Afganistan: Tarihsel Bir Bakış
Doktor Zayar
Afganistan’da devam eden mevcut savaşı anlamak için, bu trajik
toprakların tarihini şekillendiren faktörleri göz önünde bulundurmak gerekir.
Afgan tarihi, Afganistan’ı art arda zapteden istilâcılar sayesinde
pek çok iniş çıkıştan geçmiştir. Bazıları gelip giderken, bazıları da yerel
halkla bütünleşip kaynaştı. Afganistan Güney Asya’ya giriş kapısıydı. Yirminci
yüzyılın başlarında Hindistan’ın İngiliz genel valisi Afganistan’ı “Asya’nın
kokpiti” olarak adlandırırken, ünlü şair İkbal, Afganistan’ı “Asya’nın kalbi”
olarak betimliyordu.
Batıdan ve kuzey batıdan dalgalar halinde gelen Ariler, eski
kültürü ve uygarlıkları silip süpürdü ve yeni bir kültürün temellerini attı.
Bu topraklar en eski dinlerden olan Zoroastranizm, Maniçanizm ve Budizmin geliştiği
topraklardı.
MS 654’te Arap orduları Afganistan’a doğru hızla ilerlediler
ve İslam mesajını taşıyarak Amu Derya ırmağına ulaştılar. Bu yeni dinin süratle
başarı kazanmasının nedenlerini anlamak zor değildir. İran’a ve Afganistan’a
egemen olan Sasani İmparatorluğu, parlak başarılarına rağmen, ezilen halk üzerinde
aşırı baskılar uyguluyordu.
Son 2500 yıl içinde Afganistan’da en az yirmi beş değişik
hanedanlık hüküm sürdü. Cengiz Han ve Moğollarını, Persler, Yunanlılar, İskitler,
Partlar, Hintliler, Beyaz Hunlar ve Türkler takip etti. Bunların hepsi de, Afganistan’ın
bugünkü durumuna kısmen ya da tamamen şekil veren, Akdeniz’den Hint alt-kıtasına
veya Hindistan’dan Orta Asya’nın bozkırlarına kadar uzanan çok geniş ancak kısa
ömürlü imparatorluklardı.
Her bir yeni istilâ veya göç, yüzyıllar boyunca şaşırtıcı
karmaşıklıkta bir etnik mozaik yaratarak, arkasında, ya yerli halkları melezleştiren
ya da onları dağlara çekilmeye zorlayan yerleşimciler biçimindeki kendi etnik
tortularını bıraktı.
Afganistan, kabaca Fransa boyutlarında olan ve her tarafı
kara ile kuşatılmış bir ülkedir. Hindu Kuş ve Pamir sıradağları Afganistan’ı
kuzey ve güney olmak üzere ikiye böler. 1979’da (yükselen devrimin ardından)
yapılan ilk ve son nüfus sayımına göre, Afganistan’ın toplam nüfusu 15,5 milyondu.
Yirmi dil konuşulmasına rağmen, insanların çoğu iki dili anlamaktadır: Paşto
ve Farsçanın özel bir lehçesi olan Dari dili.
Baskın etnik grup olan Paştunlar ülkenin güneyinde otururlar.
Ülkenin kuzeyinde ise, aynı etnik ilişkiyle Orta Asya’dakilere bağlanan üç temel
etnik grup vardır. Badgiş eyaletindeki küçük Türkmen nüfus Türkmenistan’la,
Mezar-ı Şerif merkezli orta kuzey bölgedeki daha büyük Özbek nüfus Özbekistan’la,
kuzey Afganistan Tacikleri de Tacikistan’la ilişkidedirler.
On sekizinci yüzyılın başlarında, Güney Afganistan’da, iki
önemli yerel güç olan Abdaliler ve Gazeliler ortaya çıktı. 200 yıl boyunca kabileler
ve alt-kabileler, kendi amansız kan davalarıyla boğuşmuş ya da Afganistan’a
gelip savaşan üç güçlü yabancı imparatorluk –Moğollar, İranlı Safeviler ve Orta
Asya’nın Özbek hükümdarları– tarafından şu ya da bu ölçüde denetim altına alınmıştı.
