: “Her
ne kadar «sosyalizm» anlamına gelmekten uzaksa da, tüm iktidarın sovyetlere
verilmesi her halükârda burjuvazinin direnişini kıracak ve –var olan üretici
güçlere ve Batıdaki duruma bağlı olarak– ekonomik hayatı emekçi kitlelerin
çıkarına göre yönlendirip dönüştürecektir. Kapitalist hükümet prangasından
kurtulduktan sonra, devrim, sürekli –yani kesintisiz– hale gelecektir. Devlet
iktidarını kapitalist sömürü rejimini sağlamlaştırmak için değil, alaşağı
etmek için kullanacaktır. Bu yöndeki nihai başarısı Avrupa’daki proleter devrimin
başarılarına bağlıdır.... Devrimin bundan sonraki gelişimiyle ilgili yegâne
perspektif buydu ve hâlâ da öyledir.” Bu makalenin yazarı, onu Kresti hapishanesinde
yazmış olan Troçki idi. Onu yayınlayan gazetenin editörü ise Stalin’di. Alıntının
önemi şurada ki, 1917’ye dek Bolşevik partide «sürekli devrim» terimi Troçki’nin
bakış açısını belirtmek için kullanılırdı. Birkaç yıl sonra Stalin şöyle diyecektir:
“Lenin hayatının son günlerine kadar sürekli devrim teorisine karşı mücadele
etmiştir.” Stalin’in kendisi bile hiçbir şekilde mücadele etmemiştir; makale
hiçbir editör kısaltmasına veya yorumuna gerek görülmeden yayınlanmıştır.
On gün sonra Troçki aynı gazetede şöyle yazdı: “Bizim için
enternasyonalizm soyut bir fikir değil, ... doğrudan yol gösterici, son derece
pratik bir ilkedir. Bizim için Avrupa devrimi olmaksızın kalıcı bir başarı
söz konusu değildir.” Stalin yine itiraz etmedi. Dahası iki gün sonra bizzat
kendisi bu sözleri yineledi: “(işçiler ve askerler) şunu bilsinler ki, ancak
Batıdaki işçilerle birlikte, ancak Batıdaki kapitalizmin temellerini sarsarak,
Rusya’da devrimi zafere ulaşmış sayabiliriz!” Devrimin zaferiyle kastedilen,
sosyalizmin inşası değil –o konudan hiç bahsetmiyordu– sadece iktidarın kazanılıp
korunması idi.
“Burjuvazi” diye yazıyordu Lenin Eylülde, “Rusya’daki komünün
kaçınılmaz yenilgisini –yani iktidarı ele geçirirse proletaryanın yenilgisini–
haykırıyor.” Bu haykırışlardan ürkmemeliyiz. “İktidarı ele geçiren Rus proletaryasının,
onu elde tutmak ve Rusya’yı Batıdaki muzaffer devrime kadar ayakta tutmak
için her türlü fırsatı olacaktır.” Devrimin perspektifi burada çarpıcı bir
açıklıkla tanımlanmıştır: Avrupa’da sosyalist devrim başlayana kadar iktidarı
elde tutmak. Bu formül aceleyle ileri sürülmüş bir şey değildir. Lenin onu
günden güne yineler. Bolşevikler Devlet
İktidarını Elde Tutabilecekler mi? adlı program makalesini şu sözlerle
bağlar: “Eğer korkak davranmaz ve iktidarı ele geçirmeyi başarırlarsa, dünya
üzerinde, Bolşevikleri sosyalist devrimin dünya çapındaki zaferine kadar iktidarı
elde tutmaktan alıkoyabilecek bir güç yoktur.”
Bolşeviklerin sağ kanadı, Bolşeviklerin “tek başına” iktidarı
elde tutamayacağını vurgulayarak Uzlaşmacılarla koalisyona gidilmesini talep
ediyordu. Lenin onlara, Kasımda –yani devrimden sonra– şöyle cevap verdi:
“Tek başımıza iktidarı elde tutmayalım diyorlar. Ama tek başımıza değiliz.
Önümüzde tüm Avrupa var. Başlamalıyız.” Lenin’le sağ kanat arasındaki bu diyalogda
özellikle açığa çıkan nokta, Rusya’da bir sosyalist toplumun bağımsız olarak
yaratılmasının tarafların aklından bile geçmediğidir.
John Reed, Obukovski fabrikasındaki Petrograd toplantılarından
birinde, Romanya cephesinden bir askerin şöyle bağırdığını anlatıyor: “Tüm
dünyanın halkları ayaklanıp bize yardım edene kadar tüm gücümüzle dayanacağız.”
Bu formül gökten zembille inmemişti, isimsiz askerin veya Reed’in ürettiği
bir düşünce de değildi. Kitlelere Bolşevik ajitatörlerce aşılanmıştı. Romanyalı
işçinin sesi, partinin sesi, Ekim devriminin sesiydi.
“Emekçilerin ve Sömürülen Halkların Hakları Bildirgesi” –Kurucu
Meclise Sovyet iktidarı adına sunulan temel devlet programı– yeni yapının
görevini, “toplumun sosyalist örgütlenmesini ve bütün ülkelerde sosyalizmin
zaferini tesis etmek” olarak ilân ediyor ve şöyle devam ediyordu: “... Sovyet
iktidarı, sermayenin boyunduruğuna karşı uluslararası işçi ayaklanması tam
zafere ulaşıncaya dek bu yolda kararlı ilerleyişini sürdürecektir.” Bugüne
kadar biçimsel varlığını koruyan bu Leninist “Haklar Bildirgesi”, sürekli
devrimi Sovyet Cumhuriyetinin temel yasası haline getirmiştir.
Eğer Bolşeviklerin yaptıklarını ve söylediklerini hapishaneden
heyecanla ve titiz bir dikkatle izleyen Rosa Luxemburg, onlarda ulusal sosyalizmin
gölgesini bile görseydi, anında alarm zillerini çalardı. O günlerde Bolşeviklerin
politikalarını –aslında hatalı biçimde– şiddetle eleştiriyordu. Ama hayır.
İşte partinin genel çizgisi hakkında yazdıkları: “Bolşeviklerin, izledikleri
politikalarda yönlerini proletaryanın dünya devrimine çevirmeleri, politik
uzak görüşlülüklerinin, ilkeli katılıklarının ve politikalarının net kapsamının
en güzel kanıtıdır.”
İşte Lenin’in günden güne geliştirdiği, Stalin’in editörlüğünde
partinin merkez organında tekrar tekrar dikkat çekilen, irili ufaklı tüm ajitatörlerin
konuşmalarının ilham kaynağı olan, cephenin uzak noktalarındaki askerlerin
tekrarladıkları, Rosa Luxemburg’un Bolşeviklerin politik uzak görüşlülüğüne
delil saydığı görüşler bunlardır; işte Komünist Enternasyonal bürokrasisinin
1926’da suçladığı görüşler bunlardır. “Devrimimizin karakteri ve perspektifi
sorununda Troçki ve izleyicilerinin fikirlerinin” diyor Komünist Enternasyonal’in
Yedinci Plenum karar metni, “partimizin görüşleriyle, Leninizmle hiçbir ortak
yanı yoktur.” Böylece Bolşevizmin epigonları kendi geçmişleriyle de bağlarını
kesmişlerdir.
Eğer 1917’de sürekli devrim teorisine karşı mücadele etmiş
birileri varsa, bunlar Kadetler ve Uzlaşmacılardır. Milyukov ve Dan, “Troçkizmin
devrimci yanılsamalarını” 1905 devriminin çöküşünün temel sebebi olarak gösterirler.
Demokratik konferansın açılış konuşmasında Çeidze, “kapitalist savaşın ateşini
devrimi bir sosyalist dünya devrimine dönüştürerek söndürme” çabalarını şiddetle
mahkûm ediyordu. 13 Ekimde Kerenski Ön Parlamentoda şöyle diyordu: “Şu anda
devrimin, demokrasinin ve her türlü özgürlük kazanımının en büyük düşmanı
.... devrimi derinleştirip bir sürekli toplumsal devrime dönüştürmek kisvesi
altında kitleleri ayartmaya çalışan ve görünüşe göre bunu başarmış olanlardır.”
Çeidze ve Kerenski’nin sürekli devrime düşman olmalarıyla Bolşeviklere düşman
olmaları aynı sebeptendir.
İkinci Sovyetler Kongresinde, iktidarın ele geçirildiği dönemde
Troçki şöyle diyordu: “Eğer Avrupa halkları ayaklanıp emperyalizmi ezmezlerse,
biz ezileceğiz; bu şüphe götürmez Ya Rus devrimi Batıda mücadele kasırgasını
harekete geçirecek ya da tüm ülkelerin kapitalistleri bizim devrimimizi boğacaklar.”
“Üçüncü bir yol var” diye bağırdı salondan bir ses. Yoksa bu Stalin’in sesi
miydi? Hayır, bu bir Menşevikin sesiydi. O yıllarda Bolşevikler henüz “üçüncü
yol”u keşfetmemişti.
Uluslararası Stalinist basında yer alan sayısız yinelemelerin
sonucu olarak, çeşitli politik çevrelerde, Brest-Litovsk anlaşmazlıklarının
altında iki farklı kavrayışın yattığına kesin gözüyle bakılır. Birincisinin
hareket noktası Rusya’nın iç güçlerinin sadece dayanmaya değil sosyalizmi
kurmaya da yeteceğidir; diğeri tamamen Avrupa’daki ayaklanmaya bel bağlamaktadır.
Gerçekte bu fikir karşıtlığı birkaç yıl sonra yaratılmıştır ve yaratıcısı
da buluşunu en yüzeysel biçimde bile olsa tarihsel belgelere uydurmaya zahmet
etmemiştir. Elbette bu hiç de kolay olmazdı. Brest döneminde Bolşevikler çok
yakın gelecekte Avrupa’da bir devrim patlak vermeyecek olursa Sovyet Cumhuriyetinin
yok olmaya mahkûm olduğu konusunda tek bir istisna olmaksızın hemfikirlerdi.
Bazıları hafta sayıyordu, bazıları ise ay; hiç kimse yılları düşünmüyordu.
“Rus devriminin en başından beri ...” diye yazıyordu Buharin
28 Ocak 1918’de, “devrimci proletaryanın partisi şunu açıklamıştır: ya Rusya’daki
devrimin harekete geçirdiği uluslararası devrim, savaşı ve sermayeyi boğacak,
ya da uluslararası sermaye Rus devrimini boğacak.” Ama o zamanlar Almanya’yla
devrimci savaşı savunanların başında bulunan Buharin, kendi hizbinin görüşünü
tüm partiye atfetmiyor muydu? Bu varsayım ne kadar doğal olsa da, belgelerle
açıkça çelişmektedir.
1917’deki ve 1918 başlarındaki Merkez Komite tutanakları –1929’da
basıldı– tüm kısaltmalara ve taraflı editörlere rağmen bu sorun hakkında da
paha biçilmez kanıtlar sunmaktadır. “11 Ocak 1918 oturumunda, Yoldaş Sergeyev
(Artem), tüm konuşmacıların sosyalist devrimin Batıda başarısızlığa uğraması
durumunda yok olma tehdidiyle karşı karşıya bulunduğunda hemfikir olduğuna
işaret etti.” Sergeyev Lenin’in pozisyonundan –yani barışın imzalanmasından–
yanaydı. Hiç kimse Sergeyev’e karşı çıkmadı. Çekişen grupların her üçü de
aynı genel öncüle başvurmakta yarışıyordu: dünya devrimi olmadan ileri gidemeyiz.