İranlı fatih Nadir Şah’ın 1747’de öldürülmesinin ardından, bu üç imparatorluk
da buhar olmuştu. Nadir Şah’ın Ekim 1747’de ölümünün yarattığı politik boşluğu
doldurmak için, kral belirlemek üzere Kandahar’da bir kabile reisleri Jirga’sı
(meclis) toplandı. Jirga, Nadir Şah’ın ordusunda hizmet veren genç bir
savaşçı olan Ahmet Han’ı seçti. Ahmet Han, türbanına takılan bir buğday başağıyla
kral ilân edildi ve Ahmet Şah Dürrani ismini aldı. Ahmet Şah modern Afgan devletinin
kurucusuydu ve fetihlerine önde gelen güç olan Paştunlar da dahildir. Onun ölümünden
sonra imparatorluk hizipsel kabile savaşlarıyla parçalanmıştır.
1780’de Dürrani İmparatorluğu, Orta Asya hükümdarlarıyla,
Amu Derya ırmağının Orta Asya ile yeni Afganistan devleti arasında sınır olarak
tayin edildiği bir anlaşma yapmıştı. Sonraki yüzyılda Dürrani imparatorları
İndus ırmağının doğusundaki topraklarını kaybettiler.
Çeşitli Dürrani klanları arasındaki kan davaları, güçlerinin
boşa harcanmasına yol açtı. Kuzeni Davud Han’ın kral Zahir Şah’ı tahtan indirip
Afganistan’da cumhuriyet ilân ettiği 1973’e kadar, Afganistan’da 200 yıl boyunca
şu ya da bu Dürrani klanı egemenliğini sürdürdü.
Afganistan’a sonunda bir ulusal birlik görünüşü veren, her
şeyden çok Avrupa emperyalizmi oldu. Ahmet Şah’ın fethinden kısa bir süre sonra,
Hindistan’da, Clive’ın Plassey’deki zaferi, İngiltere’nin Afganistan’ı egemenliği
altına almak için amansız yürüyüşünü başlattı.
Avrupa’da Napolyon gücünün doruklarındaydı. Çar I. Aleksandr
ile 1807’de Tilsit anlaşmasını imzaladılar ve Hindistan’a ortak bir akın yapmayı
planladılar. Bu tehlike, İngilizleri Afgan hükümdarlarla dostane bir anlaşma
yapmaya sevk etti. Elphinstone, ona verilen özel bir görevle, güncel savunma
yolları ve araçlarını tartışmak için Peşaver’de Şah Şuja ile görüştü ve 7 Haziran
1809’da bir anlaşma imzalandı. Ancak anlaşmanın mürekkebi bile kurumadan Şah
Şuja iktidarı kaybetti. Şah Şuja yakayı kurtarmayı başardı ve Lahor’a kaçarak
İngilizlere sığındı.
1821-33’te bir İngiliz görevlisi olan A. Barnes, Afganistan’ı,
Buhara’yı ve Türkmenistan’ı ziyaret etti. Daha önce Lahor’daki Maharaja Ranjit
Singh’in mahkemesine gelmişti. Barnes aslında topografya ve bununla ilişkili
diğer askeri görevler üzerinde çalışmak üzere görevlendirilmişti. Mayıs 1836’da
Afganistan Kralı Dost Muhammet Rusya’ya bir elçi gönderdi. Elçi, Rusya’dan,
Çar I. Nikola’nın Rusya, İran ve Afganistan arasında işbirliği öneren mesajını
getiren bir Rus görevlisi olan Yüzbaşı Yan Vitkerich ile birlikte döndü. Dost
Muhammet Rusya’ya elçi gönderdiğinde, Kâbil’de bir İngiliz elçisi ortaya çıktı.
Bu, Dost Muhammet’i yenmekle görevlendirilmiş olan Yüzbaşı A. Barnes’tan başkası
değildi.
Afgan-İngiliz görüşmeleri bir anlaşma yapılmaksızın son buldu.
Dost Muhammet I. Nikola’nın teklifini kabul etti. Bu İngiltere’yi kızdırdı ve
bir kez daha Afganistan’a saldırmak için Şah Şuja’yı desteklemeye başladılar.
İngiltere, Maharaja Ranjit Singh ve Şah Şuja arasında bir anlaşma imzalandı.
İngiliz emperyalizmi ve Ranjit Singh, Şuja’yı atadan kalma tahta tekrar oturtmaya
söz verdiler. Firozpur’da toplanan İngiliz güçleri 2 Kasım 1838’de Kandahar’a
doğru yürümeye başladılar. Karl Marx şöyle kaydeder: “Palmerton (İngiltere başbakanı)
parlamentonun bilgisi dışında savaşa girdi. Afgan savaşı, sahte belgelerle hafifletildi
ve haklı gösterildi.”
25 Nisan 1839’da İngiliz birlikleri şiddetli bir savaşın ardından
Kandahar’ı ele geçirdiler ve Şuja’yı kral olarak atadılar. Ancak Kâbil’de, Cakar-Celalabat
yakınlarında şiddetli bir dirençle karşılaştılar. Afgan halkı onlara dört bir
yandan saldırdı. 15.000 İngiliz birliğinden sadece biri Celalabad’a ulaştı.
13 Ocak 1842’de, nöbetçiler, lime lime olmuş bir İngiliz üniforması içinde,
acınacak haldeki bir atın üzerinde bir adam fark ettiler; at da adam da ümitsiz
bir şekilde yaralanmıştı. Bu adam, üç hafta önce Kâbil’den ayrılan 15.000 kişi
içinde hayatta kalan tek insan olan Dr. Brydon’du. Açlıktan ölmek üzereydi,
diye yazar Karl Marx Hindistan tarihi üzerine yazdığı ünlü notlarında.
Afgan kuvvetleri Kandahar’ı kuşattı. Nisan 1842’de Şuja, Bala
Hisar kalesinde yakalandı. İngiliz kuvvetleri ilk İngiliz-Afgan savaşında çok
kötü bir şekilde yenilmişlerdi. Tarihten ders almayı öğrenmek zordur. İngilizler
bile Afganistan’a yaptıkları ilk müdahalenin feci sonuçlarını çabucak unuttular.
Gelecek 50 yıl boyunca İngiliz politikası iki aşırı uç arasında bocaladı. Bir
düşünce okulu, karışıklık çıkaran halkı Hindistan’ın kuzeybatı sınırında kendi
başlarına bırakma taraftarıydı.
Diğeri ise, sınırlarını kuzeyde Hindu Kuş’a kadar genişletmedikçe
Hindistan’ın hiçbir zaman güvende olamayacağını savunuyordu. 1860’larda Rusya’nın
yeniden güneye doğru yürümeye başlaması, 1878’deki ilerleme politikasını güçlendirdi.
Bir Rus diplomatik heyetinin 21 Kasım 1878’de Kâbil’e gelmesi, bunu daha da
teşvik etti. İngiliz ordusu Afganistan’ı ikinci kez istilâ etti. Ancak Afganlar
ikinci İngiliz istilâsını bu kez de bozguna uğrattılar. Halk yine isyan etti
ve Kâbil’de genel bir ayaklanma oldu; Binbaşı Cavagnari ve İngiliz ordu heyetinin
kurmayları öldürüldü. Kâbil’in yeni hükümdarı olan Abdul Rahman Han, ironik
bir şekilde, Rus üniforması giyerek ve askeri yardım teklifiyle doğrudan Rusya’dan
geldi. İkinci İngiliz-Afgan savaşı olan 1878-80 savaşı Afganistan’ı İngiliz
kontrolü altına sokamasa da, en azından Kâbil’de bir dereceye kadar dostça bir
rejim kurdu.
Abdul Rahman Han’ın, ülkesinin nazik konumuna ilişkin hiçbir
yanılsaması yoktu. İki aslan arasında kalan bir keçi ya da iki değirmen taşı
arasındaki bir buğday tanesi misali Afganistan gibi küçük bir güç, nasıl olur
da iki taş arasında toz haline gelmeden kalabilir? diye yazıyordu otobiyografisinde.