Stalin tabii ki bu tartışmaya özel bir katkıda bulundu. Ayrı
bir barış imzalama gereğini şu gerçeğe dayandırıyordu: “Batıda devrimci bir
hareket yok, somut olgular yok, sadece potansiyeller var ve potansiyellere
göre hareket edemeyiz.” Hâlâ tek ülkede sosyalizm teorisinden uzak olmakla
birlikte, bu sözleriyle açıkça uluslararası harekete duyduğu köklü güvensizliği
açığa vurmaktaydı. “Potansiyellere güvenemeyiz.” Lenin bu Stalinist destekten
“bazı yönlerden” derhal uzaklaştı. “Batıda devrimin henüz başlamadığı doğrudur.
Ne var ki, eğer bunun ışığında taktiklerimizi değiştirirsek, uluslararası
sosyalizme ihanet etmiş oluruz.” Eğer Lenin ayrı bir barışı desteklediyse,
bu Batıdaki devrimci harekete inanmadığından ya da yalıtık bir Rus devrimine
inandığından değildir: “Genel bir sosyalist devrim gelene kadar dayanmak bizim
için önemlidir ve buna ancak barış imzalayarak ulaşabiliriz.” Brest tavizinin
anlamı Lenin için “nefes almak üzere bir ara” idi.
Tutanaklar Lenin’in bu uyarısının ardından Stalin’in kendini
düzeltmek için fırsat kolladığını ortaya koyuyor. “23 Şubat 1918 oturumu.
Yoldaş Stalin: ... Biz de kartımızı devrime oynuyoruz, ama siz hafta hesabı
yapıyorsunuz, biz ay.” Stalin burada Lenin’in formülünü kelimesi kelimesine
tekrarlamaktadır. Dünya devrimi konusunda Merkez Komitenin iki kanadı arasındaki
ayrım hafta-ay ayrımıydı.
1918 Martındaki Yedinci Parti Kongresinde, Brest barışının
imzalanmasını savunurken Lenin şöyle diyordu: “Bir Alman devrimi olmazsa yok
olacağımız kesin bir gerçektir. Belki Petersburg’da veya Moskova’da değil
ama Vladivostok’ta ya da her nereye kadar çekilmek zorunda kalırsak orada
yok olacağız. ... ama her halükârda, mümkün veya düşünülebilecek her durumda,
Alman devrimi başlamazsa yok oluruz.” Bununla birlikte, mesele sadece Almanya
meselesi değildir. “Devasa bir fiili gücü temsil eden ... uluslararası emperyalizm
... hiçbir durumda ve hiçbir şartla Sovyet Cumhuriyetiyle yan yana yaşayamaz.
Bu durumda bir çatışma kaçınılmazdır. Bu noktada ... büyük tarihsel mesele
... uluslararası devrimi canlandırma gereğidir.” Benimsenen gizli kararda
şunu görüyoruz: “Kongre, Rusya’da zafer kazanmış olan sosyalist devrimin pekişmesinin
en kesin güvencesini, ancak onun uluslararası bir işçi devrimine dönüştürülmesinde
görüyor.”
Birkaç gün sonra Lenin Sovyetler Kongresine bir rapor hazırladı:
“Dünya çapında emperyalizm ve toplumsal devrimin muzaffer ilerleyişi bir arada
yaşayamaz.” Moskova Sovyetinin 23 Nisan tarihli bir oturumunda şöyle diyordu:
“Geriliğimiz bizi öne çıkardı ve eğer diğer ülkelerde ayaklanan işçilerden
büyük bir destek görene dek dayanamazsak yok olacağımız kesindir.” “(Emperyalizmin
önünde) ta Urallar’a kadar geri çekilmek zorundayız” diye yazıyordu 1918 Mayısında,
“zira Batıda devrimin olgunlaşması için zaman kazanmanın tek yolu bu....”
Lenin Brest’teki görüşmelerin uzamasının barış koşullarını
ağırlaştırdığının açıkça farkındaydı, ama uluslararası devrimci görevleri
“ulusal” olanların önüne koyuyordu. 28 Nisan 1918’de, barışın imzalanması
konusunda Troçki’yle ara sıra anlaşmazlıklar yaşamakla birlikte, sendikaların
Moskova konferansında şöyle diyordu Lenin. “Brest görüşmelerine gelince, Yoldaş
Troçki’nin teşhirleri tüm dünyanın gözü önündedir ve düşman ülkelerde ...
savaş zamanı büyük devrimci hareketleri yaratan da bu politika olmamış mıdır?”
Bir hafta sonra Halk Komiserleri Konseyinin Beşinci Sovyetler Kongresine sunduğu
raporda aynı soruna döner: “Yoldaş Troçki’nin önderlik ettiği Brest delegasyonumuz
aracılığıyla tüm halklara karşı görevimizi yerine getirdik.” Bir yıl sonra
Lenin yine hatırlatacaktır: “Brest barışı döneminde ... Sovyet iktidarı dünya
proletarya diktatörlüğünü ve dünya devrimini ne kadar ağır olursa olsun her
türlü ulusal çıkarın fedasına rağmen savunmuştur.” Stalin, fikirler arasındaki
asla çok kesin olmayan ayrım çizgileri, geçen zamanla birlikte hafızasından
silindiğinde, “ne anlama gelebilir” diye soruyordu: “Troçki’nin devrimci Rusya’nın
tutucu bir Avrupa karşısında tutunamayacağı şeklindeki ifadeleri ne anlama
gelebilir? Ancak bir anlamı olabilir: Troçki devrimimizin iç gücünü hissetmiyor.”
Gerçekte “tutucu bir Avrupa karşısında” Sovyet Cumhuriyetinin
tutunamayacağı inancı tüm partide vardı. Ama bu yalnızca tutucu Avrupa’nın
devrimci Rusya karşısında tutunamayacağı inancının karşı cephesiydi. Ters
yönden bu, Rus devriminin uluslararası gücüne sarsılmaz bir güven anlamına
geliyordu. Ve parti haksız çıkmadı. Tutucu Avrupa kelimenin tam anlamıyla
dayanamadı. Sosyal demokrasisinin ihanetine rağmen Alman devrimi hâlâ Ludendorff
ve Hoffmann’ın pençelerini budayacak güçteydi. Bu olmasa Sovyet Cumhuriyeti
yıkılmaktan zor kurtulurdu.
Ama Alman militarizmi yıkıldıktan sonra bile, uluslararası
durumun genel değerlendirmesinde hiçbir değişiklik yapılmadı. “Çabalarımız
kaçınılmaz olarak dünya çapında bir devrime yol açacaktır” diyordu Lenin 1918
Temmuzu sonlarındaki bir merkezi Yürütme Kurulu oturumunda. “İşler öyle bir
hal aldı ki, ... savaştan bir ittifakla çıkmışken, hemen diğer taraftan emperyalizmin
saldırısıyla karşılaştık.” Ağustosta Çekoslovakların katılımıyla iç savaş
Volga’ya doğru yayılınca, Lenin bir Moskova mitinginde şunları söyledi: “Devrimimiz
bir evrensel devrim olarak başladı.... Proleter kitleler Sovyet Cumhuriyetinin
Çekoslovakları yenmesini ve dünya çapında sosyalist devrimin patlak vermesine
dek dayanma ihtimalini garanti altına alacaktır.” Batıda devrim patlak verene
kadar dayanmak; tıpkı daha önceki parti formülünde olduğu gibi.
Aynı günlerde Lenin Amerikalı işçilere şöyle yazıyordu: “Uluslararası
sosyalist devrimin diğer birlikleri yardımımıza gelene kadar kuşatma altında
bir kaledeyiz.” Kasımda kendini daha net ifade ediyordu: “Dünya tarihinin
olguları gösteriyor ki, Rus devrimini sosyalist devrime dönüştürmek macera
değil bir gerçeklikti, zira başka seçenek yoktu. Eğer dünya çapında sosyalizm,
dünya çapında Bolşevizm zafere ulaşmazsa, İngiliz-Fransız veya Amerikan emperyalizmi
er geç Rusya’nın bağımsızlığını ve özgürlüğünü boğacaktır.” Stalin’in sözlerini
yineleyecek olursak, Lenin belli ki “devrimimizin iç gücünü” hissetmiyordu.
Devrimin birinci yıldönümü geride kalmıştı. Partinin olayları
sakin kafayla düşünecek zamanı vardı. Ama 1919 Martında Partinin Sekizinci
Kongresine verdiği raporda Lenin yine şunu açıklar: “Bir devlette değil bir
devletler sisteminde yaşıyoruz ve Sovyet Cumhuriyeti’nin uzun bir dönem emperyalist
devletlerle yan yana varolması düşünülemez. Sonunda ya biri ya diğeri zafere
ulaşacaktır.” Beyazların bozgunuyla çakışan üçüncü yıldönümünde Lenin hatırlatıyor
ve genelleştiriyordu. “Eğer o gece (Ekim devriminin olduğu gece) birisi bize
üç yıl içinde ... zafere ulaşacağımızı söyleseydi, hiç kimse, hatta kendine
çok fazla güvenen bir iyimser bile ona inanmazdı. Biliyorduk ki zaferimiz
ancak davamız tüm dünyayı fethedince gerçek bir zafer olacaktı, zira işe başlarken
tamamen dünya devrimine güveniyorduk.” Bundan daha açık seçik bir kanıt olamaz.
Ekim devrimi sırasında, “kendine çok fazla güvenen bir iyimser” bile ulusal
sosyalizmi yaratmayı hayal etmemekle kalmıyor, dışarıdan doğrudan yardım almadan
devrimi koruma ihtimaline bile inanmıyordu! “İşe başlarken tamamen dünya devrimine
güveniyorduk” Üç yıllık bir savaş sonunda düşman birlikleri karşısında zafere
ulaşmak için ne partinin ne de Kızıl Ordunun tek ülkede sosyalizm efsanesine
ihtiyacı vardı.
Dünyanın durumu beklenenden daha elverişli bir hal aldı. Yeni
hedefler uğruna fedakârlık yapmada kitleler olağanüstü bir yetenek sergiledi.
İlk ve en önemli dönemde önderler emperyalizmin çelişkilerini iyi kullandılar.
Sonuç olarak, devrim “kendine çok fazla güvenen iyimserin” beklediğinden daha
kararlı çıktı. Öyleyken bile parti önceki enternasyonal duruşunu korudu.
“Eğer savaş olmasaydı” diye açıklıyordu Lenin 1918 Ocağında,
“tüm dünyanın kapitalistlerinin birleştiğini, bize karşı mücadele etme temelinde
birlik oluşturduğunu görecektik.” “Neden Ekim devrimini takip eden haftalarda
ve aylarda ... o denli kolayca zaferden zafere koşma şansımız oldu?” diye
soruyordu partinin Yedinci Kongresinde. “Sadece özel olarak oluşmuş uluslararası
bir konjonktür bizi geçici olarak emperyalizmden koruduğu için.” Nisanda Merkez
Yürütme Kurulunun bir oturumunda Lenin şöyle diyordu: “Nefes alacak vakit
bulmamızın tek nedeni Batıda emperyalist savaşın devam etmesi, Uzak Doğuda
ise emperyalist çekişmenin iyice genişlemesi oldu, Sovyet Cumhuriyeti’nin
varlığını yalnız bu açıklayabilir.”
Koşulların bu istisnai bileşimi sonsuza dek süremezdi. “Artık
savaştan barışa geçtik” diyordu Lenin 1920’de. “Ama savaşın tekrar çıkacağını
unutmuyoruz. Kapitalizm ve sosyalizm var oldukça barış içinde yaşayamayız.
Uzun dönemde ya biri ya diğeri zafere ulaşacak. Ya Sovyet Cumhuriyeti’nin
ya dünya kapitalizminin cenaze marşı okunacak. Bu, savaş içinde bir moratoryumdur.”