Haleflerine önerebileceği tek çözüm, dikkatli bir politika izlemeleri veya tarafsız
kalmaları, Afganistan’ın iki büyük komşusunun düşmanlığından kaçınmaları ve
bunların ülkenin içişlerine karışmalarına engel olmalarıydı. İngilizler Afgan
halkına boyun eğdirme amaçlarından vazgeçmediler. Birkaç yıl içinde büyük bir
İngiliz kuvveti Afganistan’ın doğu ve güney sınırlarına gelip dayandı. Ve 12
Kasım 1893’te de, İngiliz hükümetinin Hindistan’daki dışişleri sekreterlerinde
biri olan Henry Durand buraya ulaştı. Emir Abdul Rahman Han Afganistan’ın yeni
sınırını kabul emek zorunda kaldı. Durand hattı olarak adlandırılan bir hat,
yeni sınır çizgisi olarak belirlendi ve Afganistan’ı nüfusunun üçte birinden
mahrum bıraktı. Durand hattı Afgan halkını yapay bir şekilde böldü ve doğal
olmayan bir sınır yarattı. Sonraki kırk yıl boyunca, 1919’daki üçüncü Afgan
savaşına kadar, Afganistan İngilizlerin hamiliği altında kaldı.
1905 Rus devriminin Afganistan üzerinde de etkisi olmuştu.
Afganistan’da ve Türkiye’de bir reform hareketi başladı. Nasirullah Han’ın kardeşi
Kral Habibullah, 1901’de Siraj-ul Akber gazetesini yayımlamaya başlayan Tarsi
grubunda aktif bir rol aldı. Bu, ilerici unsurlar ve vatansever subaylar arasında
çok popüler oldu. Genç Türklerin sesi haline geldi. Gerçekten bu dönem, Lenin’in
de süreci tanımladığı gibi, Asya’nın uyanış dönemiydi: “Hindistan’daki birçok
radikal grup anti-emperyalist bir cephe kurmak için Afganistan’a göç etti. 1917
Kasımında, tüm dünyayı, özellikle de Asya’yı sarsan Ekim Devrimi, Rusya’da yeni
bir dönem açtı. Yeni bir çağ başladı ve boyunduruk altındaki diğer birçok ülke
gibi Afganistan da bundan son derece etkilendi.”
Bolşevik devrimi Asyalı halk yığınları arasında umutları canlandırdı.
Kral Amanullah Bolşevik devriminden o kadar çok etkilendi ki, Afganistan’ın
bağımsızlığını ilân etti. Sovyetler Birliği Amanullah hükümetini tanıdı.
Bolşevikler, yaptıkları işler sayesinde, özellikle Doğu’nun
çalışan kitlelerinin dostu olduklarını gösterdiler. Ancak Afganistan’ın bağımsızlığı
İngiliz emperyalizmi tarafından gerçekten kabul edilmedi. Hindistan’daki Afgan
elçisi, dışişleri sekreteri Henry Dobbas tarafından çağırıldı ve bir Bolşevik
büyükelçisinin Kâbil’e gelmesine Afganistan’ın neden izin verdiği soruldu. Afgan
elçisi bunun sebebinin Afganistan’ın bağımsız olması olduğunu söylediği zaman,
Dobbas, Amerika, Fransa ve İtalya’nın da bağımsız olduğuna, ama bunların Bolşevik
elçilerin oralara gitmesine izin vermediğine işaret etti! Dobbas, Amanullah’ın
bayrağının kırmızı olduğuna ve bunun aynı zamanda Bolşeviklerin bayraklarının
da rengi olduğuna dikkat çekti. 28 Şubat 1921’de Afganistan ve Sovyet Rusya
arasında bir dostluk anlaşması imzalandı. Çok kısa bir süre sonra Amanullah
Asya’da popüler oldu.
Moskova’da Afgan-Türk dostluk anlaşmasının imzalanmasından
sonra, Afgan elçisi Batı’ya hareket etti. 28 Nisanda Paris’te bir Afgan-Fransız
ticaret anlaşması ve 3 Haziranda İtalya’yla diplomatik ilişkilerin kurulmasına
ilişkin bir anlaşma imzaladı. 22 Haziranda Tahran’da İran’la bir dostluk anlaşması
imzalandı.
Afganistan, tarihinde ilk olarak, İngiliz ikiyüzlülüğü tarafından
sıradağlar arasında yalıtıklaştırılmaktan kurtuluyordu ve bunların hepsi Ekim
devrimi sayesindeydi. 22 Kasımda, Afganistan ve İngiltere arasında, dış politika
da dahil olmak üzere Afganistan’ın tam bağımsızlığının tanındığı bir anlaşma
imzalandı. Yardım ödenekleri kaldırıldı, ancak 1893 sınırı (Durand Hattı) yeniden
onaylandı.