Başlangıçtaki nefes alma döneminin uzun bir kararsız denge
dönemine dönüşmesini mümkün kılan, sadece kapitalist gruplaşmaların mücadelesi
değil, aynı zamanda uluslararası devrimci harekettir. Almanya’daki Kasım devriminin
bir sonucu olarak, Alman birlikleri Ukrayna’yı, Baltık Devletlerini ve Finlandiya’yı
terk etmek zorunda kaldı. Başkaldırı ruhunun Antant ordularına nüfuz etmesi,
Fransız, İngiliz ve Amerikan hükümetlerini Rusya’nın güney ve kuzey kıyılarından
çekilmeye itti. Batıda proleter devrim zafere ulaşamadı, ama bu yolda ilerlerken
Sovyet devletini birkaç yıl korudu.
Temmuz 1921’de Lenin durumu şöyle özetliyordu. “Son derece
kırılgan, son derece kararsız olmakla birlikte belli bir denge sağlanmış durumda,
öyle ki sosyalist bir cumhuriyet –elbette kısa bir süre için– kapitalist bir
çevrede varolabiliyor.” Böylelikle, haftalardan aylara, aylardan yıllara ilerledikçe,
parti yavaş yavaş bir işçi devletinin belli bir süre –“elbette kısa bir süre”–
için kapitalist bir ortamda barış içinde varlığını sürdürebileceği fikrini
benimsedi.
Yukarıdaki verilerden çürütülemez biçimde çok önemli bir sonuç
çıkmaktadır: Eğer Bolşeviklerin genel kanısına göre Sovyet devleti Batıda
proletarya zafer kazanmadan uzun süre dayanamayacak idiyse, o halde salt bu
nedenle dahi tek ülkede sosyalizmi inşa etme programı pratikte dışlanmıştır;
sorun, tabir caizse, daha ilk adımda gündemden düşmüştür.
Ne var ki son yıllarda epigon ekolün öne sürdüğü gibi, partinin,
ulusal sosyalist toplumun önündeki tek engel olarak kapitalist orduları gördüğünü
varsaymak tümüyle hatalıdır. Silahlı müdahale tehdidi gerçekten de ön plandaydı,
ama savaş tehlikesi kapitalist ulusların teknik ve sınai üstünlüğünün en uç
ifadesinden başka bir şey değildir. Son çözümlemede sorun, Sovyet Cumhuriyeti’nin
yalıtılmışlığına ve geriliğine indirgenebilir.
Sosyalizm insan isteklerini karşılamak için planlı ve uyumlu
bir toplumsal üretimin örgütlenmesidir. Üretim araçları üzerinde kolektif
mülkiyet sosyalizm değil onun hukuki önkoşuludur. Sosyalist toplum sorunu,
insanlığın bugünkü gelişme aşamasında özünde dünya ölçeğinde olan üretici
güçler sorunundan soyutlanamaz. Kapitalizme çok dar gelen münferit devlet,
tamamlanmış bir sosyalist toplumun arenası olmaya çok daha az yeteneklidir.
Üstelik devrimci bir ülkenin geriliği, kapitalizme geri savrulma tehlikesini
arttırabilir. Bolşevikler yalıtık bir sosyalist gelişme perspektifini reddederken,
mekanik olarak yalıtılmış bir müdahale meselesini değil, sosyalizmin uluslararası
ekonomik temeliyle bağlantılı bir sorunlar bütününü düşünüyorlardı.
Partinin Yedinci Kongresinde Lenin şöyle diyordu: “Eğer Rusya
bugün bir “Tilsit Barışı”ndan[1] ulusal yükselişe geçecek olursa
–ki şüphesiz geçmektedir– bu yükselişin sonucu burjuva devlete geçiş değil
uluslararası sosyalist devrime geçiştir.” Alternatif şuydu: ya uluslararası
devrim ya da geriye –kapitalizme– gitmek. Ulusal sosyalizme yer yoktu. “Sosyalizme
giden yolda daha kaç geçiş aşaması olacağını bilmiyoruz ve bilemeyiz. Bu,
Avrupa sosyalist devriminin gerçek ölçekte ne zaman başlayacağına bağlıdır.”
Aynı yılın Nisan ayında, pratik işler için safların yeniden
oluşturulması çağrısında bulunan Lenin şöyle yazar: “Birtakım nedenlerle gecikmiş
bulunan Batıdaki sosyalist devrimle ciddi bir işbirliğini, ancak önümüzdeki
örgütsel sorunları çözdüğümüz oranda yapabiliriz.” Ekonomik yapılanmaya yönelik
bu ilk yaklaşım hemen uluslararası şemaya oturtulmuştur: mesele “Batıdaki
sosyalist devrimle işbirliği”dir, Doğuda kendine yeten sosyalist bir âlem
yaratmak değil.
Yaklaşmakta olan açlık tehlikesiyle ilgili olarak Lenin Moskova
işçilerine şöyle sesleniyordu: “Tüm ajitasyonlarımızda ... üzerimize çöken
talihsizliğin uluslararası bir talihsizlik olduğunu, bundan çıkışın tek yolunun
uluslararası devrim olduğunu açıklamalıyız.” Açlığın üstesinden gelmek için
dünya proletaryasının devrimine ihtiyacınız var, diyor Lenin. Sosyalist toplumu
yaratmak için tek bir ülkede devrim yeterlidir, diye yanıtlıyor epigonlar.
İşte anlaşmazlığın boyutları! Kim haklı? Şunu asla unutmayalım ki, sanayileşmedeki
tüm başarılara rağmen açlığın üstesinden bugüne dek gelinebilmiş değildir.
Halkın Ekonomi Konseyleri Kongresi 1918 Aralığında sosyalist
yapılanma planını şu sözcüklerle formüle etmişti: “Dünya proletaryasının diktatörlüğü
giderek kaçınılmaz hale geliyor.... Bu hem tüm dünya toplumunun hem de tek
tek ülkelerin gelişimini belirliyor. Proletarya diktatörlüğünün ve sovyet
tipi hükümetin diğer ülkelerde de kurulması, ülkeler arası en sıkı ekonomik
ilişkilerin kurulmasını, üretimde uluslararası işbölümünü, son olarak da uluslararası
ekonomik yönetim organlarının örgütlenmesini mümkün kılacaktır.” Tamamen pratik
sorunlarla –kömür, yakacak odun, şeker pancarı– karşı karşıya bulunan bir
devlet kurulları kongresinin böyle bir kararı benimsemesi, o dönem partinin
bilincine sürekli devrimin nasıl egemen olduğunu her şeyden iyi kanıtlar.
Buharin ve Preobrajenski tarafından yazılan ve pek çok baskı
yapan parti ders kitabı Komünizmin ABC’sinde
şunlar yazıyor: “Komünist devrim ancak bir dünya devrimi olarak zafere ulaşabilir....
İşçilerin sadece bir tek ülkede galip geldiği durumda, ekonomik yapılanma
çok zorlaşır.... Komünizmin zaferi için dünya devriminin zaferi zorunludur.”
Buharin aynı fikirlerin ruhuyla, parti tarafından pek çok
kez basılan ve pek çok dile çevrilen popüler bir broşürde şöyle yazar: “Uluslararası
devrimin sorunları daha önce hiç olmadığı kadar şiddetli bir biçimde Rus proletaryasının
önüne dikilmiş durumdadır.... Rusya’daki sürekli devrim, bir Avrupa proleter
devrimine dönüşmektedir.”
Lenin’in editörlüğünü yaptığı ve önsöz yazdığı Stepanov-Skvortzov’un
Elektrifikasyon başlıklı ünlü kitabında,
editörün okuyucuya hararetle tavsiye ettiği bir bölümde şunlar söyleniyor:
“Rus proletaryası, asla yalıtık bir sosyalist devlet yaratmayı düşünmedi.
Kendi kendine yeten bir «sosyalist» devlet, bir küçük-burjuva idealidir. Bunu
az çok andıran bir durum, ancak küçük-burjuvazinin ekonomik ve politik olarak
ağır bastığı koşullarda düşünülebilir; dış dünyadan kopuk küçük-burjuvazi,
yeni teknik ve yeni ekonomiyle birlikte çok istikrarsız bir hal alan kendi
ekonomik formlarını pekiştirmenin yolunu arar.” Şüphesiz Lenin’in elinden
geçmiş olan bu güzel satırlar epigonların son evrimine ışık tutmaktadır!
Komünist Enternasyonalin İkinci Kongresinde sunduğu ulusal
sorun ve sömürgeler sorunu üzerine tezlerinde Lenin, sosyalizmin genel görevini,
mücadelenin ulusal aşamalarının ötesinde, “kapitalizm altında zaten net bir
biçimde gün yüzüne çıkmış olan ve sosyalizm altında kuşkusuz daha da geliştirilip
mükemmelleştirilecek olan bir eğilim olarak, genel bir plan uyarınca tüm ulusların
proletaryası tarafından düzenlenecek yekpare bir dünya ekonomisini yaratmak”
diye tanımlar. Bu kalıtsal ve ilerici eğilime kıyasla tek ülkede sosyalist
toplum fikri gericiliktir.
Proletarya diktatörlüğünün ortaya çıkma koşullarıyla sosyalist
toplumun yaratılma koşulları özdeş değildir; benzer doğada da değildir; hatta
bazı açılardan tam zıttır. Rus proletaryasının iktidara daha önce gelmiş olması,
asla sosyalizme ilk onun ulaşacağı anlamına gelmez. Ekim devrimine yol açan
gelişmenin çelişkili eşitsizliği, devrimin başarısıyla birlikte ortadan kalkmadı.
Bu, ilk işçi devletinin temellerinde yatmaktadır.
“Tarihin zikzakları sonucu sosyalist devrimi başlatmak zorunda
kalan ülke ne kadar geri olursa” diyordu Lenin 1918 Martında, “eski kapitalist
ilişkilerden sosyalist ilişkilere geçmek onun için o kadar zor olacaktır.”
Lenin’in konuşmalarında ve yazılarında bu fikre her geçen yıl daha çok yer
verildi. “Bizim için devrimi başlatmak kolay ama sürdürmek zordur” diyordu
aynı yılın Mayıs ayında. “Batıda ise devrimi başlatmak daha zordur ama sürdürmek
daha kolaydır.” Aralıkta Lenin aynı düşünceyi ulusal sınırları aşmakta en
çok zorlanan köylülerin önünde geliştiriyordu: “Orada (Batıda) sosyalist ekonomiye
geçiş ... bizdekinden daha hızlı ilerleyecek ve daha kolay olacaktır.... Tüm
dünyanın sosyalist proletaryasıyla birlik halindeki Rus emekçi köylüleri ...
her türlü sorunu aşacaktır.” “İleri ülkelere kıyasla” diye yineliyordu 1919’da,
“Ruslar için büyük proleter devrimi başlatmak daha kolaydı, ama onu sürdürüp
sosyalist toplumun tam olarak örgütlenmesi anlamında nihai zafere ulaştırmak
daha zor olacaktır.” “Rusya için” diye tekrar ısrarla vurguluyordu Lenin 27
Nisan 1920’de, “... sosyalist devrimi başlatmak kolaydı, lâkin sürdürüp sonuna
getirmek Avrupa ülkelerine göre daha zor olacak. Bu durumu 1918’in başında
vurgulamak zorunda kaldım ve iki yıllık deneyim bu yargımı tamamen haklı çıkardı.”
Tarihsel çağlar, farklı kültür düzeyleri biçiminde yaşar.
Geçmişin üstesinden gelmek için zaman –yeni çağlar değilse de on yıllar– gerekir.