Amanullah Afganistan’da ilerici reformlar gerçekleştirdi.
Afganistan’ın laik bir devlet olduğunu ilân etti. Devlet işlerinde din adamlarının
rolü azaltıldı ve mollaların ve kabile şeflerinin topraklarına sınırlama getirildi.
Daha önce vergi vermekten muaf olan bazı kabilelere vergi konuldu. Bir bankacılık
sistemi getirildi. Kölelik yasaklandı, hem kadın özgürlükleri konusunda hem
de eğitim alanında reformlar başlatıldı. Amanullah 1928’de altı aylık bir Avrupa
turuna çıktı. Ziyaretleri sırasında ticaret anlaşmaları yaptığı gibi, Batı’dan
yeni ekonomik paketler de aldı.
Bu reformlar, tüm geleneksel kabile toplumunu sarstı. En çok
etkilenenler mollalardı. Vakıf topraklarına el konuldu, mollaların hakimiyetleri
azaltıldı ve bağımsız mahkemeler kuruldu. Kadınların eğitiminin yaygınlaşması
da bunların toplumsal pozisyonlarını tehdit ediyordu. Bunlar, feodal lordlarla
birlikte, sonunda Amanullah’ın devrilmesine neden olan İngiliz emperyalizminin
de desteğiyle gericiliğin çekirdeğini oluşturuyorlardı.
Anarşik durumdan avantaj elde eden kişi, başkentin kuzeyindeki
vadilerden birinden olan, Baça Saqa (“su taşıyıcısının oğlu”) takma adlı bir
Tacik eşkıya idi. Saqa, en azından Taciklerin gözünde, zengin yolcuları ve kraliyet
yetkililerini soymakla ve ganimetin bir parçasını fakirlere dağıtmakla ün salmış
Robin Hood benzeri bir şahsiyetti. Kâbil’i ele geçirdi ve kendisini Afganistan
kralı olarak ilân etti.
Amanullah kaçtı ve Roma’ya yerleşti, tahtı elinden alınan
bir başka kral olarak Zahir Şah da kırk yıl sonra bu örneği izleyecekti. 1929
başlarında Nadir Han Paris’ten Hindistan’a gitti ve Kâbil’i yeniden alma girişiminde
bulunmak için İngiltere’den yardım istedi. İngilizler için bu iyi bir fırsattı.
Ekim ortalarında Nadir Han yeterince büyük bir kabile ordusu toplayarak Baça
Saqa’yı yendi ve Kâbil’i işgal edip kral oldu. İlk adımı, Amanullah karşıtı
ajitasyonu ateşleyerek çok önemli bir reform karşıtı rol oynamış olan dini liderlerin
desteğini almak oldu. Önemli camilerin imamlarına hükümetten maaş bağlattı.
Kasım 1933’te, genç bir öğrenci, muhtemelen Amanullah ailesiyle
aralarındaki kan davası nedeniyle, onu kendi sarayında vurdu. Nadir Han’ın 19
yaşındaki oğlu Prens Zahir Şah 8 Kasım 1933’te kral oldu. Ancak Zahir Şah hükümdarlık
ettiği 25 yıl boyunca amcalarının gölgesindeki bir kukladan başka bir şey değildi.
Nadir Şah 1933’te öldürüldüğünde, Prens Zahir Şah ve daha sonra monarşiyi yıkan
ve cumhuriyeti kuran kuzeni Davud, henüz onlu yaşlardan çıkmamışlardı bile.
İki kuzen birlikte büyüdüler. Her ikisi de Fransa’da eğitim gördü ve eğitimlerine
sınıf arkadaşı olarak Kâbil’deki Afgan Askeri Koleji’nde devam etti. 1973’te
HDHA’daki [1] Parçam [2]
grubunun yardımıyla kuzeni Davud tarafından devrilen Zahir Şah, Roma’ya sürgün
gitti.