“Yeni gelen nesil daha gelişmiş olsa bile sosyalizme tam geçişi oldukça zor
yapacaktır” diyordu Lenin 29 Nisan 1918’de Merkez Yürütme Kurulunun bir oturumunda.
Yaklaşık iki yıl sonra bir Tarım Komünleri kongresinde daha da uzak bir tarih
belirliyordu: “Şu anda sosyalist bir düzene geçemeyiz. İnşallah çocuklarımızın
ya da belki de torunlarımızın zamanında, bu kurulacaktır.” Rus işçileri yola
diğerlerinden önce çıktı, ama hedefe daha geç ulaşacaktır. Bu karamsarlık
değil tarihsel gerçekçiliktir.
“Rus proletaryası olarak bizler, politik yapımızla, İngiltere
ya da Almanya’nın önündeyiz ...” diye yazıyordu Lenin Mayıs 1918’de, “ama
aynı zamanda sosyalizme maddi-üretimsel hazırlığımız açısından ... en geri
Batı Avrupa devletinin de gerisindeyiz.” Aynı düşünceyi iki devleti karşıtlaştırarak
da ifade ediyordu: “Almanya ve Rusya 1918’de, diğer hepsinden daha açık bir
biçimde, biri sosyalizmin ekonomik üretimsel, sosyo-endüstriyel koşullarının,
diğeri ise politik koşullarının cisimleştiği ülkeler oldular.” Tabir caizse,
gelecek toplumun unsurları farklı ülkelere bölünmüş durumdadır. Onları toplayıp
birbirine bağlamak, dünya devrimi içindeki bir dizi ulusal devrimin görevidir.
Sovyet ekonomisinin kendine yeterliliği fikrine Lenin peşin
peşin gülüp geçiyordu: “Sovyet Rusya’mız tüm kapitalist dünyanın yalıtık bir
banliyösü olmaya devam etmekteyken” diyordu 1920 Aralığındaki Sekizinci Sovyetler
Kongresinde, “böyle bir zamanda tam ekonomik bağımsızlıktan söz etmek ...
son derece komik bir fantezi ve ütopyacılık olurdu.” 27 Mart 1922’deki On
Birinci Parti Kongresinde ise şu uyarıda bulunuyordu: “tâbi olduğumuz, bağlı
bulunduğumuz, kopmamızın olanaksız olduğu Rus pazarı ve uluslararası pazar
tarafından hazırlanan bir sınavla” karşı karşıyayız. “Bu çok ciddi bir sınav,
zira burada bizi ekonomik ve politik olarak yenilgiye uğratabilirler.”
Sosyalist ekonominin dünya ekonomisine bağımlı olduğu fikrini,
Komünist Enternasyonal şimdi “karşı-devrimci” kabul ediyor. Sosyalizm kapitalizme
bağımlı olamaz! Epigonlar sosyalizm gibi kapitalizmin de, en yüksek gelişimine
sosyalizm altında ulaşacak olan uluslararası işbölümüne dayandığını unutacak
kadar budalalar. Kendi başına ne kadar önemli olursa olsun, yalıtık bir işçi
devletindeki ekonomik inşa, eksik, sınırlı ve çelişkili kalacaktır: bu yeni
bir uyumlu toplumun yüksekliklerine erişemez.
“Sosyalist ekonominin Rusya’daki gerçek yükselişi” diye yazıyordu
Troçki 1922’de, “ancak proletaryanın Avrupa’nın en önemli ülkelerinde zafer
kazanmasından sonra mümkün olacaktır.” Bu sözler şu anda suç sayılıyor, ne
var ki o zaman bir partinin genel görüşünü yansıtıyordu. “İnşa işi” diyordu
Lenin 1919’da, “tümüyle devrimin Avrupa’nın en önemli ülkelerinde ne kadar
çabuk zafer kazandığıyla ilgili bir sorundur. Ancak bu zaferden sonra inşa
işini ciddi biçimde ele alabiliriz.” Bu sözler Rus devrimine güvensizliğin
değil, dünya devriminin yakın oluşuna duyulan inancın bir ifadesidir. Ama
bugün de, Birliğin devasa ekonomik başarılarından sonra bile, “sosyalist ekonominin
gerçek yükselişi”nin ancak uluslararası temelde mümkün olabileceği tespiti,
doğruluğunu korumaktadır.
Parti, tarım sanayiinin kolektifleştirilmesi sorununa da aynı
bakış açısıyla yaklaşıyordu. Köylülük nüfusun önemli bir kısmını –bazı ülkelerde
baskın kısmını– oluşturduğuna ve bütün olarak dünya üzerinde bariz bir çoğunluk
oluşturduğuna göre, onu bir dizi geçiş aşamasıyla sosyalizme çekmeden proletaryanın
yeni bir toplum yaratması mümkün değildir. Meselelerin bu en zorunun halledilmesi,
son çözümlemede, sanayi ile tarım arasındaki nitel ve nicel ilişkilere dayanır.
Köylülük, kent onların ekonomisini ve kültürünü ne kadar cömertçe besleyebilirse,
o kadar gönüllü ve başarılı biçimde kolektifleştirme yolunu tutacaktır.
Ama ülkenin dönüşümü için yeterli sanayi mevcut mudur? Bu
sorunu da Lenin ülke sınırlarının ötesine taşıyordu: “Eğer meseleyi dünya
çapında ele alacak olursak” diyordu Dokuzuncu Sovyetler Kongresinde “yeryüzünde
dünyaya bütün ürünleri sağlayacak kadar gelişkin bir büyük ölçekli sanayi
mevcuttur.... Bu noktayı hesabımızın temeline koyuyoruz.” Rusya’da Batıdaki
diğer ülkelere göre çok daha kötü olan sanayi-tarım ilişkisi, bugün de bazı
dönemlerde sovyet sisteminin istikrarını tehdit eden ekonomik ve politik krizlerin
temelidir.
“Askeri komünizm” diye anılan politika –yukarıdan da açıkça
anlaşıldığı gibi– ulusal sınırlar içinde sosyalist bir toplum kurma fikrine
dayanmıyordu. Sadece Sovyet iktidarıyla alay eden Menşevikler ona bu tip planlar
atfediyorlardı. Bolşevikler için, yıkıntıların ve iç savaşın doğurduğu Spartan
[2] rejimin bundan sonraki kaderi
doğrudan Batıda devrimin gelişmesine bağlıydı. Ocak 1919’da askeri komünizmin
doruğunda Lenin şöyle diyordu: “Üretimde komünist politikamızın temellerini
savunacak ve bunları komünizmin tam ve dünya çapındaki zaferine dek sarsılmadan
hayata geçireceğiz.” Tüm partiyle birlikte Lenin de yanılmıştı. Üretimdeki
politikayı değiştirme gereği hasıl oldu. Şu anki durum itibariyle, Ekim’den
iki veya üç yıl sonra Avrupa’da sosyalist devrim olsaydı bile Yeni Ekonomik
Politika çizgisinde bir geri çekilmenin yine de kaçınılmaz olacağını söyleyebiliriz.
Ama diktatörlüğün ilk aşamasına bugünden baktığımızda, askeri komünizmin yöntemlerinin
ve yanılsamalarının, sürekli devrim perspektifiyle ne kadar iç içe geçmiş
olduğunu görürüz.
Üç yıllık iç savaşın sonunda yaşanan derin iç kriz, proletaryayla
köylülük ve partiyle proletarya arasında doğrudan bir kopuş tehdidini doğurdu.
Sovyet iktidarının yöntemlerini radikal biçimde yeniden gözden geçirmek şart
oldu. “Orta köylülüğü ekonomik olarak tatmin etmeli ve serbest ticareti benimsemeliyiz”
diye açıklıyordu Lenin. “Aksi halde uluslararası devrimin gecikmesi durumunda
Rusya’da proletaryanın iktidarını korumak imkânsız hale gelir.” Ama NEP’e
geçiş, iç ve uluslararası sorunlar arasındaki bağın genel olarak kırılmasını
da beraberinde getirmemiş miydi?
Lenin Komünist Enternasyonalin Üçüncü Kongresi için hazırladığı
tezde, o zaman açılmakta olan yeni aşamanın genel bir tasvirini yapıyordu:
“Tek bir süreç olarak dünya proleter devrimi bakımından, Rusya’nın içinden
geçtiği dönemin önemi, devlet iktidarını elinde tutan proletaryanın küçük-burjuva
kitleye yönelik politikasının pratikte test edilmesinde yatmaktadır.” Bizzat
Yeni Ekonomik Politikanın çerçevesini tanımlayışı bile, tek ülkede sosyalizm
sorununu açıkça ortadan kaldırır.
Yeni sanayi yöntemlerinin ele alınıp hayata geçirildiği günlerde
Lenin’in kendi kullanımı için yazdığı şu satırlar da en az öncekiler kadar
aydınlatıcıdır: “Köylülükle 10 ilâ 20 yıl daha doğru ilişkiler kurulması,
dünya çapında zaferi garantiler (büyümekte olan proleter devrimlerin gecikmesi
durumunda bile).”
Hedef belirlenmiştir: Batıdaki devrimin olgunlaşması için
gerekebilecek yeni, daha uzun döneme kendimizi ayarlamak. Sadece ve sadece
bu anlamda Lenin güvenini belirtmiştir: “NEP Rusya’sından sosyalist bir Rusya
çıkacaktır.”
Uluslararası devrim fikrinin burada revize edilmediğini söylemek
yetmez; belli ölçüde daha derin ve kesin bir ifade bulmuştur: “Kapitalizmin
geliştiği ülkelerde” diyordu Lenin Onuncu Parti Kongresinde NEP’in tarihsel
konumunu açıklarken, “on yıllardır kendini oluşturma sürecinde olan bir ücretli
tarım emekçileri sınıfı var.... Bu sınıfın yeterince geliştiği yerde kapitalizmden
sosyalizme geçiş mümkündür. Tüm yazılarımızda, konuşmalarımızda, tüm basınımızda,
Rusya’daki durumun bu olmadığını, bizde sanayide çalışan işçi azınlığa karşın
küçük toprak sahiplerinin ezici çoğunluğa sahip olduğunu vurguladık. Böyle
bir ülkede toplumsal devrim nihai başarıya ancak iki koşulla ulaşabilir: birincisi,
bir veya birkaç ileri ülkede olacak toplumsal devrimin zamanında destek vermesi
koşuluyla ... diğer koşul ... devlet iktidarını elinde tutan proletaryayla
köylü nüfusun çoğunluğu ... arasındaki bir anlaşmadır.... Ancak köylülerle
yapılacak bir anlaşma, diğer ülkelerde devrim başlayana dek Rusya’da sosyalist
devrimi koruyabilir.” Sorunun bütün unsurları burada bir araya toplanmıştır.
Köylülükle birleşme, bizzat Sovyet iktidarının varoluşu için gereklidir; ama
bu, sosyalist toplumun ekonomik temelini oluşturacak yegâne şey olan uluslararası
devrimin yerini alamaz.
Aynı Onuncu Kongrede, Kapitalist
Bir Çevrede Sovyet Cumhuriyeti üzerine özel bir rapor hazırlandı. Bu raporu
Batıdaki devrimin gecikmesi dayatmıştı. Merkez Yürütme Kurulunun sözcüsü olarak
Kamenev kürsüye çıkmıştı. “Asla kendimize tek bir yalıtık ülkede komünist
bir yapı yaratma hedefi biçmedik” diye konuştu, şüphe götürmez bir gerçekmiş
gibi. “Ne var ki, dört bir taraftan kapitalist ilişkilerle çevrelenen sovyet
proleter cumhuriyetinin, sosyalist devletin, komünist yapının temellerini
korumak zorunda olduğumuz bir konumda bulduk kendimizi. Bu görevi başarabilir
miyiz? Bence bu skolastik bir sorudur. Böyle bir durumda bu soruya cevap verilemez.
Doğru soru şöyledir: varolan ilişkiler çerçevesinde Sovyet iktidarını nasıl
koruruz ve şu ya da bu ülkenin proletaryasının yardımımıza geleceği ana değin
nasıl savunuruz?” Konuşma taslağını birçok kez Lenin’le birlikte incelediği
kuşku götürmez olan sözcünün fikirleri Bolşevizm geleneğiyle çelişiyor idiyse,
neden kongrede itiraz sesleri yükselmedi? Nasıl oldu da, devrimin en temel
sorununda Kamenev’in Bolşevizmin fikirleriyle “hiçbir ortak noktası” olmayan
fikirler geliştirdiğine parmak basan tek bir delege çıkmadı? Nasıl oldu da
tüm partide hiç kimse bu sapmayı fark etmedi?
“Lenin’e göre” diye iddia ediyor Stalin, “devrim gücünü öncelikle
Rusya’nın kendi işçi ve köylülerinden alır. Troçki gerekli güçlerin ancak
proletaryanın dünya devrimi arenasında bulunabileceğini iddia ediyor.” Diğer
pek çoğu gibi bu uydurma karşıtlığa da cevabı Lenin önceden vermişti: “Rus
işçi sınıfının uluslararası proletaryanın diğer kollarına göre zayıflığını”
diyordu 14 Mayıs 1918 tarihli Merkez Yürütme Kurulu oturumunda, “bir an bile
unutmadık ve unutmayacağız.... Ama müttefikimiz olan dünya proletaryası gelene
dek, görev başında kalmalıyız.” Ekim devriminin üçüncü yıldönümünde Lenin
bunu teyit ediyordu: “Kozumuzu uluslararası devrime oynadık ve bunda şüphesiz
haklıydık.... Hep tek bir ülkede sosyalist devrim gibi bir işi sona erdirmenin
imkânsız olduğu gerçeğini vurguladık.” İğne işinde çalışan işçilerin 1921
Şubatındaki bir kongresinde şöyle diyordu: “Her zaman ve tekrar tekrar işçilere,
zaferimizin en önemli görevinin ve temel şartının devrimin en azından birkaç
ileri ülkeye yayılması olduğunu gösterdik.” Hayır. Lenin güçleri dünya arenasında
bulma konusunda fazlasıyla kararlıdır; onu temize çıkaramazsınız!
Tıpkı Troçki’nin Lenin’in karşısına konması gibi, Lenin de
Marx’ın karşısına konur, hem de aynı temelde. Eğer Marx proleter devrimin
Fransa’da başlayıp ancak İngiltere’de tamamlanacağını varsaymışsa, Stalin’e
göre, bu, Marx’ın o zamanlar eşitsiz gelişme yasasını bilmemesiyle açıklanabilir.
Aslında devrimci inisiyatifi alan ülkeyle sosyalizmin gerçekleştirileceği
ülkeleri karşılaştıran Marksist kıyas, tamamen eşitsiz gelişme yasasına dayanmaktadır.
Ne olursa olsun, büyük meselelerde hiç lafını esirgemeyen Lenin, devrimin
uluslararası karakteri konusunda hiçbir yerde ve hiçbir zaman Marx ve Engels’le
bir anlaşmazlığa düşmemiştir. Tam aksine! Eğer “işler Marx ve Engels’in beklediğinden
farklı yola girdiyse” diyordu Lenin Üçüncü Sovyetler Kongresinde, bu sadece
ülkelerin tarih sırasıyla ilgili bir şeydir. Olayların akışı Rus proletaryasına
“uluslararası toplumsal devrimin öncülüğü onurlu rolünü verdi ve şimdi devrimin
gelişiminin doğrultusunu açıkça görebiliyoruz: Ruslar başladı, Almanlar, Fransızlar,
İngilizler onu devam ettirecekler ve sosyalizm zafere ulaşacak.”
Devlet saygınlığı bakımından da uyarılıyoruz. Ulusal sosyalizm
teorisinin reddedilmesi –Stalin’e göre– “ülkemizin taçsız kalmasına yol açar.”
Marksist bir kulağa dayanılmaz gelecek bu ifade tarzı, tek başına, Bolşevik
gelenekten kopuşun derinliğini gösterir. Lenin’in korktuğu “taçsızlık” değil
ulusal bağnazlıktı. “Biz işçi sınıfının devrimci kollarından biriyiz” diyordu
Nisan 1918’de Moskova Sovyetinin bir oturumunda, “öne çıkışımız, ötekilerden
daha iyi olmamızdan değil, tam da dünyadaki en geri ülkelerden biri olmamızdan
kaynaklanıyordu.... Mutlak zafere ancak diğer ülkelerin tüm işçileriyle, bütün
dünyanın işçileriyle birlikte ulaşacağız.”
Ölçülü bir kendini değerlendirme çağrısı, Lenin’in konuşmalarının
ana motifi haline gelmiştir. “Rus devrimi” diyordu 4 Haziran 1918’de, “...
Rus proletaryasının özel meziyetlerinden değil, tarihin akışından doğdu, ve
bu proletarya ön safa geçici olarak tarihin iradesiyle sürülmüş ve bir süre
için dünya devriminin öncüsü olmuştur.” “Dünya işçi hareketi içinde Rus proletaryasının
oynadığı birincil rolü açıklayan” diyordu Lenin 23 Temmuz 1918’de bir fabrika
komitesi konferansında, “ülkenin sınai gelişmişliği değil tam tersine Rusya’nın
geriliğidir.... Rus proletaryası, zaferinin zorunlu şartının ve temel önkoşulunun
tüm dünyanın veya en azından kapitalist ilişkilerde ileri birkaç ülkenin işçilerinin
birlikte hareketine bağlı olduğunun açıkça farkındadır.” Ekim devrimini doğuran
sadece Rusya’nın geriliği değildi, Lenin bunu çok iyi biliyordu. Ama çubuğu
düzeltmek için bilinçli olarak çok fazla büküyordu.
Halk Ekonomi Konseylerinin –özellikle sosyalizmi inşa etmeye
çağrılan organlar– 26 Mayıs 1918 tarihli kongresinde Lenin şöyle diyordu:
“Tek başımıza, kendi güçlerimizle sosyalist devrime, Rusya’dan çok daha ileri
bile olsa bir tek ülkede ulaşamayacağımız gerçeğine gözümüzü kapatmıyoruz.”
Ve bu noktada, bürokratik bağnazlığın gelecekteki sesini duyar gibi, açıklıyordu:
“Bu bir nebze bile karamsarlığa yol açmaz, zira üzerimize aldığımız görev,
dünya çapında tarihsel zorluğa sahiptir.”
8 Kasım tarihli Altıncı Sovyetler Kongresinde şöyle diyordu:
“Sosyalist devrimin tam zaferi tek ülkede düşünülemez, en azından birkaç ileri
ülkenin –aralarında Rusya sayılamaz– çok aktif işbirliğini gerektirir...”
Lenin sadece Rusya’ya sosyalizm hakkını çok görmekle kalmaz, diğer ülkelerin
sosyalizmi inşa sürecinde ona kesin olarak ikincil bir rol biçer. Ülkemizi
“taçsız” bırakan ne büyük bir suç!
Mart 1919’da bir Parti Kongresinde Lenin çok ateşlileri dizginler:
“Proletarya ile köylülük arasında özel bir ilişkinin bulunduğu bir ülkede,
kapitalizmin yıkılışında ilk adımları atmak yönünde pratik bir deneyimimiz
var. Hepsi bu. Kurbağa gibi şişinirsek, tüm dünyaya eğlence malzemesi oluruz.
Sadece palavracı konumuna düşeriz.” Bu laflardan gücenecek kimse var mı? 19
Mayıs 1921’de Lenin şöyle haykırıyordu: “Bolşeviklerden herhangi biri, devrimin
nihai zafere ancak ileri ülkelerin tümünü veya en azından birkaçını kapsayınca
ulaşacağını hiç inkâr etti mi?” Partinin Kasım 1920’deki Moskova il konferansında
dinleyicilere tekrar, Bolşeviklerin “tüm dünyanın tek başına Rusya’nın güçleriyle
değiştirileceğini” ne taahhüt ettiğini ne de hayal ettiğini hatırlattı. “...
Böyle bir deliliğe asla kapılmadık; hep devrimimizin tüm ülkelerin işçileri
onu destekleyince zafere ulaşacağını söyledik.”
“Henüz” diye yazıyordu 1922 başlarında, “sosyalist ekonominin
temellerini tamamlayamadık. Bu süreç ölmekte olan bir kapitalizmin düşman
güçlerince durdurulabilir. Bunun net bir biçimde farkında olmalı ve açıkça
kabullenmeliyiz. Zira, özellikle yüksek yerlerde, yanılsamalardan ve baş dönmesinden
daha tehlikeli bir şey yoktur. Ve bu acı gerçeği kabul etmekte, hiçbir «korkunç»
yön, en küçük bir cesaret kırıcı sebep yoktur; zira her zaman Marksizmin ABC’sini,
yani sosyalizmin zaferi için birkaç ileri ülkenin proletaryasının ortak çabasının
gerekli olduğunu öğrettik ve tekrarladık.”
İki yıldan biraz fazla zaman geçince Stalin bu temel sorunda
Marksizmden vazgeçmek istedi. Hangi bahaneyle? Marx’ın evrimin eşitsizliğinden
–yani doğanın ve toplumun en temel diyalektik yasasından– bihaber olduğu bahanesiyle.
Ya, Stalin’e göre emperyalizm deneyimi sonucunda bu eşitsizlik yasasını ilk
“keşfeden”, ancak “Marksizm’in ABC’sine” dört elle sarılan Lenin’e ne demeli?
Buna bir açıklama getirilmesini boşuna bekleriz.
“Troçkizm” –Komünist Enternasyonalin iddiasına ve hükmüne
göre– “kendinde ve kendisi için (!) devrimimizin özde sosyalist olmadığı,
Ekim devriminin sadece Batıda bir sosyalist devrimin işareti, harekete geçiricisi
ve başlangıç noktası olduğu önermesinden kaynaklanmıştır ve kaynaklanmaktadır.”
Milliyetçi yozlaşma burada kendisini saf skolastisizmle maskelemiştir. “Kendinde
ve kendisi için” bir Ekim devrimi yoktur. Avrupa’nın tüm öngelen tarihi olmadan
bu devrim mümkün olmazdı ve Avrupa’da ve tüm dünyada devamı gelmezse onun
için umut yoktur. “Rus devrimi yalnızca uluslararası devrim zincirinin bir
halkasıdır.” (Lenin) Bu devrimin gücü, tam da epigonların onun “taçsız kaldığını”
söylediği yerdedir. Tam da ve ancak kendine yeterli bir bütün olmayıp, bir
“işaret”, “harekete geçirici”, “başlama noktası”, “halka” olduğu için, tam
da bu yüzden sosyalist bir karakteri vardır.
“Elbette sosyalizmin tek ülkede nihai zafere ulaşması imkânsızdır”
diyordu Lenin Ocak 1918’de Üçüncü Sovyetler Kongresinde, “ama başka bir şey
mümkündür: herhangi bir ülkede, tüm ülkelerin emekçi kitlelerini ateşleyecek
bir canlı örnek, bir başlangıç.” Temmuzda Merkez Yürütme Kurulunun bir oturumunda,
“şimdiki görevimiz ... bu sosyalizm meşalesine dört elle öyle sarılmaktır
ki, büyüyen toplumsal devrim yangınına mümkün olduğunca fazla kıvılcım sıçratmaya
devam etsin.” Bir ay sonra bir işçi toplantısında, “(Avrupa’da) devrim büyümekte
... ve biz o başlayana dek Sovyet iktidarını elde tutmalıyız. Bizim hatalarımız
Batı proletaryasına ders olmalıdır.” Birkaç gün sonra bir eğitim işçileri
kongresinde: “Rus devrimi sadece bir örnektir; bir devrim dizisinin sadece
ilk basamağıdır.” Mart 1919’da bir parti kongresinde: “Rus devrimi özünde
dünya çapındaki proleter devrimin ... bir provasıdır.” “Kendinde ve kendisi
için” bir devrim değil, bir meşale, bir ders, sadece bir örnek, sadece bir
ilk adım, sadece bir halka! Bağımsız bir gösteri değil, sadece bir prova!