Yükselen Devrim
1978 yılında solcu subaylarca kurulan Stalinist rejim, Afganistan’ı
20. yüzyıla taşıma çabası içinde, toprak reformu ve kadınlara ve eğitime ilişkin
ilerici önlemler de dahil olmak üzere bir dizi reform gerçekleştirdi. Bu yalnızca
Afgan toprak sahiplerinin, tefecilerin ve mollaların çıkarlarına yönelik değil,
gerici Suudi Arabistan monarşisi ve diğer komşu devletlere, özellikle Pakistan
ve İran’a yönelik de ölümcül bir tehditti. Bu nedenle ve Moskova’ya (gerçekte
1978 devriminde hiçbir rol oynamamıştır) yakınlığından dolayı, ABD emperyalizmi,
çarpık bir biçimde de olsa devrim yanlısı olan Kâbil’deki yeni rejime amansızca
karşı çıkmıştı. ABD emperyalizminin, Afganistan devrimine karşı, gericiliğin
en barbar koalisyonunu kasten silahlandırmasının, finanse etmesinin ve teşvik
etmesinin nedeni budur.
Rus bürokrasisinin ihaneti olmaksızın, mücahitler asla, on
dört yıllık mücadele boyunca ele geçirmeyi başaramadıkları Kâbil’i ya da herhangi
bir büyük kenti alamazdı. Kâbil’in düşüşü İslamcı köktendincilik için bir zaferi
temsil ediyordu. Amerikan emperyalizmi milyarlarca dolar harcadı ve Kâbil rejimini
devirmek için mücahitlere askeri yardım sağladı. Bununla birlikte, Moskova birliklerini
geri çektikten sonra bile, Necibullah’ın güçleri, gericiliğin saldırılarını
bozguna uğrattı. Fakat yardımın geri çekilmesi, rejimi çok zor bir duruma soktu.
Necibullah’ın CIA ve ISI tarafından planlanan bir darbeyle saf dışı bırakılması,
Kâbil’in İslamcı köktendincilerce ele geçirilmesinin yolunu hazırladı. Yeni
rejim, önceki hükümetin pek çok ilerici reformunu tasfiye etti. Fakat yeni hükümet,
baştan itibaren oldukça istikrarsızdı.
Gülbeddin Hikmetyar’ın önderliğindeki Hizbi İslami ile Ahmet
Şah Mesud önderliğindeki Cemaat-ı İslami kuvvetleri arasında derhal savaş patlak
verdi. Bu karşı-devrimci rakip gruplar birbirleriyle merhametsizce savaştılar,
ve sonuçta henüz hiçbir tarafın diğeri üzerinde belirleyici bir zafer kazanmayı
başaramamış olduğu 1994’te, meydan, Taliban şeklini alan daha aşırı bir yeni
köktendinci gericilik dalgasına açıldı. Taliban, CIA’in de aktif desteğiyle,
Pakistan askeri ve istihbarat aygıtının ürünüydü. Genç kızların hâlâ okula gidebildiği,
kadınların çalışabildiği 1979 yılında, Afganistan’daki karşı-devrimci harekete
kaynak akıtan Amerika’ydı. Amerikan emperyalizmi Afganistan’daki Taliban gericiliğinin
doğrudan sorumlusudur.