Ne inatçı ve acımasız bir “taçsız kalma”!
Ama Lenin burada da durmadı; “olur da” diyordu 8 Kasım 1918’de,
“birden bire süpürülüp götürülürsek ... hatalarımızı saklamadan, talihin bize
bahşettiği zamanı tamamen sosyalist dünya devrimi için kullandığımızı söylemeye
hakkımız olacaktır.” Bu görüş, kendilerini sonsuza dek dünyanın merkezine
yerleşmiş sanan epigonların bağnaz kendini beğenmişliğinden hem düşünce yöntemi
hem de siyasal psikoloji açısından ne kadar da uzaktır.
Temel bir sorunda söylenen bir yalan, eğer siyasi çıkarlar
sizi ona sarılmaya zorlarsa, sayısız yanlışa yol açar ve yavaş yavaş tüm düşünce
yapınızı değiştirir.
“Partimizin işçi sınıfına yalan söylemeye hakkı yoktur” diyordu
Stalin, Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulunun 1926’daki bir toplantısında.
“Sosyalizmin ülkemizde inşa edilebileceğine güvenmemenin, iktidardan vazgeçmeye
ve partimizin egemen konumundan muhalefet partisi konumuna geçmesine neden
olacağını dürüstçe açıklamalıyız.” Komünist Enternasyonal bir kararında bu
görüşü kutsadı: “Bu olasılığı (tek ülkede sosyalist bir toplumun kurulması
olasılığını) reddetmek muhalefet adına, Rusya’da sosyalist devrimin önkoşullarını
reddetmekten başka bir şey değildir.” “Önkoşullar”, dünya ekonomisinin genel
koşulları değil, emperyalizmin iç çelişkileri değil, Rusya’da sınıfların karşılıklı
ilişkileri değil, sosyalizmi tek ülkede gerçekleştirmek için peşinen verilen
bir söz oluyor!
1926 sonbaharında epigonların ileri sürdüğü bu teleolojik
argümana 1905’te Menşeviklere verdiğimiz cevabı verebiliriz: “Sınıf mücadelesinin
nesnel gelişimi proletaryayı iki alternatifle karşı karşıya bırakırsa –ya
devlet iktidarının hak ve görevlerini eline al ya da sınıf mevziini teslim
et– sosyal demokrasi devlet iktidarının ele geçirilmesini gündemin başına
yerleştirecektir. Bunu yaparken asla daha derin türden gelişme süreçlerini,
üretimin büyüme ve merkezileşme süreçlerini gözardı etmeyecektir. Ama şöyle
diyecektir: son çözümlemede ekonomik gelişmenin gidişatına dayanan sınıf mücadelesinin
mantığı, burjuvazi ekonomik misyonunu tamamlamadan proletaryayı diktatörlüğe
doğru iterse ... bu sadece tarihin onun sırtına devasa zorlukta bir görev
yüklediği anlamına gelir. Belki proletarya mücadelede tükenip yükünün ağırlığı
altında ezilebilir; belki. Ama sınıfsal yozlaşma ve tüm ülkeyi barbarlığa
sürükleme korkusu yüzünden bu görevleri reddedemez.” Şu an buna ekleyecek
hiçbir şeyimiz yok.
“Ekonomik ve politik güçlerimiz arasındaki uyum bir kere kurulduktan
sonra” diyordu Lenin Mayıs 1918’de , “«buradan» iktidarı ele geçirmememiz
gerektiğini çıkarmak onarılmaz bir hata olur.... Ancak «cam fanus» içinde
yaşayan insanlar bu şekilde düşünür ve hiçbir zaman «uyum» diye bir şeyin
olmayacağını, ne doğanın ne de toplumun evriminde uyuma yer olmadığını, tam
sosyalizmin ancak bir dizi girişim –her biri ayrı ayrı ele alındığında tek
yönlü olacak olan, belli bir uyumdan yoksun olacak olan– sayesinde, tüm ülkelerin
proleterlerinin devrimci işbirliğiyle yaratılacağını unuturlar.” Uluslararası
devrimin karşılaştığı zorluklar, edilgen bir uyarlanmayla, iktidardan vazgeçmekle,
uluslararası ayaklanmayı ulusal bazda izlemek ve beklemekle değil, canlı eylemle,
çelişkilerin üstesinden gelmekle, mücadelenin dinamiğiyle ve çapının genişlemesiyle
aşılır.
Epigonların tarih felsefesini ciddiye alırsak, Bolşeviklerin
Ekim devrimi olmadan önce, bir düşman ordusuyla karşı karşıya kalacaklarını,
askeri komünizmden NEP’e geçeceklerini, ihtiyaç halinde kendi milli sosyalizmlerini
kuracaklarını peşinen bilmeleri lâzımdı. Kısacası, iktidarı ele geçirmeden
önce hesaplarını doğru yapıp muhasebe defterini kapatmalıydılar. Gerçekte
olanlar bu sofu karikatürden çok farklıdır.
1919 Martında parti kongresine sunduğu bir raporda Lenin şöyle
diyordu: “Sık sık el yordamıyla yürümek zorunda kalıyoruz; şöyle bir bakıp
kavramaya çalıştığımız zaman, bu olgu çok açık bir hal alıyor. Ama bu durum
10 Ekim 1917’de iktidarın ele geçirilmesini tartışırken bile bizi bir an olsun
korkutmadı. Troçki yoldaşın deyimiyle deneye girişmek, denemeyi yapmak durumunda
olduğumuzu biliyorduk. Daha önce dünyada kimsenin bu ölçüde üstlenmediği bir
işi üstlenmiştik.” Ve dahası: “Nasıl sona ereceğini bilerek kim devasa bir
devrimi gerçekleştirebilir? Böyle bir bilgiyi nereden alabiliriz ki? Kitaplarda
bulamazsınız. Böyle bir kitap yok. Kararımız ancak kitlelerin deneyiminden
doğabilirdi.”
Bolşevikler, Rusya’nın sosyalist bir toplum yaratacağı garantisini
aramadılar. Buna ihtiyaçları yoktu. Bir işlerine yaramazdı. Bu, Marksizm okulunda
öğrendikleri her şeyle çelişiyordu. “Bolşeviklerin taktikleri” diye yazıyordu
Lenin Kautsky’ye karşı, “yegâne enternasyonal taktiklerdi, çünkü bunlar dünya
devriminden ödlekçe bir korkuya, ona darkafalı bir güvensizliğe dayanmıyorlardı...”
Bolşevikler, “tüm ülkelerde devrimin geliştirilmesi, desteklenmesi, harekete
geçirilmesi için bir ülkede yapılabilecek her şeyi yaptılar.” Böyle bir taktikle
peşinen şaşmaz bir güzergâh çizmek imkânsızdı, ulusal bir zaferi garanti etmek
daha da imkânsız. Ama Bolşevikler, tehlikenin, savaş gibi devrimin de bir
unsuru olduğunun bilincindeydiler. Tehlikeye göz göre göre atıldılar.
Burjuvazinin kendi çıkarları uğruna nasıl cesaretle savaşa
girdiğini bir örnek ve serzeniş olarak dünya proletaryasına anımsatan Lenin,
“kolay bir zaferi «garantilemeden» kavgaya girişmekten korkan” sosyalistleri
nefretle damgalıyordu. “... Uluslararası sosyalizmin böyle düşünen çizme yalayıcıları,
burjuva ahlâkının dalkavukları, üç kere aşağılanmayı hak ediyor.” Çok iyi
bilindiği gibi Lenin, aşırı öfkelendiğinde dahi sözlerini özenle seçmekten
geri durmazdı.
“Ama ne yapacağız” diye Stalin sorgulamaya devam ediyor, “uluslararası
devrim gecikmeye mahkûmsa? Devrimimizin önünde bir çıkış yolu var mı? Troçki
hiçbir çıkış yolu göstermiyor.” Epigonlar Rus proletaryası için tarihsel ayrıcalıklar
istiyorlar: insanlığın geri kalanının akıbeti ne olursa olsun, onun sosyalizme
kesintisiz geçişine yol açılmalıdır. “Eğer olaylara dünya çapında tarihsel
bir ölçekten bakılırsa,” diyordu Lenin partinin Yedinci Kongresinde, “hiç
şüphe yok ki yalnız kaldığı müddetçe devrimimizin nihai zafere ulaşması ...
imkânsızdır.”
Ama bu durumda bile meyvesiz kalmayacaktır. “Emperyalistler
yarın Bolşevik iktidarı devirse bile,” diyordu Lenin Mayıs 1919’da bir öğretmenler
kongresinde, “iktidarı aldığımıza bir an bile pişman olmayacağız. Ve sınıf
bilincine sahip işçilerin bir teki bile ... pişman olmayacak ya da devrimimizin
başarılı olduğundan şüphe etmeyecek.” Zira Lenin, zaferden, mücadelenin gelişiminde
aşama kaydetmeyi anlıyordu. “Yeni toplum ... şu ya da bu sosyalist devleti
yaratmak için atılan farklı ve eksik somut adımlar dizisinde vücut bulan bir
soyutlamadır.” “Sosyalist devlet”le “yeni toplum” arasındaki bu keskin ayrım,
ve bir anlamda karşıtlık, epigon literatürün Lenin’in metinleri üzerindeki
sayısız tahrifatını açıklayacak anahtardır.
İktidarın ele geçirilişinin beşinci yılının sonunda, Lenin,
Bolşevik stratejinin anlamını son derece açık biçimde ifade etti. “Uluslararası
devrimi gerçekleştirmeye başladığımız zaman, devrimin gelişimini öngörebileceğimiz
inancıyla değil, bir dizi durum bizi devrimi yapmaya ittiğinden işe başladık.
Düşüncemiz şuydu: Ya uluslararası devrim imdadımıza yetişecekti ve bu durumda
zaferimiz güvence altına alınacaktı, ya da yenilgi halinde bile devrim davasına
hizmet ettiğimiz ve deneyimimizin diğer devrimlere faydalı olacağı bilinciyle,
kendi mütevazı devrimci çalışmamızı sürdürecektik. Uluslararası dünya devrimi
olmaksızın proleter dönüşümün imkânsız olduğu bizim için çok açıktı. Devrimden
önce de sonra da düşüncemiz şuydu: hemen veya her halükârda çok kısa sürede,
diğer ülkelerde, daha gelişmiş kapitalist ülkelerde devrim başlayacaktır,
yoksa yok olmaya mahkûmuz. Bu bilince rağmen her durumda ve her ne pahasına
olursa olsun sovyet sistemini korumak için her şeyi yaptık. Çünkü sadece kendimiz
için değil, uluslararası devrim için çalıştığımızı biliyorduk. Bunu biliyorduk,
bu inancımızı Ekim devriminden önce de, hemen ardından Brest-Litovsk Barışında
da ifade ettik. Ve genel olarak bu doğruydu.” Tarihler değişti, olayların
akışı pek çok açıdan beklenmedik bir hal aldı, ama temel yönelim değişmedi.
Bu sözlere eklenecek ne var? “Uluslararası devrimi ... başlattık.”
Eğer Batıda bir devrim “hemen veya her halükârda çok kısa sürede” başlamazsa
–diye düşünüyordu Bolşevikler– “yok olmaya mahkûmuz”. Ama o durumda dahi iktidarın
ele geçirilmesi haklı çıkacaktır: yok olanların deneyimlerinden diğerleri
öğrenecektir. “Sadece kendimiz için değil, uluslararası devrim için çalışıyoruz.”
Tamamen enternasyonalizmle dolu bu fikirleri, Lenin Komünist Enternasyonale
açıklıyordu. Ona kimse karşı çıktı mı? Ulusal bir sosyalist toplumun olabilirliğini
kimse çıtlattı mı? Hiç kimse. Tek bir kelime bile!
Beş yıl sonra, Komünist Enternasyonal Merkez Yürütme Kurulunun
yedinci plenumunda Stalin bunlara tamamen zıt fikirler geliştirdi. Bu fikirleri
zaten biliyoruz: Eğer “sosyalizmin ülkemizde inşa edilebileceğine güven” yoksa,
parti “egemen konumundan muhalefet partisi konumuna ...” geçmelidir. İktidarı
ele geçirmeden önce başarı garantisine sahip olmalıyız; bu garanti ancak ulusal
koşullarda aranabilir; sosyalizmin köylü Rusya’da kurulabileceğine güvenmeliyiz;
o zaman dünya proletaryasının zaferine güvenmesek de idare edebiliriz. Düşünce
zincirinin bütün bu halkaları, Bolşevizm geleneğinin yüzüne patlatılan birer
tokattır.
Geçmişten kopuşlarını örtbas etmek için Stalin ekolü, Lenin’in
konuyla en alâkasız bazı satırlarını kullanmaya çalışmıştır. 1915 tarihli
Avrupa Birleşik Devletleri makalesi,
kazara, tek tek ülkelerdeki işçi sınıfının iktidarı ele geçirip diğerlerini
beklemeden sosyalist inşaya girişmesi fikrini ileri sürer. Eğer bu tartışılmaz
satırların ardına ulusal sosyalist toplum fikri gizlenmişse, sonraki yıllarda
Lenin onu nasıl hepten unutmuş ve her adımda onunla çelişmiştir?Ama doğrudan
ifadeler varken, dolaylı çıkarımlara başvurmak gereksizdir. Aynı yıl içinde,
1915’te, Lenin’in kaleme aldığı program tezleri, sorunu açıkça ve doğrudan
cevaplar: “Rusya proletaryasının görevi Rusya’daki burjuva-demokratik devrimi
sonuna kadar götürüp Avrupa’daki sosyalist devrimi alevlendirmektir. Bu ikinci
görev şu anda birinciyle neredeyse iç içe geçmiştir, ama hâlâ özel ve ikinci
bir görevdir, zira bu Rusya proletaryasıyla işbirliği yapan farklı sınıflar
sorunudur. İlk görev için işbirliği yapılacak olan, Rusya’nın küçük-burjuva
köylülüğüdür; ikinci için ise diğer ülkelerin proletaryası.” Bundan daha fazla
açıklık beklenemez.
Lenin’den alıntı yapmaya yönelik ikinci girişim de daha sağlam
temelli değildir. Kooperatifçilik üzerine yarım kalmış bir makalesinde, Sovyet
Cumhuriyeti’nde, yeni devrimler olmadan sosyalizme geçişi tamamlamak için
“gerekli ve yeterli her şeyin” elimizde olduğunu söyler Lenin. Burada mesele,
metinde de açıkça görüldüğü gibi, sosyalizmin politik ve hukuki önkoşullarıdır.
Yazar okuyuculara kültür ve üretimle ilgili önkoşulların yetersiz olduğunu
hatırlatmayı ihmal etmez. Genelde Lenin düşüncelerini defalarca tekrarlar.
“Bizim ... doğrudan sosyalizme geçecek kültürümüz yoktur” diye yazıyordu aynı
dönemde, 1923’ün başlarında, “her ne kadar politik ön koşullara sahipsek de.”
Bu durumda da her zaman olduğu gibi Lenin, Batı proletaryasının sosyalizme
Rus proletaryasıyla birlikte ve onun önünde ilerleyeceği varsayımından hareket
ediyordu. Kooperatifçiliğe ilişkin makale, dünya sosyalist toplumunun çelişkili
ve devrimci gelişim sürecinde yerini almaktansa, Sovyet Cumhuriyeti’nin uyum
içinde ve reformist önlemlerle kendi ulusal sosyalizmini yaratması gerektiğini
ima etmez. Komünist Enternasyonal’in program metnine dahi girmiş olan her
iki alıntı, uzun süre önce Programın Eleştirisi adlı makalemizde açıklanmıştı
ve hasımlarımız kendi çarpıtma ve hatalarını savunmaya hiç kalkışmadılar.
Zaten böyle bir girişim çok ümitsiz olurdu.
Mart 1923’te –yaratıcı çalışmasının bu son döneminde– Lenin
şöyle yazıyordu: “Şu anda ... şu soruyla karşı karşıyayız: Batı Avrupa’nın
kapitalist ülkeleri sosyalizme doğru gelişmelerini tamamlayana kadar, küçük,
çok küçük köylü üretimimizle, yıkıntı halimizle dayanabilecek miyiz?” Yine
aynı şeyi görüyoruz: tarihler kayıyor, olaylar ağı değişiyor, ama politikanın
enternasyonal temeli hiç sarsılmıyor. Uluslararası devrime olan inancı –Stalin’e
göre “Rus devriminin iç güçlerine güvensizlik”– büyük enternasyonalisti mezarına
kadar takip etti. Epigonlar ancak Lenin’i mozolesine gömdükten sonra, onun
görüşlerini ulusallaştırabildiler.
Uluslararası işbölümünden, farklı ülkelerin gelişimlerinin
eşitsizliğinden, karşılıklı ekonomik bağımlılıklarından, farklı ülkelerde
kültürün farklı yönlerinin eşitsizliğinden, günümüzün üretici güçlerinin dinamiğinden
çıkan odur ki, sosyalist yapı, ancak bir ekonomik spiral sistemiyle, ancak
tek bir ülkenin iç dengesizliklerini bütün bir ülkeler grubuna mal etmekle,
ancak farklı ülkeler arasında karşılıklı yardımlaşmayla ve sanayi ve kültürün
farklı dallarının karşılıklı olarak birbirini tamamlamasıyla, yani son çözümlemede
ancak dünya arenasında inşa edilebilir.
1903’te kabul edilen eski parti programı şu sözlerle başlıyordu:
“Mübadelenin gelişimi uygar dünyanın halkları arasında o kadar güçlü bağlar
kurmuştur ki, proletaryanın büyük özgürleşme hareketi enternasyonal bir karakter
almalıdır ve çoktan almıştır....” Yaklaşan sosyal devrime proletaryanın hazırlanması
“uluslararası sosyal demokrasinin” görevi olarak tanımlanmıştır. Ne var ki,
“ortak nihai hedeflerine giden yolda ... farklı ülkelerin sosyal demokrasileri
kendilerine farklı acil görevler biçmeliler.” Rusya’da çarlığın yıkılması
böyle bir görevdir. Demokratik devrim, böylelikle peşinen, uluslararası bir
sosyalist devrime doğru ulusal bir adım olarak kabul edilmiştir.
İktidarın ele geçirilmesinden sonra partinin benimsediği programın
altında yatan da aynı kavrayıştır. Bu programın bir ön taslağının tartışıldığı
Yedinci Kongrede Milyutin, Lenin’in kararında bir düzeltme yapmayı önerdi:
“Ben, «toplumsal devrim çağı artık başlamıştır» lafının geçtiği yere, «uluslararası
sosyalist devrim» sözcüklerinin eklenmesini öneriyorum ... Bunu tartışmak
bence gereksiz.... Toplumsal devrimimiz ancak bir uluslararası devrim olarak
zafere ulaşabilir. Devrim, çevre ülkelerdeki burjuva yapılara dokunmadan,
tek başına Rusya’da başarılı olamaz ... Yanlış anlaşılmayı önlemek için bunun
eklenmesini öneriyorum.” Başkan Sverdlov: “Yoldaş Lenin bu eklemeyi kabul
ediyor, dolayısıyla oylama gereksiz.” Parlamento tekniklerinin küçük bir örneği
bile (“tartışmak gereksiz” ve “oylama gereksiz”), epigonların sahte tarihçesini
belki de en itinalı araştırmadan daha iyi yalanlıyor! Yukarıda bahsettiğimiz
Skvortzov-Stepanov ve yüzlercesi, binlercesi gibi Milyutin’in de, kısa süre
sonra kendi fikirlerini “Troçkizm” diye lanetlemesi gerçekleri değiştirmez.
Büyük tarihsel akımlar insanın belkemiğinden daha güçlüdür. Tüm politik nesiller
medle yükselir, cezirle alçalır. Öte yandan fikirler, taşıyıcılarının fiziki
ve ruhi ölümünden sonra da yaşama yeteneğindedirler. Bir yıl sonra, yeni bir
programı resmen kabul eden Sekizinci Parti Kongresinde, aynı sorun Lenin’le
Podbelskiy arasındaki sert tartışmada tekrar gündeme geldi. Moskova delegesi,
Ekim’deki altüst oluşa rağmen programın devrimden gelecek zaman kipinde bahsetmesine
karşı çıkıyordu. “Podbelskiy” diyordu Lenin, “bir paragrafında programın yaklaşmakta
olan toplumsal devrimden bahsetmesi gerçeğine saldırıyor.... Argümanı
son derece mantıksız, zira programımızda dünya çapındaki toplumsal devrimden
bahsediyoruz.” Gerçeği söylemek gerekirse, parti tarihi epigonlar için saklanacak
tek bir boş köşe bırakmıyor!
1921’de kabul edilen Komünist Gençlik Programında aynı sorun
özellikle kolay anlaşılır ve basit biçimde ortaya konuyor: “Rusya” diyor bir
paragraf, “devasa doğal kaynaklar barındırmasına rağmen yine de sanayi bakımından
küçük-burjuva nüfusun çoğunlukta olduğu geri bir ülkedir. Sosyalizme ancak
sosyalist dünya devrimi aracılığıyla varabilir ve bu çağa da girmiş bulunuyoruz.”
Zamanında Lenin, Troçki ve de Stalin’in katılımıyla Politbüro tarafından kabul
edilen bu program, Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulunun tek ülkede sosyalizmin
kabul edilmeyişini ölümcül bir günah olarak ilân ettiği 1926 yılında hâlâ
geçerliliğini korumaktaydı.
Ama sonraki iki yılda, epigonlar Lenin döneminin programını
arşive tıkmak zorunda kaldılar. Yamalı bohça olan yeni belgelerine, Komünist
Enternasyonal programı dediler. Lenin’le birlikte hazırlanan “Rus” programı
enternasyonal devrimden bahsederken, epigonların enternasyonal programı “Rus”
sosyalizminden bahsediyor.
Peki ilkinden kopuş ne zaman ve nasıl ortaya çıktı? Tarihsel
olarak bunu saptamak kolay, çünkü Stalin’in biyografisindeki bir dönüm noktasına
tekabül eder. Lenin’in ölümünden üç ay sonra, Nisan 1924’te bile Stalin tevazu
içinde partinin geleneksel fikirlerini anlatıyordu: “Tek ülkede burjuvazinin
iktidarını devirmek ve proletarya iktidarını kurmak” diye yazıyordu Leninizmin
Sorunları’nda, “sosyalizmin tam zaferini garanti etmek anlamına gelmez.