Amerika’nın dünyanın jandarması olma rolü, şimdi Amerika’yı
doğrudan etkiliyor. Son 21 yılda, Afganistan’daki erkeklerin, kadınların ve
çocukların kitlesel olarak vahşice katledilmelerine şahit olduk. Şimdi ise,
aç, savaştan tahrip olmuş, kıtlık ve kuraklığın pençesindeki Afganistan, hakikaten
dehşet verici bir durumla yüz yüze kalmıştır. Amerika’nın uyguladığı yaptırımlar,
ıstırap ve sefaleti son derece arttırmış ve kötüye giden koşullar bu duruma
trajik bir boyut eklemiştir. Afganistan’ın petrol boru hatları için muhtemel
bir güzergâh olarak stratejik bir pozisyonda bulunduğu Orta Asya’yı ve onun
muazzam petrol zenginliğini kontrol etmek için yabancı güçlerin birbirleriyle
yarıştığı bu barbarca paravan savaşın devam etmesiyle, yaygın açlık ve yetersiz
beslenme daha da artmıştır. Sonuç olarak, Afganistan çöle çevrilmiştir. Taliban
Kâbil’i tümüyle ele geçirdiğinde, düşmanlarından korkunç bir öç aldı. Eski cumhurbaşkanı
Necibullah Kâbil’de bir sokak lambası direğinde cinsel organları ağzına tıkılmış
vaziyette asılı bırakıldı. Bu tip yöntemlerle, “uygar Batı” ve onun paralı ajanları
esas amaçlarına ulaştılar. Birçok insan, Afganistan’da gözler önüne serilen
trajedinin medyaya yansıyan görüntüleri karşısında şoke oldu. Taliban rejimi,
Bamiyan’da ve Mezar-ı Şerif’te uyguladığı etnik temizlikle ve ezilen dinsel
azınlıklara ve uluslara karşı uyguladığı sert baskılarla, bir terör saltanatı
sürmüştür. Buda heykellerinin parçalanması, Kandahar’da kadınların halkın önünde
infaz edilmesi ve kamçılanması, Taliban rejiminin bu vahşetinin gerçek niteliğini
göstermektedir. Sorun, bu kanlı iç savaşın, bütün bu ölümlerin, açlığın, etnik
temizliğin ve katıksız barbarlığın sorumlusunun kim olduğudur. Afganistan’ı
karanlık çağlar seviyesine düşüren, oradaki uygarlığı bütünüyle imha eden Amerikan
emperyalizmidir.
Kendi yarattıkları şey (Taliban) şimdi onlara karşı dönmüş
durumda. Amerikalılar düşüncesizce hareketlerinin cezasını çektiler ve bu New
York ve Washington’daki olaylarda yansımasını buldu. Taliban rejiminin defedilmesi,
büyük olasılıkla, Kâbil ve diğer büyük şehirlerin ele geçirilmesine yol açan
bir kara harekâtını gerektirecektir. Köktendinci üs kamplarının bulunduğu, Amerikan
askeri kontrolü dışındaki sarp kırsal bölge yine kalacaktır.
Afganistan’da bir savaş kazanmak Amerikan kuvvetleri için
son derece güçtür. Salt Kâbil’i kontrol etmek, hiçbir işgalciye, Afganistan’ın
geri kalan kısmı üzerinde bir hakimiyet sağlamamıştır. Afgan halkı, son 21 yılın
bir sonucu olarak, gerilla savaşı taktikleri konusunda iyi eğitilmiştir. Savaş,
Kuzey İttifakı’yla Taliban kuvvetleri arasında devam ediyor. Şimdi Amerikalılar,
Kuzey İttifakı partilerinin ve eski kral Zahir Şah’ın dahil olduğu bir ittifak
oluşturmaya çalışıyorlar. Öte yandan Taliban’ı bölmeye de uğraşıyorlar.
Taliban, Kral Zahir Şah’ı üstü örtük bir biçimde destekleyen
başlıca iki hizbe sahip. Taliban’ın bu iki hizbi arasında açık savaş olabilir.
Gerçek şudur ki, Taliban, Kâbil’i ele geçirdiği ve çok geçmeden barış sloganını
halka karşı kitlesel vahşete dönüştürdüğü 1996’dan bu yana kitle desteğini hatırı
sayılır ölçüde kaybetmiştir. Amerika’nın askeri harekâtı, Kuzey İttifakı’nın
desteklenmesi ve Zahir Şah’ın kral olarak başa getirilmesi, Taliban’ın çekirdek
kadrolarını güçlendirecektir. Taliban bir gerilla savaşı başlatacak ve sahneden
hemen kaybolmayacaktır.
Kuzey İttifakı’ndaki İran destekli Şii köktendinciler, Kral
Zahir Şah’a karşıdırlar ve Gülbeddin Hikmetyar’ın Cemaat-ı İslami’si emperyalist
stratejinin bu denklemine uymamaktadır. Bu nedenle, Zahir Şah önderliğinde “geniş
tabanlı” bir rejim fikrinin hiçbir başarı şansı yoktur. Amerikalıların Kral
Zahir Şah’ı başa getirmeleri mümkündür, ama bu uzun sürmeyecektir, ne Afganistan’ın
tümünü kontrol edebilecekler ne de karışıklığa son verebileceklerdir.