Sosyalizmin en temel görevi –sosyalist üretimin örgütlenmesi– hâlâ önümüzde
duruyor. Bu görev gerçekleştirilebilir mi? Birkaç ileri ülkenin birleşik çabaları
olmadan tek ülkede sosyalizmin nihai zaferine ulaşmak mümkün müdür? Hayır,
değildir. Tek ülkenin çabaları burjuvazinin devrilmesi için yeterlidir, bizim
devrimimizin tarihi de bunu gösteriyor. Sosyalizmin nihai zaferi için, sosyalist
üretimin örgütlenmesi için, tek bir ülkenin, özellikle Rusya gibi bir köylü
ülkesinin çabaları yetersizdir; bunun için birkaç ileri ülkenin proleterlerinin
birleşik çabalarına ihtiyacımız var.” Stalin bu fikirleri sıralamayı şu sözlerle
bitirir: “Genel olarak Leninist proleter devrim teorisinin karakteristik özellikleri
bunlardır.”
Aynı yılın sonbaharında, Troçkizmle mücadelenin etkisi altında,
aniden, Rusya’nın, diğerlerinden farklı olan, eğer müdahaleyle engel olunmazsa
sosyalist toplumu kendi güçleriyle inşa edebilecek bir ülke olduğu keşfedildi.
Aynı eserin yeni baskısında Stalin şöyle yazıyordu: “Kendi gücünü pekiştirerek
ve köylülüğe önderlik ederek, muzaffer ülkenin proletaryası sosyalist bir
toplumu inşa edebilir ve etmelidir.” Edebilir ve etmelidir! Sadece “müdahaleye
karşı ülkeyi tamamen korumak için ... en azından birkaç ülkede ... devrimin
zaferi gereklidir.” Dünya proletaryasına sınır polisi rolü biçen bu yeni düşüncenin
ilânı, şu aynı sözlerle son bulur: “Genel olarak Leninist proleter devrim
teorisinin karakteristik özellikleri bunlardır.” Bir yıl zarfında, Stalin,
sosyalizmin temel bir sorununda Lenin’e iki zıt fikir isnat etmiştir.
1927’de, Merkez Komitenin bir genel oturumunda Troçki, Stalin’in
bu iki çelişkili fikri hakkında şunları diyordu: “Stalin’in bir hata yaptığını
ve sonra hatasını düzelttiğini söyleyebilirsiniz. Ama böyle bir konuda böyle bir hatayı nasıl yaptı? Lenin’in daha 1915’te tek ülkede sosyalizmin
inşası teorisini ilân ettiği doğru olsaydı (ki tamamen yanlıştır), eğer ondan
sonra Lenin’in sadece bu bakış açısını güçlendirip geliştirmiş olduğu doğru
olsaydı (ki tamamen yanlıştır), o zaman sormalıyız, nasıl oluyor da Stalin
bu önemli konuda Lenin’in sağlığında, yaşamının son döneminde, 1924’ten kalma
alıntıda ifade ettiği fikirleri geliştirebiliyor? Görünen o ki Stalin bu meselede
daima bir Troçkist olmuştu, bundan ancak 1924’ten sonra vazgeçti. Stalin kendi
yazılarından 1924’ten önce sosyalizmin tek ülkede inşasıyla ilgili bir şeyler
söylediğini gösteren bir alıntı yapabilseydi iyi olurdu. Ama böyle bir şey
bulamaz!” Bu meydan okuma cevapsız kaldı.
Ne var ki, Stalin’in yaptığı dönüşün gerçek derinliğini abartmamalıyız.
Tıpkı savaş konusunda, geçici hükümetle ilişkilerimiz konusunda, ulusal sorun
konusunda olduğu gibi, genel devrim perspektifinde de Stalin’in iki farklı
duruşu vardı: biri bağımsız, organik, her zaman dile getirilmeyen, en azından
hiçbir zaman tam olarak dile getirilmeyen, diğeri ise koşullara bağlı, laf
cambazlığına dayanan ve Lenin’den aşırılma. Bir ve aynı partiye mensup iki
insan arasında, hem devrimci kavrayışın temel sorunlarında hem de politik
psikolojide Stalin’i Lenin’den ayıran uçurumdan daha büyüğünü hayal etmek
güçtür. Stalin’in oportünist karakteri, şimdi, iktidarının muzaffer bir proleter
devrime yaslanmasıyla gizleniyor. Ama Mart 1917’de Stalin’in bağımsız tavrını
gördük. Burjuva devrimi çoktan geride kalmışken, partiye burjuvazinin “dağılmasını
frenleme” –yani proleter devrime karşı direnme– görevini biçti. Eğer proleter
devrim gerçekleştiyse, bu onun hatası değildir. Ama Stalin tüm bürokrasiyle
birlikte olmuş bitmiş olgu temelinde tavır almıştır. Proletarya diktatörlüğü
varsa, sosyalizm de olmalıdır. Rusya’da proleter devrime karşı Menşeviklerin
öne sürdüğü argümanı tersyüz eden Stalin, tek ülkede sosyalizm teorisiyle
kendini uluslararası devrimin önüne barikat olarak dikti. Ve hiçbir prensip
meselesini sonuna kadar düşünmediğinden, “özünde” hep 1924 sonbaharında düşündüğü
gibi düşündüğünü sanmaktan kendini alamazdı. Dahası hiçbir zaman partideki
egemen fikirle çelişkiye düşmediğinden, partinin de “özünde” kendisi gibi
düşündüğünü sanmaktan kendini alamazdı.
İlk ikame bilinçsizdi. Tahrifat değil, ideolojik bir geri
adım söz konusuydu. Ama ulusal sosyalizm kuramı, donanımlı bir eleştiriyle
karşılaştığı oranda, aygıt adına örgütlü ve ciddi bir cerrahi müdahale gerekli
oldu. Ulusal sosyalizm teorisi o zaman buyruldu. Bu, tersinin olamayacağını
gösterme yöntemiyle –hemfikir olmayanları tutuklayarak– ispat edildi. Aynı
zamanda partinin geçmişinin sistematik olarak yeniden yazıldığı bir dönem
açıldı. Parti tarihi bir yaz-boz tahtasına çevrildi. Bu tahrifat hâlâ, hatta
artan bir çılgınlıkla sürüyor.
Ama asıl etken, baskılar veya tahrifatlar değildi. Bürokrasinin
durumuna ve çıkarlarına tekabül eden yeni fikirlerin zaferi, geçici fakat
son derece güçlü olan nesnel koşullara dayanıyordu. Sovyet Cumhuriyeti’nin
önüne, hem iç hem dış politikada, devrimden önce hiç kimsenin tahmin edemediği
ölçüde önemli bir rol oynama fırsatı çıkmıştı. Yalıtılmış işçi devleti, düşmanlardan
oluşan bir kalabalığın ortasında kendini korumakla kalmamış, ekonomik olarak
yükselmişti de. Bu ezici gerçek henüz tarihsel düşünmeyi –yani karşılaştırıp
öngörmeyi– öğrenmemiş olan genç nesillerin toplumsal fikrini oluşturdu.
Avrupa burjuvazisi son savaşta, bir başkasını kolay kolay
göze alamayacak denli yıpranmıştı. Devrimci sonuçlardan korkulması, o ana
dek askeri müdahale planlarını felce uğratmıştı. Ama korku unsuru çok istikrarsızdır.
Devrim tehdidi hiçbir zaman devrimin yerini almamıştır. Uzun süre gerçekleşmeyen
bir tehdit etkisini yitirir. Aynı zamanda işçi devletiyle emperyalist dünya
arasındaki uzlaşmaz karşıtlık yüzeye çıkmaya başlamaktadır. Son olaylar o
kadar etkili olmuştur ki, sosyalist yapının tamamlanmasına kadar dünya burjuvazisini
“tarafsızlaştırma” umudu şu anki egemen hizip tarafından terk edilmiştir;
hatta bir ölçüde zıddına dönüşmüştür.
Bu barış yıllarında elde edilen sınai başarılar, planlı ekonominin
eşsiz avantajlarının çürütülemez kanıtıdır. Bu gerçek hiçbir suretle devrimin
uluslararası karakteriyle çelişmez, unsurları ve dayanak noktaları ayrı ayrı
ülkelerde hazırlanmadıkça, sosyalizm dünya arenasında gerçekleşmeyecektir.
Ulusal sosyalizm teorisinin düşmanlarının, aynı zamanda sanayileşmenin, planlama
ilkesinin, Beş Yıllık Planın ve kolektifleştirmenin taraftarı olması tesadüf
değildir. Rakovski ve onunla birlikte binlerce diğer Bolşevik, cesur bir sınai
atılım için verdikleri mücadelenin bedelini yıllarca süren hapislik ve sürgünle
ödüyorlar. Öte yandan onlar da ulaşılan sonuçların abartılmasına ve kendini
beğenmişliğe sebep olmasına ilk karşı çıkanlardandılar. Diğer taraftan önceleri
geri Rusya proletaryasının iktidarı ele geçiremeyeceğini düşünen, iktidarın
ele geçirilmesinin ardından da geniş sanayileşme ve kolektifleştirme imkânını
reddeden güvensiz ve basiretsiz “pratik düşünceliler”, sonradan tam tersi
bir pozisyon aldılar. Kendi beklentilerinin aksine başarılar kazanılınca,
hemencecik Beş Yıllık Planları ardarda dizerek, tarihsel perspektifin yerine
çarpım tablosunu koydular. İşte tek ülkede sosyalizm teorisi budur.
Gerçekte bugünkü Sovyet ekonomisinin büyümesi hâlâ çelişkili
bir süreçtir. Ekonomik başarılar işçi devletini güçlendirmekle beraber, kesinlikle
otomatik olarak uyumlu bir toplum yaratılmasıyla sonuçlanmaz. Tam tersine,
bunlar, yalıtılmış bir sosyalist yapıdaki çelişkilerin daha yüksek bir düzeyde
keskinleşmesini hazırlıyorlar. Daha önce olduğu gibi şimdi de, Kır Rusya’sının
şehir Avrupa’sıyla ortak bir sanayi planına ihtiyacı var. Uluslararası işbölümü
tek bir ülkedeki proletarya diktatörlüğünün önüne dikilir ve ona gideceği
yönü gösterir. Ekim devrimi, Rusya’yı insanlığın geri kalanının gelişiminden
yalıtmamış, tersine ona daha sıkı bağlamıştır. Rusya barbarlığın gettosu değildir,
ama henüz sosyalizmin Arkadhia’sı[3] da değildir. Geçiş çağımızın en geçici ülkesidir. “Rus devrimi
sadece uluslararası devrim zincirinde bir halkadır.” Dünya ekonomisinin bugünkü
durumu şunu tereddütsüz söylememize izin veriyor: Kapitalizm proleter devrime
Sovyetler Birliği’nin sosyalizme olduğundan daha yakındır. İlk işçi devletinin
kaderi, Batıdaki ve Doğudaki özgürlük hareketinin kaderine sıkı sıkıya bağlıdır.
Ama bu önemli konu ayrıca araştırmayı hak ediyor. Ona daha sonra dönmeyi umuyoruz.
[Bu yazı Troçki’nin Rus Devriminin Tarihi adlı eseri
için kaleme aldığı 2 nolu ektir.]
Çeviri Tarihi: Ocak 2001
[1] 1807
Temmuzunda Rusya ile Fransa ve Fransa ile Prusya arasında, Tilsit’te (eski
Doğu Prusya’da) imzalanan anlaşmalara atıfta bulunuluyor. (çn.)
[2] Spartalı
gibi, güçlüklere dayanan, yılmaz. (çn.)
[3] “Mutluluk
beldesi” imgesi olarak kullanılan ve Mora yarımadasının ortasında yer alan
tarihi bir bölge. (çn.)