Kara kuvvetleri olmaksızın, Zahir Şah’ı başa getirmek Amerika
için mümkün olmayacaktır ve Afganistan’a askeri müdahale, Pakistan gibi Orta
Asya’ya da sürekli birliklerin yerleştirilmesini gerektirecektir. Hatta bu senaryoda,
Moskova, Afganistan’ı kontrol altına alan ve Orta Asya’da nüfuzunu pekiştiren
bir ABD görmekten memnun olmayacaktır. Burada, petrol ve gazla bağlantılı tehlikedeki
güçlü çıkarlar ve Afganistan’dan Hint Okyanusuna geçen güçlüklerle dolu bir
boru hattı inşası sorunu söz konusudur.
Rusya, Hindistan, İran, şimdi Amerika, Suudi Arabistan, Pakistan
ve Türkiye, Kuzey İttifakı tarafından desteklenen birleşik cephenin arkasındadır,
fakat hepsinin kendi açık çıkarları vardır; birbirlerinin ellerini sıkıyorlar
ama diğer ellerinde de keskin bir bıçak taşıyorlar. Yeni savaş çok geçmeden
şiddetli bir anarşiye dönüşecek ve muhtemelen Afganistan, farklı milliyetleri
ve etnik grupları temsil eden farklı savaş ağaları arasında bölünecektir. O
zaman anti-terörist şemsiye altındaki müttefikler, birbirlerine karşı keskin
bıçaklarıyla ortaya çıkacak ve kanlı sonuçları olan başka bir büyük yeni oyun
başlayacaktır. Afganistan’ın bölünmesi, tüm bölge insanları için bir kâbus olur;
bölgenin milliyetlere göre bölünmesi felâket getirici bir etki yaratır. Tüm
bölge korkunç bir savaş belâsıyla karşı karşıya kalır.
120 üyeli yürütme komitesi, bir Loya Jirga (kabile
reisleri meclisi) toplayacak. Yürütme komitesi, Jirga’nın, Zahir Şah’ın
biraz desteğe sahip olduğu Afgan sınırı yakınındaki Güney Belucistan’da toplanmasını
önerdi.
Yürütme komitesindeki baskın unsur, milliyetçiler, özellikle
de Peştunlardır. Bunlar muhtemelen Durand hattı sorununu gündeme getireceklerdir.
Pakistan’ın, Pakistan’da gerçekleşecek bir Jirga’ya izin vermeyi reddetmesinin
tek nedeni bu olacaktır.
İroni şudur ki, Afganistan toprağı olmaksızın Jirga’nın
önemi etkili olmayacaktır. Belki de Amerikalılar Jirga’ya tam güvenlik
sağlamak için askeri rejime baskı uygulayacaklardır, ama bu Jirga zaten
zayıf olan Pakistan devleti için yeni bir krize yol açacaktır. Afgan iç savaşına,
yoksulluğa ve kitlesel göçe, varolan sistem altında hiçbir çözüm yoktur. Kapitalist
bir temelde, tüm bölge karanlık çağlara sürükleniyor; uygarlık tehlikede, barbarlık
Asya’nın kapısını çalıyor. Taliban barbarlığın göstergesidir. Daha geniş bir
anlamda, Taliban ve Usame bin Ladin, tüm bölgeyi savaş, terörizm, ölüm ve açlık
batağına saplayan mevcut çürümüş ve kanlı kapitalist sistemin kurtarıcısıdır.
Öte yandan, Afgan kitlelerin, yaşamak için ekmek, ev, giyecek,
ilaç ve altyapıya ihtiyaçları var. Ve bu ihtiyaç, bizler bu çürümüş sistemi
devirmedikçe karşılanamaz. Köktendinciliğin alternatifi liberalizm değil sosyalizmdir.
Tüm Afganistan tarihi, istilâcılara ve yabancı kuklalara karşı verilen mücadelenin
ve direnişin tarihidir. İngiltere ve Rusya’nın başına gelenler, Amerikan ordusunun
zihinlerinde hâlâ tazedir. Amerikalıların hatırlamaları gereken somut şey, Afganistan
halkının Amerikan emperyalizminin saldırısına ve Taliban’ın vahşetine karşı
şiddetle ayağa kalkacağıdır. Ama onların zafer kazanmak için, ezilenlerin, herşeyden
önce de Pakistan işçi sınıfının desteğine ihtiyaçları var.
Ekim 2001